
meadowes
Bir ses, etrafta kimse yoksa bile, hâlâ bir sestir.
Mart, 1977
Arenada olduğumdan beri çıkabildiğim en yüksek yerdeydim. Hayır, gerçekten. Süpürgemle o kadar yukarı çıkmıştım ki Hogwarts bile benden aşağıdaydı, bulutlara varmak üzereydim. Üst üste yedi sayı yapmıştım ve durmak niyetim yoktu. Quaffle'ı alabilmek için en uygun pozisyonu bulmaya çalışıyordum. Gözlerimi topa kilitledim ve süpürgemi aşağı yönlendirip olağanüstü bir hızla meydana atıldım.
Marlene saçları rüzgarda savrulurken önümden geçti ve beni durdurmaya çalıştı. Ama bugün ona kanacak değildim; geçen maçta süpürgesiyle paralel uçup bana gülümsediğini hatırlıyorum, neredeyse topu aklımdan çıkarıp doğruca çembere çarpacaktım. Üstelik bir sayı kaçırmıştım. Artık küçük şeytanlıklar yapmasına izin veremezdim.
Bir sayı daha yaptığımda stantlardan yükselen uğultu kulaklarımı batıracak gibiydi. Gryffindor'un bizi yakalaması imkansız denebilirdi. James şimdiye kadar görmediğim bir sinirle takım arkadaşlarına bağırıp duruyordu. Açıkçası beni yeneceğini düşünmüştüm, hiçbir maçta bu kadar zayıf oynamamıştı. Başından beri sadece tek sayı yapabilmişti.
Diğer kovalayıcılar Quaffle'ı kovalarken gözlerim Sirius'a sataştı. Altın Snitch'i araması gerekirdi, ancak bunun yerine öylece donakalıp süpürgesinde sallanıyordu. Bizim takımdaki vuruculardan Benjy Fenwick ondan yana uçtuğu anda Sirius yerinde durmayı bırakıp önüne geçti ve süpürgesini onunkine kenetledi. Fenwick kontrolu kaybedip süpürgesinde dönerek sahadan aşağı düşmeye başladığında herkes pür dikkat dehşetle onu izliyordu, neyse ki son anda toparladı ve havaya geri uçtu.
Bir yandan Sirius'un neden böyle bir faul yaptığını çözmeye çalışırken hücuma geçtim. Eğer Fenwick yere düşüp yaralansaydı işin içinden çıkamazdı. Kimseyi bunun yanlışlıkla olduğuna ikna edemezdi. Gözlerimle görmüştüm, niyeti belliydi. Benjy Fenwick için bekliyordu.
Çok geçmeden maç spikerinin bütün arenada yankılanan sesiyle etraf sevinç ve keder yuhalamalarıyla doldu. "Sirius Black altın snitch'i yakaladı! Zafer Gryffindor'a ait!"
Kendi binamızla birlikte bizi destekleyen bütün Slytherin'ler şimdi durmadan Sirius'a ve Gryffindor'a ağır küfürler savuruyordu. Takım arkadaşlarımla birlikte acınası bir halde çimlerin üzerine indiğimizde etrafımız boşluktu. Herkes çoktan tebrik etmek için Gryffindor takımının üzerine koşmuştu.
Diğerleri nerede yanlış yaptıklarını tartışırken onların yanından ayrılıp biraz sessizlik bulmak için yürüdüm. Süpürgemi bir kenara fırlattım ve sinirle cüppemi üzerimden çıkarıp yere attım. O zaferi en çok benim hakettiğimi bilerek arenadan ayrıldığımda sesler gitgide azalıyordu. Aptal bir Snitch yüzünden bütün emeğim boşa gitmişti.
Kalenin arka bahçesine açılan koridorun geniş pencerelerinde birkaç Slytherin cüppesini tanımam zor olmamıştı. Küçük merdivenlerden inip yanıma geldiklerinde ayakkabımı çıkarmakla meşguldüm. Süpürgeden iniş yaparken fena halde tökezlemiştim ve şimdi sol ayak parmaklarım şiddetle ağrıyordu.
"Abin hepimizin hakkından geldi." diye yarım yamalak gülümseyerek Regulus'a sataştım.
