
mission
7 Aralık, 1976
Uyanmak istemiyor, sırnaşıp yorganı çekiştiriyordu ve seçme şansı olsaydı tüm gün gözlerini açmamayı seçerdi. Burası o denli rahattı ki ve bu koku. Saçma bir şekilde bebek pudrası gibi ve çikolata karışımı. İnsanı tatlı rüyalar görmeye yeltendirecek türden. İşte yataktan kalkmamaya bir bahane daha... Ama dur, odaya baykuş mu girmişti?
Gözlerini uyarılmış bir şekilde aniden açtı ve dört tarafı perdeli karyolasının tavanıyla bakıştı. Hayır tuhaf gurlama sesi tam da kulağının dibinden geliyordu. Kafasını sola çevirdi ve- Remus'un karnı.
Şimdi uykusuna karışmış o kokuyu, rahatlığı ve gurlama sesinin nereden geldiğini anlayabiliyordu. Etraf anormal derecede sessizdi. Remus göz kapakları sıkıca kapalı, kaşları çatık, dudaklarıysa üst dişleri görünecek kadar aralı uyuyordu. Ara sıra nefes sesi derin bir fısıltıya dönüşüyor, boğazına takılmış gibi küçük bir gık sesi çıkarıyor ve sonrasında tekrar normale dönüyordu. Bunu bütün sabah boyu izleyebilirdi.
Dakikalarca kıpırdamadan onu izledi, çözülmesi gereken bir sır gibi inceledi. Buradaydı işte, daha ne kadar yakın olabilirdi? James'in de, kendisinin de gözlerinde dostluk iki insanın ulaşabileceği en yüksek mertebeydi. Ve Remus onun en yakın arkadaşıydı, daha fazla ne istiyordu ki? Ona güveniyordu, Remus da ona güveniyordu, muhtemelen ölene kadar birbirlerinin sırtını kollayacak ve asla ihanet etmeyeceklerdi. Hem kendi adına, hem de onun adına emindi buna.
Kafasına vura vura susturmak istediği ya da asasını kendine doğrultmak istediği anlardan biriydi bu da. Normalde kızlardan hoşlanan biriyse, tam da şu an niye yanındaki çocuğun yüzüne bakarken nefesi daralıyor, midesi kasılıyor ve elleri terliyordu? Burada Sirius değildi, onun yanında Sirius gibi hissetmiyordu. Kendine karşı inanılmaz derecede bir tiksinti ve acıma duyuyordu.
Remus'un göğsüne koyduğu elini tuttu, bir süre parmağındaki yüzükle uğraştı. Sonra dirseği üzerinde dikelip yüzüne gelen saçlarını eliyle itmeye başladı. Saçları yumuşacıktı, tam da bir kurtun tüyleri gibi. Remus bir kere yutkundu ve gözlerini açtı.
Göz göze geldiler, Remus esnedi ve kaşlarını kaldırdı. Sirius irkilip elini geri çekmek istediğinde "Hayır," dedi uykulu sesiyle. "Devam et."
Sirius parmaklarını saçlarına geçirmeye devam etti, ön kısmını alnından geriye itiyor, Remus gözlerini kapatmışken parmak uçlarını başının arkasında gezdiriyordu. Sonda uysal bir şekilde başını geri itti, Sirius'un eli yanağına gelmiş halde öylece durdu. Nefesi derinleşmişti; gözlerini açmaya kendinde güç bulamıyor gibiydi. Sirius, kalbi takla atarken küçük parmağıyla çene hattını okşadı.
Bakışları tekrar buluşmuştu; güvence almak ister gibi kâh dudaklarına, kâh gözlerine baktı ve ihtiyatla yaklaştı. Artık aradaki mesafe iğne kadardı, yine de kasılıp kalmış gibiydi. Remus soluğunu derince içine çekti ve aniden, dünyadaki tek gerçek buymuş ve olmalıymış gibi açlıkla dudaklarını birleştirdi.
