it never rains in london

Harry Potter - J. K. Rowling
Multi
G
it never rains in london
Summary
"Bitmedi." Sirius tekrar pencereye döndü. Dışarıda birkaç baykuş uçuyordu, kar yağışı durmuştu. Yüzükleriyle uğraşmaya başladı. "Savaş bitmediği sürece bunun gibi şeyler hep yaşanacak. Hatta daha beteri.""Savaş bitecek.""Ama biz öleceğiz."James sustu, gözleri duvarda anlamsız bir noktadaydı.Sirius devam etti. "Bunu ikimiz de biliyoruz, James," dedi, "Er ya da geç, bizi bekleyen ölümden başka bir şey değil. Hepimizi. Dumbledore'u bile."James elini saçlarından geçirdi, onaylar anlamda kafasını salladı. "Bu savaş Voldemort'a karşı değil." derken gülümsedi. "Voldemort da, biz de ölüme karşı savaşıyoruz. Önemli olan kimin erken kaybedeceği."Gözleri keskince buluştu, bir antlaşma gibiydi.
All Chapters Forward

lyall and alphard

Banyodan çıktığında saçlarını kuruladığı havluyu omuzuna attı ve gece lambasının koyulduğu çekmeceye yaslandı. Sabahın yedisinde James'in quidditch antrenmanına kalkması için yüzüne attığı yastıkla, zar zor uyuduğu bir saatlik uykusundan uyanmıştı. Yurta geri geldiği an duş almıştı, neyse ki artık tamamen uyanabilmişti.

Peter yine koridor köşelerinde sigara içip insanları dikizliyor olmalıydı. James henüz arenadan geri dönmemişti, Remus ise yorganına sarılmış, mışıl mışıl uyuyordu. Dün gece babasıyla konuşmasını beklemiş, oradan çıkınca kulübeye yol almışlardı; dolunay vardı. Kurt tüm gece durmadan dolaşıp onları da peşinden götürmüştü. Okula vardıklarında sabah oluyordu, Sirius leş gibi yatağa çöktüğü anı hatırladı.

Remus, ters yöne dönerek esnedi, elleriyle yüzünü ovuşturdu ve gözlerini açtı. Aşırı yorgun gözüküyordu, uykusunu almamıştı ve kesinlikle kemikleri sızlıyor olmalıydı. Yorganı üzerinden atıp yatağın kenarına oturdu. Sirius, saç tutamlarından akan soğuk su damlasının tenine değmesiyle irkildi ve onu izlemeyi bırakıp kapıya doğru ilerledi.

"Sirius." dedi Remus ciddi bir sesle.

Tam kapıdan çıkmak üzereyken durdu. Yüzünü ona doğru çevirdi ama ona değil karyola direğine bakıyordu.

"Üstümü giyinmeme yardım et."

Sirius iyileştiğini sanıyordu, Madam Pomfrey sargılarını artık açabileceğini uygun görmüştü üstelik kaç gündür kolunu rahatça kullanıyordu. Yine de kendi kendine şikayetlenmeyi kesip geri yürüdü, dolaptan bir pantolon ve kazak seçti. Pantolonu yatağa bıraktı ve kazağın boynundan ellerini geçirdi, Remus'un gözlerini kırpmadan onu izlediğini hissediyor ama asla göz teması kurmuyordu. Kazağını giydirdi ve pantolonunu da giymesi için eline tutuşturdu.

"Saçların ıslak." dedi Remus hâlâ bakışlarını çekmeden. Sirius her defasında dönüp gitmek istediğinde bir şeyler söyleyip uzatmaya çalışıyordu sanki.

"Antrenman yaptık."

"Yorgun musun?"

"Biraz." diye cevapladı Sirius. Daha fazla da beklemeden yatakhane odasından çıktı. Onu sonsuza kadar görmezden gelemeyeceğini biliyordu, bu yüzden hep konuşmaya devam edecekti. Ama az önce yaptığı gibi - kısa, mesafeli, samimiyetsiz kelimeler kurarak kendini kurtarmaya çalışacaktı.

Birlikte oldukları günden sonra Remus oldukça soğuk davranıyordu. Gitgide gardını salmış, bakışlarını kaçırmayı kesmişti. Daha sabah onunla birlikte banyo zeminine çökmüş, sarılmışlardı. Sonra birden Fenwick denen çocuk çıkmıştı ortaya. Herkes içeride partilerken karanlıkta bahçeye çıkacak ve duvar köşesinde öpüşecek kadar gizli bir bağları vardı anlaşılan.

Belki de gerçekten sandığı gibi değildi, diye düşündü Sirius yurt merdivenlerini inerken. Belki de ironik bir şekilde, yanlış anlaşılmaydı. Ama yine de devam edemezdi, böyle bir şeyi başlamadan kesmek en iyisiydi. Sonsuza kadar Remus Lupin'in her dolunayda acı içinde dönüşümünü izleyecek değildi. Bir noktada onu bırakması ve kendi hayatını bakması gerekirdi. Kendi kimsesiz, değersiz hayatına.

