it never rains in london

Harry Potter - J. K. Rowling
Multi
G
it never rains in london
Summary
"Bitmedi." Sirius tekrar pencereye döndü. Dışarıda birkaç baykuş uçuyordu, kar yağışı durmuştu. Yüzükleriyle uğraşmaya başladı. "Savaş bitmediği sürece bunun gibi şeyler hep yaşanacak. Hatta daha beteri.""Savaş bitecek.""Ama biz öleceğiz."James sustu, gözleri duvarda anlamsız bir noktadaydı.Sirius devam etti. "Bunu ikimiz de biliyoruz, James," dedi, "Er ya da geç, bizi bekleyen ölümden başka bir şey değil. Hepimizi. Dumbledore'u bile."James elini saçlarından geçirdi, onaylar anlamda kafasını salladı. "Bu savaş Voldemort'a karşı değil." derken gülümsedi. "Voldemort da, biz de ölüme karşı savaşıyoruz. Önemli olan kimin erken kaybedeceği."Gözleri keskince buluştu, bir antlaşma gibiydi.
All Chapters Forward

happy birthday

3 Kasım, 1976

Onyedi oluyordu. Büyücü dünyasında resmen bir yetişkin olacaktı ve bunun nasıl bir fark yaratacağını tahmin edemiyordu. Her sabah yaptığı gibi, dişlerini fırçalayıp, üniformasını giyip hep olan şeyleri tekrarlayacak ve sadece onaltı değil onyedi olacaktı, bir de belki birkaç öncelikler. Şimdiye kadar aklının ucundan geçmeyen bu düşünceler, doğum gününe uyandığı sabah karyola perdelerinin arasından tavana bakarken bir o tarafa bir bu tarafa dönüyorlardı.

Hafifçe Remus'un yatağının perdesini araladı, oradaydı, derin bir uykuda. Kurtadamların yanından erken dönmüş olmalıydı, yine de yorgun görünüyordu. Perdeyi kapatıp, yatağının karşısındaki yığınla doğum günü hediyelerinin yanından geçerek yavaşça pencerenin önüne adımladı. Gündoğumu ufukta dağların ardından olağanüstü bir manzara yaratıyordu. Oralarda, aklının ermediği uzaklıktaki yaşamları merak etti, büyücü olmayanlar, saçlarını istediği renge boyayıp sabaha kadar motorsiklet sürenler, yabancı dilde konuşanlar, Japonya, belki Fransa.

Hogwarts'ı seviyordu; bir zamanlar Grimmauld Place'i de sevdiğini söylediğini hatırladı. Ama dünyada iki şey - kelimeler ve duvarlar, hiçbir önem arz etmiyordu. Üstelik büyü. Kendini hiçbir yere ait hissetmedikten sonra, asa'ndan soğuk su çıkarabilme özelliğin ne işe yarardı ki.

Ayak seslerini duyduğunda arkasına baktı. Remus kalkmış, sersem bir halde yüzünü ovuşturuyordu. "Günaydın." derken uykulu gözlerle Sirius'a baktı.

Sirius dudağının bir tarafıyla hafifçe gülümsedi. "Görev nasıldı?"

"Astronomi kulesi?"

Diğerlerini uyandırmamak için giyinmeden, pijamalarıyla odadan çıktılar. Harita sayesinde kimseye görünmeden güvenle kuleye vardıklarında güneş ışığı karşıda açılan gölü kusursuzca aydınlatıyordu.

Remus sütunlardan birine yaslanıp oturdukları sırada bir sigara uzattı. Sirius normalde olduğunun aksine bu sabah hiç uykulu hissetmiyordu, tamamen ayılmıştı, sigarayı aldı ve dudakları arasına götürdü.

Remus, "Greyback'e saldıracağım." dedi dalı uzaklaştırıp soluğu buz gibi havaya üflerken.

"Aklında böyle bir şeyler olduğunu tahmin ediyordum." derken Sirius şaşırmış görünmüyordu. "Seni ikna etmeye çalışmayacağım bile. Bir planın var mı peki?"