Her soluklanmak için ayrıldıklarında Sirius vahşi, doymak bilmez bir merakla geri dönüyor, kalp çarpıntısı bilincini yitirecek raddeye getiriyordu. Omuzlarından sıkıca tutup kendini bırakmışken Remus birden geri durdu. "Saçların," derken dudağının bir kenarını kıvırarak gülümsedi. Yataktan destek alıp dikeldi, Sirius'un yüzünü hafifçe çevirdi ve kolundaki tokayı çekiştirip çıkardı. Boynuna dökülen saçlarının hepsini eline toparlamaya çalışırken tam arkasında oturuyordu. Sirius, elinde olmayan bir tavırla geriye yaslandı. Remus'un sertliğini hissedebiliyordu, kayıtsız kalmak en son seçeneği olurdu.
Remus topladığı saç tellerini bırakmadan sırtından bastırarak yatağa itti; bir tarafdan saçlarını sıkıca kavramışken diğer eli aceleyle kemerine gitmişti. Sirius karşı koymadı. Yastığın kenarlarını kavrayıp var gücüyle sıktı, Remus üzerine eğilip bir şey söyleyecekmiş gibi kulağına yaklaşmış ve hareketleri biraz daha hızlanmıştı. Güçlükle çıkan her nefes sesi birer ödül gibiydi.
Bittiğinde ikisi de yatakta yan yana uzanmış, soluklanmaya çalışır bir halde sessizliğe gömülmüşlerdi. Gün ışığı perdelerin arasından sızmaya başladığında Remus bir çırpıda dikeldi, "Geç kalacağım." derken aceleyle üstünü giyinmeye koyuldu. Sirius bir şey yapmadan yorganı üzerine çekti ve ellerini başının altına yerleştirip, öylece çıkıp gitmesini izledi. Başka hiçbir şey değil ama boyunun biraz daha uzadığını düşünebiliyordu sadece. Bronz tenine beyaz tişörtünü geçirirken saç tutamları yine yüzüne düştü. Uzun zamandır duymadığı bir müziğin melodisini andırıyordu.
Beyin kimyası değişmiş gibi, büyülenmiş bir halde gözlerini tek bir noktaya dikip kıpırdamadan duruyordu. Aklında bir sürü soru birbiriyle bağdaşıp üst üste gelse bile şimdilik onları görmezden gelmek en iyisiydi. Tek bildiği şuydu ki, bunu asla hesaba katmamıştı. Ölene kadar ona her baktığında kalbi sıkışarak ve baktığı her yerde onu görerek yaşayıp gideceğini, dokunacak kadar yakındayken ellerini uzatamayacağını, bakışları onun ruhuna kadar görebiliyorken asla görülemeyeceğini, içinden yeşeren kılıcı geri ittirip hep kendi kalbini deşeceğini zannediyordu. Artık o bataklıkta bir lotus çiçeği açmıştı.
Geri kalan hiçbir şeyin ve hiç kimsenin bir anlam taşımadığı gün gibi açıktı. Okul, aptal geziler ve eşek şakaları - devam edecek miydi, elbette edecekti, sadece hepsinin elle tutulurluğu bir anda kaybolmuş, dumanın ortasında somut bir şey belirmişti. Sanki bir yerlerde birileri hep onları anlatıyordu artık, yıllardır herkes onlardan bahsediyordu, Slytherin olması gerekirken Gryffindor'a seçilen, okulun altını üstüne getirip haftanın yarısını cezada geçiren bir Black ve erken yaşta çekmemesi gereken acıları çekip ömür boyu bunun sonuçlarına katlanmaya mahkum, yine de kaçık okul müdürüne savaşta yardım etmekten çekinmeyip hayatını riske atan, kütüphane çocuğu, Çapulcular'ın en sessizi, buna rağmen kalbindeki mağarada en değerli hazineleri gizleyen Remus, Remus Lupin.