Kimi kandırıyordu, elinde olsa ölene kadar onunla yaşamayı seçerdi. Kimin ne dediği, gerisinin nasıl olacağı umurumda bile değildi. Uyurken onu rahatça izleyebilmek, yaralandığında yanında olmak ve kimsenin onu incitmesine izin vermemek istiyordu.

Yine de uzak bir şeyler vardı aralarında. Asla ulaşamayacağı, yapbozun eksik bir parçası. Peki ya yapbozun fazladan parçaları varsa? Belki içinde oldukları bu şey o kadar büyüktür ki, ikisine de ağır geliyordur. Belki göz göze geldiklerinde olması gerekenden fazlasını görüyorlardır ve bu onları dehşete düşürüyordur.

Ortak Salon'daki koltuklardan birine çöküp benson hedges paketinden bir sigara yaktı ve James'in gelmesini bekledi. Ateşin önünde gürültü yapan birinci sınıflara ters bir bakış attığında korkarak salonun diğer başına kaçtılar ve Sirius, yukarı yükselen alev dilimlerine bakarken bir kez daha içindeki ağırlığın altında ezildi.

"Aferin Mckinnon. Hayatının en iyi geri pasını attın." James Marlene'nin saçlarını karıştırıp kafasını baykuş yuvasına döndermeye çalışırken portre deliğinde göründüler.

"Sal beni Potter." diye Marlene gülmekten boğularak kendini kurtardı.

"Derse geç kalacağız." Remus merdivenlerden inip yanlarına doğru ilerlemişti. Tuhaf bir sessizlik içinde James'le Marlene'nin çantalarını alıp inmesini beklediler. Sirius bir süre dumanı içine çekerek boşluğu izledi ve James merdivenlerde göründüğünde ayağa kalktı.

Gryffindor kulesini terkettiklerinde Marlene'le Lily de bir koşu arkadan yanlarına varmıştı. "Sömestrın ilk dersinin ne olduğundan haberiniz var mı?" diye sordu Marlene üçüne de bakarak.

"Sihirli Yaratıkların Bakımı." dedi Remus memnuniyetle.

"Baban nasıl biri, Moony?" diye sordu James kirlenmiş gözlüğünü tişörtüne silerken.

Remus, "Yani, bilmem," dediğinde merdivenleri inip okul bahçesine çıkmışlardı. "Annemin dediğine göre eskiden oldukça eğlenceli biriymiş. Ve hep bir şekilde başını derde sokarmış. Sonra... Bilirsiniz," derken etrafı kontrol etti, "Greyback olayından sonra kendine çekildi. Başıma gelenlerde kendini sorumlu buluyor sanırım."

"Peki sen ne düşünüyorsun?" Kitaplarına sıkıca sarılıp hâlâ onlara yetişmekte zorluk çeken Lily sordu. "Bildiğim kadarıyla duruşmada Greyback'i aşağılamış. Kurtadamlar hiçbir şeyi değil ama ölmeyi hakediyorlar demiş."

"Olabilir." Remus omuz silkti. "Ben onu asla suçlamadım. Ölmeyi hakettiğimi düşünseydi beni çoktan kapı dışarı ederdi. Beş yaşımdan beri beni bakanlıktan gizliyor."

Yasak Orman'ın kıyısındaki kulübeye giden meyilli çimlik alandan ilerlerken Sirius onların yanında çıtını çıkarmadan yürüyordu. Oraya vardıklarında Profesör Lupin ve bir dev kadar büyük okul bekçisi Rubeus Hagrid, sohbet ediyorlardı. Çoktan orada olan Peter onların geldiğini gördüğü gibi Barty ve Dorcas'tan uzaklaşıp yanlarına geldi. Bu dersi Ravenclaw'larla birlikte alacaklardı.

"Herkes burada mı?" dedi Profesör Lupin bütün Gryffindor'larla Ravenclaw'lar geldiğinde. "Hadi başlayalım o zaman. Bunların ne olduğunu kim bilebilecek?"

Çimlerde gezinen Kabuluk denen yaratıkların bir resmini çizmeye çalışırken Sirius, kulağının dibinde "Aileden reddedildiğini duydum, Black." diyen Barty'nin sesini duydu. "Yoksa Potter mı demeliydim? Eminim yakında onun soyadına geçeceksindir."

Sirius Kabuluk'lardan birini kapıp doğruca Barty'nin yüzüne saplama isteğini bastırdı. "Peki sen kimin soyadına geçeceksin, Crouch?" diye elini ağaca yaslayıp, diğer elini cebine soktu. "Baban ne haltlar yediğini öğrenene kadar bekle."

