
noel, part. 2
"Nasıl bu hale geldiniz?" Remus kaşlarını çattı.
Sirius, "Bilmiyorum." dedi yorgun bir şekilde. Remus'a minnet duyuyordu, eğer ki zamanında gelmeseydi olayın ucu kötüye kaçabilirdi. "Annemle babamın yaptıklarını ona ödetmek istemezdim. Niyetim o değildi. Sadece çizgiyi aştı."
Partiye döndüklerinde gözleri Regulus'u arasa da hiçbir yerde göremedi. Çoktan gitmiş olmalıydı. Remus onu bırakıp Benjy'e taraf ilerlediğinde onu suçlamamak için kendini zorladı. Zaten kendisi yüzünden yeterince olaya karışmıştı, gecesini zehir etmek istemiyordu. Eğlenmek onun da hakkıydı. Yavaşça geçip seherbazların masasında kendine bir yer buldu ve oturdu.
"... Bağışlayın beni, profesör, karanlık taraftakilerin ne kadar aşağılık olduğunu siz en az benim kadar bilirsiniz. Karşımıza geçip affedilmez büyüler savurduğunda onlara nazik davranmamız gerektiğini mi söylüyorsunuz?" Yaşlı adam oldukça sert konuşuyordu, yüzü içkiden kızarmıştı ve kelimeleri karıştırmamak için teker teker söylüyordu.
"Sınırları aradan kaldırmak bizi de onlardan farksız bir hâle getirecektir, Crouch," dedi Dumbledore. Sirius, adamın Barty Crouch Senior oldugunu hemen anladı, Büyü Yasaları Uygulama Dairesi Başkanıydı. Demek ki Bakanlık, Dumbledore'la iş birliği göstermekten çekinmiyordu.
"Bizde kaybedecek zaman yok." diye Crouch inkar etti, "Ölüm Yiyen'lerden biri üzerime gelirse ona su fışkırtma büyüsü savuracak değilim. Affedilmez lanetlerin ölüm yiyen'ler üzerinde kullanılması yasadışı olmamalı. Onlardan kurtulmamız için en hızlı yolları düşünmemiz gerek. Önce göz açtırmadan saldırmak gerekiyor, soruları daha sonra sorabiliriz." dedi birer birer seherbazların yüzüne bakarak.
Diğerlerinin arasında, pembenin saçma sapan bir tonunda giydiği ceketiyle göz kanatan bir kadının kulak tırmalayıcı öksürüğü işitildi. "Özür dilerim, Bay Crouch, bu yaptırımı yasaya geçireceğinizi eminlikle söyleyebilir misiniz?" dedi kışkırtıcı bir sesle.
Sirius, merdivenlerde James'in görüntüsüne dikkat ettiğinde eliyle hemen yanına çağırdı. Çok geçmeden ayağını sürükleyerek gelmiş, Sirius'un sağındaki boş sandalyeye oturmuştu. "Başım çatlıyor."
"Hayret. Üç güne anca uyanırsın sanmıştım. Kendini topla da, masayı dinle." diye dirseğiyle dürterek uyardı Sirius. "Şu kadını tanıyor musun?"
James gözlerini ovuşturmayı bırakıp Sirius'un gösterdiği yöne baktı ve hemen de dudaklarını büzdü. "Maalesef. Dolores Umbridge, Sihirsel Eğitim Dairesi'nde çalışıyor. Ara sıra okulun işlerine burnunu soktuğunu duymuştum."
"Seherbaz ofisindeki herkese bunu yapmalarını öneririm." Crouch ateşli konuşmasına devam ediyordu, "Her kim yaparsa, arkasında duracağım. Oğlum dahi olsa."
"Oğlunun kimlerle takıldığından haberi olmadığına dair bahse girerim." diye Sirius keyifle fısıldadı.
"Yani vazifenizi kullanarak oğlunuza torpil yapacağınızı mı ima ediyorsunuz?" diye pembe kurdeleli kadın yeniden cikledi.
"Size katılıyorum, Başkan Crouch." karşı taraftan asil görünümlü, kahverengi saçlı genç bir kadın kavgayı önlemek adına araya girdi. İşte Sirius bu kadını tanıyordu, Amelia Bones, kardeşi Edgar Bones'la yan yanaydı. Kardeşini okuldan önce Diagon Yolu'nda alışveriş yaparken görmüşlerdi. "Bence de, yeni bir yasa uygulamak faydalı olacaktır."
"Bunun aksine, affedilmez lanetleri ustaca kullanmak bir yana dursun, onlardan nasıl kurtulması gerektiğini bilmeyen çoğu sayda büyücü ve cadı bulunmakta."
"Rufus Scrimgeour." dedi James konuşan kişiye atıfta bulunarak. "Babamın söylediği kadarıyla cesur ve güçlü bir büyücü. Sence de yaşlı bir aslanı andırmıyor mu? Güven verici birine benziyor. Oğlunu emanet edebileceğin türden."