Tam o sırada, eşofmanını geçirip pencere karşısında sigarasını yakmaya çalışırken geri geri adımladı, düşmekten son anda kurtulup sigarayı fırlattı ve asasıyla ceketini kaptığı gibi odadan dışarı fırladı. Söz vermişti, Remus'u yalnız bırakmayacaktı ve göreve kendi başına gitmesine asla izin vermeyecekti. Can havliyle merdivenlerden inerken salondaki tuhaf bakışları görmezden gelip kendini hızla portre deliğinden dışarı attı. Nerede olabilirdi ki, çoktan gitmiş olmalıydı. Pencereye yaklaşıp kazağının koluyla buharı alelacele sildi, avuçlarını gözlerinin kenarına koruma yerleştirip yüzünü şişeye yapıştırdı; çıkıştan oldukça uzakta Hogsmeade yolunda bir karartı gözüküyordu. İmkansız bile olsa yürüyüşünden Remus olduğunu anlamıştı. Yeniden merdivenlere yüz tuttu.
Hogwarts'tan nefret ediyordu. En çok da merdivenlerinden. Neden bu kadar yüksek ve fazla basamaklı olmak zorundalardı ki- işte, topuğa kadar gelen karın üzerine bastı. Görünmezlik pelerininin ceketinin cebinde olması acemi şansıydı, bir yandan pelerine bürünürken bahçede koşmaya başladı ve Accio büyüsüyle süpürgesini çağırdı. Dışarıda sahipsizce uçan süpürgeye ters ters bakan Filch'in dikkatli gözlerinden kaçınmaya çalışarak elinde Nimbusuyla bir süre koşturdu ve gözden uzaklaştığı anda üzerine çıkıp hızla köy yolunda uçmaya koyuldu. Bir dakika geçmeden Remus'un yanına varmıştı.
"Tahmin etmeliydim." Remus şaşırmış görünmüyordu, hatta yüzünde belli belirsiz, tatmin dolu bir sırıtış da sezilebilirdi.
"Seni Dumbledore'un götüreceğini sanıyordum."
"Hayır," Remus ellerini ceplerine sokup kendinden emin bir şekilde omuz silkti. "Cisimleneceğim."
Sirius'un gözleri fal taşı gibi açıldı. Bunu aklının ucuna bile getirmemişti. Bir yandan hayranlık, bir yandan hasetle Remus'u süzerken "Birlikte cisimlenelim." diye diretti.
Remus sürekli bakışlarını kaçırmasına rağmen bu sefer inatla gözlerini kenetledi ve "Burada olacağım. Birkaç saat içinde." dedi güven verir bir sesle. Etrafı kolaçan ederek bir ağacın kenarına çekilirken son kez "Sen diğerleriyle birlikte derslerine katıl. Döndüğümde bir de bununla uğraşmak istemiyorum." dediği an, yüksek bir ÇAT sesiyle ortadan kayboldu.
Güneş çoktan bulutların arasında kaybolmuştu, ağır ağır yağan karın sessizliği sinir bozucuydu. Bir süre yerinde kalıp Remus'un az önce kaybolduğu yere boş boş bakmayı sürdürdü. Pelerinin altına iyice saklanıp süpürgesini çekiştirerek okula dönüş yolunda ilerlemeye koyuldu.
Elbette, Remus daha önemliydi. Bu eski okuldan, çok bilmiş büyücülerden, daha önce dediği gibi aptal gezilerden ve en önemlisi, savaştan. Ama ne yazık ki Remus kendisi böyle düşünmüyordu, üstelik James de her zaman ona katılıyordu. Keşke elinde olsaydı, diye düşündü, zaten lekeli bir ailenin başarısız çocuğuyken, kendini feda etseydi ve diğer kimse incinmeseydi. Keşke bir kehanet çıkıp da Sirius Black ölürse diğer herkes kazanacak deseydi.
Ya da en azından Moony'yi yakalayıp bu tehlikeden geriye çekmenin bir yolu olsaydı. Burada kalıp derslerine devam etse ve hiçbir kötülüğe bulaşmasa olmaz mıydı? Böylesi yanlıştı, orada, kurtadamların yanında, onlardan biri gibi... Belki zamanla kurtadamlar aklına girecekler. Belki onu kendilerinden birine dönüştürecekler. Belki hiç istemediği bir şey yapacak, Remus Lupin, karşı çıkmaya bile yeltenmediği arkadaşlarını düşman belleyecek...