Parmaklarıma biraz masaj yaptıktan sonra ayakkabımı geri giyip dikeldim ve derin bir nefes verdim. Regulus bu gün hiç havasında değil gibiydi, hatta diğerleri de. Maçı kaybetmemize bu kadar üzülmüş olmaları saçmaydı. "Hey," dedim üçüne de bakarak. "Gelecek yıl hepsini bir güzel köşeye sıkıştırırız."
"Gelecek yıl burada olup olmayacağımızdan emin değilim, Doe." diye Barty başını yere eğdi.
Ne demek istediğini anlamıyordum. Birbirleriyle bakıştılar ve tam da delirip neler olduğunu soracaktım ki, Regulus cüppesinin sol kolunu kıvırmaya başladı. Kayın ağacının üzerindeki birkaç kuş, sanki hissetmiş gibi ürkerek bir anda uzaklara kanat açtı.
Regulus'un kolunun iç kısmında simsiyah bir işaret vardı. Yılanla bitişik bir kafatası işareti. Karanlık işaret.
Artık kime baktığımı bilemiyordum, Regulus bir anda kolundaki damgayla aynı renge bürünmüştü gözümde. Öyle ağır, güçlü bir damga ki, hep tanıdığım Regulus Black'i silip yerine yabancı birini koymuştu. Bir isyancı. Bir ölüm yiyen.
Bakışlarım Regulus'un gözleri ve işaret arasında gidip gelirken geri geri adımladım. "Ben - Ben hiç beklemiyordum."
"Eh," diye Regulus etrafa bakınarak kolunu hemen gizledi, "Eninde sonunda böyle olacaktı."
"Ben de kızdım." Evan gözlerini kısarak Regulus'a baktı. "Seni piç. O işareti asla benden önce almayacağına dair söz vermiştin."
Aklım dediklerini algılamaya çalışırken şaşkınlığımı gizlemek zordu, gayet hevesli oldukları yetmiyormuş gibi bir de kimin erken yaptırdığı konusunda yarış yapıyorlardı.
"Ya sen, Meadowes?" diye sordu Evan asasını elinde döndürerek. "Pek ilgilenmiyorsun sanki."
"Böyle bir şeye alet olacağımı sanmıyorum." dedim net bir şekilde. Ama korkuyordum. Birlikte büyüdüğüm, ilk düellomuzu birlikte yaptığımız, büyüleri yanlış hecelediğimiz bu üç çocuktan ölesiye korkuyordum. Bana değil, kendilerine yapacaklarından.
"Belki de artık bir taraf seçme zamanın gelmiştir, Dorcas." dedi Regulus kibirle. "Çünkü zamanı geldiğinde herkes kendi tarafına çekilecek ve o gün kapıya dayandığında çok geç olmadan, yerini tutman gerekir."
Evan'la ikisi bizi yalnız bırakıp okula geri döndüklerinde Barty bıkkınlıkla içini çekerek elini boynunda gezdirdi. "Sen de mi?" diye sordum gözlerim dolmuşken. Sol kolunu tuttum ve sweater'ının kolunu geriye ittirdim. Hiçbir şey yoktu.
"Üzgünüm, Doe." Barty kırık bir gülümsemeyle gözlerimin içine baktı. "Artık o işareti benim de aldığımı varsayabilirsin. Evan nereye giderse, ben de oradayım. Ölümün kucağına olsa bile."
Beni yalnız bıraktı ve diğerlerinin peşinden gitti. Sanki onları son kez görüyordum; arkalarından uzun bir süre bakındıktan sonra derin bir nefes verip kaleye doğru yürüdüm. Demek buraya kadardı.
Dalgın bir halde aksayarak Hogwarts'ın koridorlarında gezinirken aklımın nerede olduğunun farkında bile değildim. Maç yüzünden inanılmaz derecede yorgundum, üstelik kazanamadığımız için üzerime çöken hayalkırıklığı cabasıydı. Birden sağ omuzumda bir el hissettim. İrkilerek dönüp baktığımda gördüğüm Reggie'den başkası değildi.
Etrafa bakınarak, "Portreler duyabilir." dedi ve elimden tutup aceleyle koridorun baş köşesindeki boşluk alana götürdü. Rengi beyazlamıştı, nefes nefeseydi. Gözlerinden korku yağıyordu.