Sirius onaylayarak başını salladığı sırada Scrimgeour denen adam devam etmekteydi, "Seherbaz'lar için özel alanlar ayrılmalı ve sık sık pratik yapmaları gerek. Zira aptalca hareket ederek kendilerini tehlikeye atmak yerine, nasıl korunmayı öğrenmelerine daha çok ihtiyacımız var."
Crouch bunun üzerine bir şey demedi ancak yüzünde alaycı bir gülümseme vardı, sanki ne olursa olsun kendi bildiğini okuyacakmış gibiydi.
"Scrimgeour'un yanındaki adamı görüyor musun?" diye sordu James. "Cornelius Fudge. Diğerlerine laf yetiştirmeye çekinir ama yeri geldiğinde oldukça inatçıdır, görevini elinde tutmak için neler yaptığını tahmin bile edemezsin. Diğeri Kingsley Shacklebolt, bizden birkaç sene önce mezun olmuştu. Dediklerine göre Dumbledore'un favori öğrencisiymiş, ona fazlasıyla güveniyor. Yakında seherbaz olacağı kesin. İşte onun diğer yanındaki de..." James'in gözleri parladı.
"Ludo Bagman!" dedi Sirius heyecanla, "Wimbourne Wasps takım vurucusu. Şimdiye kadar nasıl farketmemişim?!"
"Yakında milli takıma seçileceği söyleniyor." Sirius tekrardan köşede oturan adama baktı. Boyu oldukça uzundu, dairevi bir yüzü, kısa sarı saçları vardı. Gözleri tıpkı çıkartmalarda göründüğü gibi geniş, bebek mavisi rengindeydi. Yemek biter bitmez James'le ikisi bir fotoğrafçıdan Ludo'yla birlikte fotoğraflarını çekmesini istemişlerdi.
"2 galleon." Fotoğrafçı bu anı ölümsüzleştirdiği gibi ücreti söyledi. Parayı avucuna bastıktan sonra Sirius, hevesle Ludo'ya taraf döndü. "Milli takıma seçildiniz mi yani?"
"Evet."
Sirius ve James gözleri parlayarak birbirlerine baktılar. O sırada nereden geldiği belli olmayan, kızıl saçlı, uzun bir adam yanlarına yaklaştı ve Ludo Bagman'le tokalaştı. Sirius, biraz düşündükten sonra Arthur Weasley olduğunu hatırlamıştı. Adamın annesi Cedrella Weasley - aslen bir Black'ti, ancak büyücü dünyasında pek sevilmeyen Weasley'lerden biriyle evlendiği için soy ağacından adı silinen altı kişiden biriydi. Sirius, yedincinin de kendisi olduğunu hatırlayarak göğüs geçirdi.
"İrlanda'nın kazanacağına dair birkaç kişiyle iddiaya girdim." dedi Arthur Weasley. Kenardan yaklaşan iki kişiyle birlikte yeşil gözleri şaşkınlıkla açılmıştı.
"Birkaç kişi biz oluyoruz, enişte, öyle değil mi?" Birbirine olağanüstü derecede benzeyen ikiz adamlardan biri konuştu.
"İrlanda kesin kazanacak," dedi diğeri, "Ancak ilk golü sen atacaksın Ludo. Ekonomik durumumuz sana bağlı. Bahse girmek isteyen başka birileri varsa, döksün galleon'ları."
"Prewett kardeşleri." dedi James onları göstererek. "Okul yıllarında bizden daha yaramazmışlar... Hala McGonagall'ın onlardan yakındığını duyabilirsin. Kız kardeşleri Molly birkaç yıl önce Arthur Weasley ile evlendi." Gerçekten de karnı burnunda, nazik görünümlü bir kadın buraya yaklaşmıştı.
"Bu iddiaların sonu hiç iyiye gitmiyor." diye kadın sinirlendi, "Sizin gibi baş belalarından nasıl kurtulacağım."
"Kurtulamayacaksın kardeşim." İkizlerden biri Molly'nin burnunu çekti. "Belki bizim gibi ikizlerin olacak ve onlar bizden de beter olacak. Sana kurtuluş yok."
Kadın gözlerini devirdi, hemen de yüzünü aksi yöne tutup "Bill, masanın üzerinden in hemen!" diye bağırmaya mecbur kaldı. Çocuk annesine dil çıkarırken yanındaki diğer çocuk James'le Sirius'a doğru yürüdü. "Queedetch oynadığınızı biliyovum." dedi dökük dişleriyle gülümseyerek. Oyuncak süpürgesine bindi ve yerden birkaç santim yukarıda minik uçuş numaralarını göstermeye koyuldu.