Barty dilini şaklatarak devam edecekti ki, yan taraftan Dorcas belirmişti. "Asanı başıboş bırakmışsın, Barty. Kabuluk'lar tahtaya pek düşkündür. Onlar ziyan etmeden gidip al, hadi."

Barty istemeyerek yürüyüp gittiğinde "Ona aldırma." diye Dorcas, Sirius'a döndü. "Evan Rosier'la araları bozuk. Sinirini kimden çıkaracağını bilemiyor. Ama bak ne diyeceğim. Şu çocuk, Peter. Az önce bize yanaştı ve durmaksızın Karanlık Lord'u soruyor. Onu pek gözüm tutmadı."

"Wormtail mi?" Sirius, James'in etrafında fildır fıldır dönüp her şakasına kahkahayı patlatan Peter'a baktı. "Onun bir zararı olacağını sanmam. Kendince saçmalıyordur. Peki Barty'le Evan arasında ne geçti?"

"Tam bir kargaşaydı." Dorcas gözlerini devirdi. "Alastor Moody'i bilirsin. Evan'ın babasını yakalayıp Azkaban'a yollamış."

"Sonunda." derken Sirius'un siyah gözleri ışıldadı.

"Evan sinirden köpürüyor. Dün büyük kavga çıktı, gidip Moody'i öldüreceğini söylüyor. Barty de izin vermiyor tabii. Kaçmak istediğinde ona yumruk atarak durdurmak zorunda kaldı - "

"Barty tam bir kaçık." diye Sirius güldü, "Yakında aklını kaybederse şaşırmam."

"Rosier için deliriyor." Dorcas dudağının kenarıyla güldü. "O konuda hangimiz kaçık değiliz ki."

Deminden beri dikizlediği Marlene'e taraf adımladığında Sirius arkasından bakıp sırıttı. Tam o sırada, ormana kaçmak isteyen bir Kabuluk'un peşinden koşturan Benjy Fenwick'i görmüştü. Onu bazen Ravenclaw'ların arasında görürdü ama Remus'la tanıştığından hiçbir zaman haberi yoktu. Denilene göre aileleri arasında eskiden beri dostluk bağı varmış. Fenwick, Kabuluk'un birini tek eliyle yakalayıp, bakmaları için bir kız grubuna doğru götürdü. Oldukça cesur ve çekiciydi.

Sirius'un gözleri Remus'u aradı, ancak Remus başını bile kaldırmadan parşömene bir şeyler çiziktirmekle meşguldü.

Ders bittiğinde Ravenclaw'lar ve diğer bütün Gryffindor'lar dağıldı, ta ki geriye bir tek Çapulcular kalana dek. Remus babasına bütün Kabuluk'ları toplaması için yardım ettikten sonra ellerini birbirine çırptı. "Demek bunlar arkadaşların." diye Profesör Lupin, diğer üçüne bakıp gülümsemişti.

"James Potter, efendim."

"Peter. Peter Pettigrew."

"Sirius Black. Memnun oldum." diye Sirius elini sıktığında adam tatminkar bir halde kaşlarını kaldırdı.

"Anlamıştım... Saçların ve gözlerinin rengi seni kilometrelerce öteden ele veriyordu zaten, evlat. Bir Black..." Lyall Lupin, geri çekilerek kütüklerden birinin üzerine oturdu. Sesi titremişti ve bakışları burada değil, geçmişin kıyılarında gibiydi. "Alphard Black'in yeğeni olmalısın, değil mi?"

Sirius dumura uğramış bir halde başını salladı. Diğerleri de aşağı yukarı onunla aynı derecede şaşırmışlardı.

"Onu tanırdım. Hem de çok, çok yakından." dedi Remus'un babası, göğüs geçirerek.

"Nasıl?" diye Remus sorguladı, "Ondan hiç bahsettiğini duymamıştım."

"Çünkü onun neredeyse her haftasonu misafirliğe gelen Daniel olduğunu bilmiyordun." diye Lyall gülümsedi.

"Ama - " Remus ağzını genişçe açtı, "Neden Daniel Amca, yani Alphard kimliğini gizledi ki?"

"Alphard ailesinin özel hayatına müdahale etmesini bir şekilde engelleyecek bir yol bulurdu, ama asla ailesini kızdıracak bir şey yapmazdı. Safkanların bizim gibilerle arkadaşlık kuruyor olmasının da pek iyi karşılanmadığı malum. Üstelik işten istifa ettiğim günlerdi, herkes bunu neden yaptığımı merak ediyordu. Bana yakın olanları birer birer sorgu sual edecekleri kesindi. Alphard senin bir kurtadam olduğunu bilse de, bu sırrı ölene kadar gizledi. Çoğu kez bizim eve gelirken şekil değiştirirdi ve böylece dışarıda kimse kim olduğunu anlamazdı."