Çıkış kapısında James'i görmesiyle zihnindeki bu karmaşanın sona ermesi bir olmuştu. Çalıların arkasından yüksek bir fısıltıyla seslendi ve çok geçmeden James yanında, pelerinin altındaydı. "Nerelerdesin? Haritayı bir türlü bulamadım, senin yüzünden pencereden bakarak Remus'u aramak zorunda kaldım!"
"Gözlerini kullanmak zorunda kaldığın için üzgünüm." James çalıya takılan ayakkabılarını kurtarmaya çalışırken söylendi, "Harita bende."
"Artık gerek yok." Sirius sinirle parladı, "Suratında Bombarda patlatmak zorunda kalmadan gidelim buradan, hadi."
Rüzgar şiddetleniyordu, başlarını eğip gezinen birkaç büyücüden kendilerini saklayarak Üç Süpürge'ye vardıklarında derin bir nefes aldılar. Etrafın iyice göründüğü bir pencere kenarında otururken "Remus görevde mi?" diye sormuştu James, gizlice.
Madam Rosmerta yaklaştı, izinsiz burada olmalarını onaylamayan bakışlar atsa bile ikisinin de umurunda değildi. En fazla McGonagall'a şikayet ederdi ve birkaç gün cezaya kalırlardı. Tek düşündükleri bir an önce neler olduğunu anlatabilmekti. Madam Rosmerta siparişlerini alıp uzaklaştığında "Ya Greyback çoktan hain olduğunu anlamışsa?" diye Sirius masanın üzerinden James'e uzanarak fısıldadı. "Belki de şu an İmperius laneti altındadır. Nereden bilebiliriz?"
"Dumbledore böyle küçük detayları kaçırmaz, merak etme." derken James emin bir halde arkasına yaslandı. "Nasıl yerlerde adamlarının olduğunu tahmin bile edemezsin. Annemle babam Yoldaşık'a katıldı. Bilgileri gizliyorlar ama ben tabii mektuplarından bile bir şeyler çıkarabiliyorum."
"Biz de katılalım?" Sirius hemen atladı.
"Onyedi olmayı beklememiz gerek - ama sanırım sen katılabilirsin. Eminim seni gururla aralarına alacaklardır," James bakışlarını kaçırdı, "Herkesin beklediğinin aksine bir Black'in Yoldaşlık'a katılması düzenleri değiştirecektir. Ama önce Noel'de Dumbledore'la ve diğer üyelerle konuşmalısın."
Madam Rosmerta iki bardak kaymakbirasını masaya bıraktığı sırada kapı açıldı, rüzgarın getirdiği karla beraber içeri biri kumral ve diğeri sarışın iki çocuk girmişti. Kumral olan durmadan gülümsüyordu ve birbirlerinin belinden tutmuşken ilerleyip boş masalardan birine oturdular. Sirius, "Bunlar kim?" diye sordu kafasının küçük hareketiyle.
James esneyerek bakındı, gözlerini kıstı ve "Hufflepuff'tan olmalılar. Geçen Lily cezaya bırakmıştı sanırım. Neden?"
Sirius yutkundu, boş bir cevap verip geçiştirebilirdi ama soracak başka fırsatı bulur muydu bilinmezdi.
Kaymakbirasından bir yudum aldı ve boğazını temizledi.
"Herhalde..." dedi çekinerek, "Aralarında bir şey var gibi duruyor."
James rahatsızca gözlerini kırpıştırdı, dönüp bir daha onlara baktı. "Bilmiyorum... Seni neden ilgilendiriyor?"
"Hayır. Yani, ilgilendirmiyor. Ben sadece fikrini öğrenmek istedim."
James kaşlarını kaldırdı. "Neden fikrimi öğrenmek istedin?" diye sordu merakla.
"Remus'tan hoşlanıyorum."