"İşareti alalı birkaç hafta oldu." dedi hızlı hızlı konuşarak. "Sana söylemeye sonradan karar verdik. Aslında Evan söylememem için uğraştı ama onu ikna ettim. Yoldaşlık'ta olduğunu biliyorum Meadowes."
"Nasıl - "
"Dinle." diye hemen sözümü kesti. "Diğerlerinin haberi yok, merak etme. Sana bir şeyler anlatmam gerek, ama kimsenin hiçbir şekilde bilmemesi gerek. Dorcas, ben... İşareti aldığımdan beri farkettiklerim hiç normal değil. Karanlık Lord'la sık sık görüşüyorum ve bana bilmem gerekenden daha fazlasını anlatıyor, soyadım yüzünden bana olan güveni tam. Onun asıl peşinde olduğu şey ölümsüzlük. Ruhunu yedi parçaya bölüp her kısmını farklı bir yere hapsedecek. İlk hortkuluğu nereye sakladığını biliyorum. İlk fırsatta bir yolunu bulup onu yok edeceğim."
"Bunları bana neden anlatıyorsun?" diye sordum kaşlarımı çatarak.
"Dumbledore'un bile bilmemesi gerek." diye inatla fısıldadı, "O zaman Karanlık Lord ona benim söylediğimi hemen anlar ve gözünü bile kırpmadan beni öldürür. Diğer hortkulukları bulmama yardım etmeni istiyorum, Dorcas. Bana bir söz vermene ihtiyacım var. Kreacher."
Son dediğini anlamlandırmaya fırsat bulamadan gürültülü bir sesle yanımızda bir ev cini cisimlenmişti. Ortalıkta göründüğü gibi yerlere kadar baş eğdi. "Kreacher emrinizde, efendim." dedi yaşlı olduğunu belli eden sesiyle.
Tekrardan ona baktım. "Bu ne anlama geliyor, Regulus?"
"Sana Karanlık Lord'un en gizli sırlarını açacağım. Yanımda olur musun? Bozulmaz Yemin eder misin?" diye sordu umutla.
"Bozulmaz Yemin mi?"
"Evet. Kreacher Yemindar'ımız olacak."
Hâlâ yere eğilmekte olan ev cinine baktım. Aklımdaki düğümler birer birer çözülüyordu. Regulus'un bir cani olabileceğini düşünmekle yanlış yapmıştım. Belki de Black soyu bu yüzden yüce tutuluyordu. Bazı istisnalar olsa bile, soylu kan her zaman kendini belli ederdi. Sirius ve Regulus'da olduğu gibi.
"Ederim." dedim eminlikle. "Bozulmaz Yemin ederim."
Regulus asasını çıkarıp ev cinine verdi ve sağ elini bana uzattı. Cesareti akıl alır gibi değildi. Sol eline kazınan karanlık işaret hâlâ tehditkar bir biçimde yerinde dururken, sağ eliyle Voldemort'u öldürmeye yeminler ediyordu.
Elini sıkıca tutup gözlerinin içine baktım. Kreacher asayı ellerimizin üzerine getirdiğinde, "Dorcas," dedi Regulus, "Sana verdiğim sırları canın pahasına koruyacak mısın?"
"Koruyacağım."
Asadan çıkan, alev gibi, ince bir ışık çizgisi kenetlenen ellerimizin etrafını kırmızı, sıcak bir telmiş gibi sardı.
"Bu iş bitene kadar yanımda olacağına, dediklerimi harfiyen uygulayacağına yemin eder misin?"
"Yemin ederim."
Asadan ikinci bir ışık çıkarak, bir önceki halkayla birleşip yanan bir zincir oluşturdu.
"Ve eğer çıktığımız bu yolda bana bir şey olursa," dediğinde elim istemsizce elinin içinde titredi, "Başladığım işi bitirecek misin?"
Bir anlık sessizlik oldu. Neyin içinde olduğumu iyice kavradım; buradan dönüş yoktu.
"Bitireceğim."
Asadan fırlayan üçüncü bir eşiz alev kırmızı rengiyle havada döndü. Işık diğerleriyle birleşerek, birbirine kenetlenmiş ellerimizi ateşten bir yılanmışçasına kavradı.