"Ben - bundan haberim yoktu, onu neredeyse tanımıyordum." dedi Sirius duyduklarını hazmetmeye çalışarak.

"Ben seni gördüğüm gibi tanıdım, Sirius. Saçlarının onun gibi uzun olması bir yana, göz renklerinizin tonu bile aynı."

Kuleye geri vardıklarında konuşulanlar hâlâ deli gibi aklında dönüyordu. Lyall ve Alphard'ın bir zamanlar arkadaş olması, bu koridorlarda yürüyüp burada ders aldıklarını düşünmek olağanüstü bir histi. Sirius, Remus'a bir şeyler sormak istese bile içgüdüsünü bastırıp susmayı tercih etti.

Kuzey kulesinden çıkıp bahçeye döndüklerinde diğer üçü oturmak için göl kenarına yol aldı. Ama Sirius, duvarların arasından gördüğü bir gölge sonucu yerine kenetlenmişti. Bir sütunun arkasına saklanıp dikkatle izledi; Mary koridorun ortasıyla dümdüz, tuhaf bir şekilde yürüyordu.

Ancak gözleri daha da garipti, sanki içinde ruhu yokmuş gibiydi. Çok geçmeden arkadan başka biri belirdi. Yan sınıftan Mulciber elinde tuttuğu asasını Mary'e doğrultmuşken yüzündeki çirkin sırıtışla peşinden gidiyordu. Mary yürüdü, yürüdü, en sonunda çimlerin üzerinden geçip öğrencilerin en sık oturduğu bölgenin ortasında durdu.

James bir şeyler olduğunu anlayıp Sirius'un yanına vardığında Sirius alelacele kolundan tuttu. "Mulciber bir şeyler yapıyor. Hangi büyüyü kullandığını öğrenmek istiyorum. Bir süre daha bekleyelim."

Ağacın köşesinde bekleyen Mulciber arkasında gizlediği asasını bir kez daha oynattı. Severus Snape ve diğer Slytherin'ler olacakları keyifle izlemektelerdi.

Mary bir anda okul cüppesini üstünden çıkarıp yere attı. Kravatını da onun üzerine bıraktı ve eli gömleğinin düğmelerine gittiğinde diğer kızlarla birlikte otların üzerinde oturan Lily Evans hızla ayağa kalkıp Mary'e taraf atılmıştı. "Mary? Hey, Mary, iyi misin?" diye omuzlarından tutup silkeledi ancak Mary hala gömleğini çıkarma derdindeydi.

"Millet." diye James dayanamayıp öne çıktı. "Mulciber'a bakın hemen. Onu kontrol ediyor."

Mulciber'ın gülüşü yüzünde soldu, neyin geleceğini iyi biliyordu. Sirius James'le birlikte asasını çekip ona doğrulttu, kaçmaya fırsat bulamadan sersemletme büyüsüyle yere sermişlerdi.

Mary hemen kendine gelerek derin bir nefes aldı. Herkes ona bakıyordu, utanç içinde yüzünü saklamaya çalışırken Sirius yerden cüppesini alıp bedenine sardı. Hep birlikte oradan uzaklaşıp kaleye geri girdikleri sırada Lily Mary'i duvar çıkıntısına oturttu ve önünde eğildi.

"Gerçekten çok çok çok üzgünüm, Mary." dedi kırılgan bir sesle. "Elimi biraz daha çabuk tutmalıydım."

"Evet." Sirius hâlâ tir tir titreyen Mary'nin yanına oturdu, "Daha erken davranmalıydık. Ama Mulciber'ın yaptığı büyüye dikkat ettim - bir çeşit kara büyüydü, Imperius laneti olduğunu tahmin ediyorum."

Lily şok içinde ellerini ağzına götürdü. "Bu kadar iğrençleşeceklerini düşünmezdim."

"Ben... Bilmiyorum, kızlar tuvaletinden çıkmıştım." Mary gözyaşlarını silerek konuştu, "Etrafta hiç kimse yoktu. Birden sırtımdan uyuşuk bir duygu yayıldığını hissettim. Gerisini hatırlamıyorum."

"Geri dönüp onun kemiklerini paramparça etmezsem - " diye James aniden köpürdü, yeniden çıkışa doğru ilerlemeye yeltendiğinde Lily bir çırpıda kalkıp koluna yapışmıştı.

"Daha fazla kavgaya gerek yok, James," dedi hemen, "Mary de bu olayın hemen unutulmasını ister. Ben Profesör McGonagall'la konuşurum. O sessizce gerekeni yapacaktır."

"Peki, Evans." derken James kısmen yatışmıştı.

"Ayrıca, orada yaptığın çok cesurcaydı." diye Lily gülümsedi.

Forward
Sign in to leave a review.