İşte bu kadardı. Gözlerini kapattı ve yara bandını koparır gibi söyledi. Kalbi ağzında atıyordu, etraf bir anda fazlasıyla gürültülü gelmeye başladı. Ne göreceğini tahmin edemeden göz kapaklarını aralayıp James'e baktı.
Bomboş bakan gözleri, açık ağzı ve nefes almamasına bakılırsa, James az önce hayatının şokunu yaşamıştı. Bir şey söylememesini diledi, büyük ihtimalle dalga geçecekti. Zamanı geri alabilseydi, böyle bir şeyi asla söylemezdi.
"Yani..." James'in yüzü parçaları yerine oturtuyormuş gibi aydınlanmaya başladı, siyah bir delik halinde görünen ağzı gitgide düz bir çizgiye dönüşüyordu. Sirius durdu ve hazmetmesini bekledi.
"Nasıl bir şey olduğuyla ilgili bağlantı kuramıyorum." dedi yavaşça. Ah, hayır, bu koşullarda dalga geçmesi çok daha makul olurdu.
"Biliyorum, Prongs, ama bu beni farklı yapmıyor, anlıyorsun değil mi?"
"Elbette. Elbette öyle."
Küçük bir sessizlik çöktü. Sirius artık ipin ucunu kaçırmışken daha fazla konuşabilmeyi dilerdi, yine de ne diyeceğini bilemiyordu.
"Üzgünüm, Paddy." Sessizliğin ardından James anlayışlı bir sesle konuşmaya başlamıştı. "Bunu beklemiyordum," derken güldü, "Gerçekten beklemiyordum, anlarsın ya? Senin benden beklemediğin kadar ben de senden beklemiyordum. Ama bu arkanda olmadığım anlamına gelmiyor. Sadece anlamıyorum, başka bir dünya gibi hissettiriyor."
"Lily'ye nasıl hissettiğini düşün." Sirius hâlâ tuhaflık duysa bile, konuşmanın tek çıkar yol olduğunu bildiğinden devam etti. "Aynı şey. Yemin ederim ki aynı şey."
"Biliyor mu?"
"Emin olamıyorum." Sirius, duraksadı. Sabahın ardından aralarında oluşan tuhaf sessizlikten hâlâ bir anlam çıkaramamıştı. Üstelik Remus her zamankinin aksine soğuk gibiydi; konuştuğunda sertçe konuşmuş, bir an bile gülümsememişti. Göreve gitmenin stresiyle alakalı olduğunu umut ediyordu.
Zonko'nun Şaka Dükkanı'na uğradılar. Birkaç tezek bombası ve gelecek eşek şakası için yeni şeylere bakındıklarında Remus gideli neredeyse iki saat oluyordu. "Demek sen o yüzden..." James düşünceli görünüyordu.
"Demek ben ne?"
"Bilirsin, en son üçüncü sınıfta Emmeline Vance'tan hoşlandığını söylemiştin. Ben de düşünüyordum ki... O kızın yüz çizgileri fazlasıyla Remus'u andırıyor-"
Sirius köpekdişli frizbileri yoklarken güldü. "Her halde beynimin bir yanıltmacasıydı."
"Peki ne zaman anladın?"
"Küçük kürk sorununu öğrendiğimiz zamandan bir süre sonra. Onu orada- barakada yalnız başına bulmuştum ve kanlar içindeydi, kollarıma tutunup nefes nefese adımı söylemekten fazlasını yapamıyordu. Acıma ya da empati değildi. Bundan eminim, saf bir şeydi, öylece içime tohumları serpildi." Ve ben de her gün usanmadan onları suladım, daha ilk günden kurutabilecekken aksine, yeşermeleri için elimden geleni yaptım, diye içinden söyledi Sirius.
Isıran fincanların da parasını ödeyip dükkandan çıktıklarında dışarıda parlayan asa görmeleri ikisinin de adımlarını hızlandırdı.
Remus dizleri üzerine çökmüş, kıyafetinin omuz kısmı yırtılmıştı ve oradan derin bir yara görünüyordu.