Sirius yere eğilip ona yürekle tezahürat yaparken; annesi bir çırpıda yaklaşmış, ufaklığı gömleğinden yakalayıvermişti. "Charlie! O süpürgeyi biz anlamadan nasıl buraya getirdin sen!"
Molly ayaklarını yere çırparak ağlayan Charlie ile birlikte uzaklaşırken Sirius kulaklarını yeniden devam eden sohbete çevirmişti. "Rookwood'a da söyledim, benim Bakanlık'ta çalışıyor olmam Quidditch kariyerimi etkileyemez." diyordu Ludo Bagman. "İkisini de yürütebilirim."
"Rookwood'a fazla bilgi veriyor olabilir misin, Ludo?" diye Mr. Weasley konuştu, "Ona güvenebilirsin ama onu tanımıyoruz, her an altından bir şeyler çıkabilir."
"Regulus'u partiye davet ederken hiç bu ihtimali düşünmedin mi?" diye Sirius birdenbire James'e döndü. "Onu tanımıyorsun bile, körü körüne nasıl güvenebilirsin? Regulus elinde şans varken benimle birlikte o evden kaçmayı reddetti. Sence gerçekten burada olmayı hakediyor muydu?"
"Regulus asla bize karşı bir yanlış yapmadı." dedi James tersleyerek. "Kardeşini senden daha iyi tanıyacak değilim, ama-"
"Evet, belki burada topladığı bilgileri kimseye anlatmayacak." diye Sirius sesini yükseltti. "Ama cesur biri olsaydı zamanında bizim yanımızda olmayı tercih ederdi. Oysa yapmadı. Bu da tek anlama geliyor, günün birinde onlardan biri olacak ve hiçbirimizin onu geri çekmeye gücü yetmeyecek."
"Ben sadece bir şansı hakettiğini düşünmüştüm." derken James omuz silkti.
Euphemia masayı toplamaya yardım etmeleri için çağırdığında sessizce kenarda durup tabakları ve bardakları mutfağa yönlendiriyorlardı. Sirius, asasını tembelce oynatıp eşyaları hareket ettirirken kardeşiyle ilgili meseleyi bir kez daha düşündü. Zaman geçtikçe o aileyle birlikte dibe batıyor olduğu gerçeği ortadaydı. Erken davranıp kendini kurtarmadığı sürece batmaya devam edecekti ve Sirius, böyle bir durumun içinde pek fazla umut olmadığını biliyordu. Kardeşi katı bir Slytherin'di ve kaidelere uymak onun için en önde geliyordu.
Çiçekleri çoktan solmuş olan büyük bir vazoyu masadan kaldırırken eli boşaldı; bir anda asasının üzerindeki hakimiyeti kaybetmişti, vazo yere düşerek paramparça oldu. Sirius, insanüstü bir endişe içinde şişe kırıklarının üzerine doğru koşturup yere eğildi. "Olamaz."
"Sorun değil evlat." Euphemia yan taraftan seslere doğru çıkıp geldi. "Hemen temizleriz."
"Çok özür dilerim. Özür dilerim." Sirius mahcup bir halde kalkıp Euphemia'nın koluna yapıştı, gözleri yaşla dolmuştu. "Ben hemen telafi edeceğim, üzgünüm."
"Bir şey yok, Padz," James şaşkın bir halde ilerleyip Sirius'un omuzundan tuttu ve kenara çekip oradan uzaklaştırdı, "N'oluyor, sen iyi misin?"
Sirius derin derin nefes alıp vermekteydi. Kalbindeki sıkışıklık geçmeye başladığında yutkundu ve başını salladı. Bir şey söylemeden onu orada bırakıp uzaklaştı; ne olduğunu iyi biliyordu. Yemek masasında çatalı kaseye vururken fazla ses yaptığı için akşama kadar aç kalma cezası alan kardeşini, ve ya süt bardağını yere döktüğü için kafasına gümüş kupayla yediği güçlü bir darbeyi hiç unutmamıştı. Şimdi hatırladığında komiğine bile gidiyordu, ancak az önce yaşananların hiçte komik olmadığı kesindi. Vazoyu tamir etmek her halde Mrs. Potter'ın birkaç saniyesini bile almayacaktı.
Remus'u uzun bir süredir etrafta görmüyordu. Kalabalığı yarıp geçti ve dört bir yana baktı, en son elleri ceplerinde, bıkkınca bahçe kapısına varmıştı. Dışarısı bir hayli soğuktu, buna rağmen apaçık gökyüzünde yıldızlar yarın yokmuşçasına parlıyordu.
Arka taraftan konuşma sesleri duyduğunda ayakları çam ağacının oraya ilerledi. Ağacın arkasında saklanarak seslerin geldiği yöne baktı. Benjy Fenwick kollarını sıkıca Remus'un bedenine sarmaktaydı.