
Fal
1. Bölüm: Fal
Sınıfta öylece oturuyordum ve bacağım stresten sallanıp duruyordu. Kehanet dersleri normalde gerildiğim bir ders değildi ama bugün çıkışta Profesör Trelawney'e bir soru soracaktım. Çok bir şey değil, küçük bir ricada bulunacaktım sadece. Kahve falıma bakmasını isteyecektim. Sırf bunun için yazın Türkiye'den Türk kahvesi bile almıştım. Bugün çıkışta sormak istiyordum, soracaktım da ama stres olmadan edemiyordum. Yaşasın sosyal anksiyete!
"Bugünlük dersimiz bu kadardı. Haftaya..."
Gerisini dinlemedim bile. Herkesin çıkmasını beklerken eşyalarımı toparladım. Sessizce derin bir nefes alıp Profesör Trelawney'in yanına gittim. Bir şey söyleyeceğimi anlamış olacak ki, ben taksam muhtemelen galaksinin öteki ucunu görebileceğim kadar büyük numaralı gözlüklerini düzeltip bana döndü.
"Bir şey mi söyleyecektin canım?"
Bu hocanın samimiyetine bayılıyorum ya. Tatlı geliyor. Biraz kaçık gibi ama tatlı biri.
"Profesör, Türk kahvesi falına bakmayı biliyor musunuz?"
Önündeki merceklerden dolayı halihazırda büyük görünen gözleri açılıp daha da büyüdü.
"Evet! Pek bilinmeyen fakat muggleların bile kullanabildiği güzel bir yöntemdir."
"Yanımda biraz var, benim falıma bakabilir misiniz acaba?"
Bunu duyunca daha da heyecanlandı.
"Tabii! Uzun zamandır hiç bakmamıştım."
Buna bu kadar istekli olması içimi rahatlatmıştı.
"O zaman ben ikimize de birer tane yapıp geliyorum!"
---
Biraz sihir, biraz da evden getirdiğim cezveyle kolaylıkla yaptım kahveleri. Şimdi ikimiz de oturmuş, birbirimizin fincanlarını inceliyorduk. Kendisi hayretle benim falıma bakarken ben de bugüne kadar öğrendiklerimle marifetlerimi konuşturuyordum.
"Profesör, sanırım sizin fincanınızda bir kuş var."
Ben her fincanda kuş görüyordum zaten. Hani şu "m" şeklinde çizdiklerimizden. O gördüğüm muhtemelen bir sembol bile değildi.
"Bir de bir 'A' harfi"
Yine muhteşem bir tespit yaptım, evet.
"Aa! Kalp var. Profesör, kalp var falınızda!"
Bu sefer gerçekten bir sembol bulmuştum. Bulunabilecek en kolay sembolü.
Karşımdaki kadın fincana öyle bir odaklanmıştı ki dediklerime tepki vermeyi geçtim, duyduğunu bile sanmıyordum. Profesyonelliğine saygı duyup sessizce fala bakmayı bitirmesini bekledim.
Fincana baktıkça gözlerinin daha da büyüdüğünü gördüm. "İşte dramatik bir tepki geliyor!" dedim içimden. Bu cümle daha kafamda tamamlanmadan dehşetle soludu.
"SAVAŞ! SAVAŞ GÖRÜYORUM!"
Birkaç saniye ona bakakaldım. Ne demekti savaş?
Beni omuzlarımdan tutup gözlerini bana dikti. Ciddi ve korkmuş bir ses tonuyla "Senin geleceğinde savaş var. Bir savaşın içine dalıyorsun!" dedi
"Nasıl yani? Ne savaşı?"
Sorularıma kulak asmayarak "Fakat yalnız değilsin. Yanında birileri var. Bu insanlarla birbirinize sadakatle bağlısınız. Sadakatlerine güvenmezsen şayet, işte o zaman gelir felaket!"
Omuzlarımı bırakıp yavaşça geri çekildi ve yüzündeki korkmuş ifade gitti. Tekrar bana bakıp "Üzgünüm tatlım, bir şey mi demiştin?" dedi eski sevecenliğiyle. Az önce bir transtan çıkmış olmalıydı. Ağzımda hayır anlamında bir şeyler geveledim. Saatime baktım, bir sonraki dersime az bir vakit kalmıştı. Teşekkür edip ayrılacakken son anda aklımdaki asıl soruyu sormayı unuttuğumu hatırladım.
"Profesör, falımda aşk hayatımla ilgili bir şeyler var mıydı?"
Masasını toparlarken bana döndü. "Hm? Ah, evet tatlım. Adında B harfi olan biriyle çok yakında evlilik görünüyor." dedi sanki dediklerinin absürtlüğünü duyamıyormuş gibi. Ayıp olmasın diye içimdeki kahkahayı tutup tekrar teşekkür ettim ve sınıftan çıktım. Evlilikmiş. Şu büyük savaş bile daha gerçekçi geldi bir an. Öyle ya, 3. Dünya Savaşı'nın eli kulağındaydı. Ama o zaman ben nasıl bu savaşı kazanabilirdim? Muhtemelen kendimle alakalı bir konuda savaşa girecektim. Belki de kendi psikolojik sorunlarımla... "Yapmadığım şey değil, gönder gelsin!" diye fısıldadım kendi kendime. Ben bunları düşünürken bir sonraki dersimin sınıfına varmıştım bile.