"Hayır." diye güldü Remus. "Sadece tek bir şey var. Greyback dönüşüm geçirmediği zamanlarda benden daha dayanıklı. Bedenini kullanmayı iyi biliyor, asasız büyülerde bile gelişmiş durumda. Ama dönüştüğü zaman... İşte o zaman durumlar değişiyor. Yaşlı olduğu için kurt bana oranla daha güçsüz. O yüzden tek planım ona dolunayda saldırmak. Nerede, ne zaman, orasını bilmiyorum."

Kavga edecek enerjisi yoktu. "O senin boyunu aşar," dedi sakince. "Başka her türlü konuda arkanda olduğumu biliyorsun ama Greyback konusu senin harcın değil, bunu iyice bir anlamanı istiyorum."

"Bana güveniyor." Remus sırtını dikleştirdi, inandırmaya çalışır gibi hevesle konuşmaya başladı. "Belki onu öldürmem; ama benim onlardan olmadığımı anlamasını ve ona nasıl bir darbe indireceğimi düşünüyorum. Güveninin sarsıldığı an yüzündeki o ifadeyi."

"Sonra da kellenin uçmasını." Sirius, eliyle apaçık bir şeyi gösteriyormuş gibi işaret etti. "Her türlü çok tehlikeli. Yoldaşlık'ın işlerini de tehlikeye sokacaksın."

Remus kaşlarını çatarak, "Orasını sen merak etme." dedi hınçla.

Kısa bir sessizlik oldu. Sonrasında, "Bazen benim de bir düşmanım olsa keşke diye düşünüyorum." diye nasıl olduğunu anlamadan, kelimeler Sirius'un ağzından dökülmüştü.

"Nasıl yani?"

"Bazı insanları öldüremiyorsun. Onlara karşı savaşamıyorsun. Öylece sana zarar vermelerini izleyip üstüne onların iyi olmasını dilerken buluyorsun kendini."

Remus dakikleştirmek ister gibi baktı. "Mesela?"

"Annem. Babam. Reggie." Ve sen, diye fısıldadı beynindeki ses.

Remus suskunlaştı, ne diyeceğini bilemiyordu besbelli. "Keşke diyorum," diye devam etti Sirius. "Keşke biri olsa da, ona saldırıp, onu öldürüp bütün hıncımı çıkarabilsem. Keşke benim de bir Greyback'im olsa."

İkisi de hunharca güldüler. Sigaraları aynı anda bitmişti; yenisini alıp yaktılar ve Sirius derince içine çektiği duman tıkandığında birkaç kez öksürdü.

"Canın acıdı mı?"

Sirius yanyana duran ayaklarının ten rengini karşılaştırırken duymazdan gelmeye çalıştı. Ama hayır, gayet duymuştu. Potter'ların banyosu ve o hastane odasının köşesindeki yer gözleri önünden geçti. Neden bahsettiğini iyi biliyordu.

"Fazla değil." diye yalan attı, asasıyla yerde hayali bir şeyler çizerken.

"Neden yaptın?" Remus sigarayı uzaklaştırıp ona baktı.

Sirius duraksadı, o zamanı hatırlamak beyninde bir akrep dolaşıyormuş gibi hissetmesine yol açıyordu. "Seni Snape'e sattığım için." dedi başını kaldırmadan. "O zaman üzerimde Veritaserum kullanıldığından haberim yoktu tabii."

Remus bir şey demedi, dalgın görünüyordu. Sirius, "Düşündüm ki," diye devam etti, "Kendimi cezalandırmam gerekiyormuş gibi hissettim. Grimmauld Place'e geri dönmeyi, ya da bu okulu bırakmayı bile düşündüm. İyi olan hiçbir şeyi haketmediğimi düşündüm. Cezalandırılmam gerekiyordu. Hatta şimdi bile öyle düşünüyorum."

"Sırf alıştığın için ceza çekmekten yorulmuyor olman onu hakettiğin anlamına gelmiyor." Remus son sigarasını yerde söndürürken konuştu.

-

Kasımın bu kadar güneşli olması normal değildi, Slytherin'lerle birlikte bir Bitkibilim'in ardından seralardan ayrılırken okul cüppelerinin içinde sıcaktan kavruluyorlardı.

"Biz..." James Remus'la Peter'a tuhaf bakışlar atarak mırıldandı. "Küçük bir işimiz var. Sonrasında kulede olacağız, tamam mı?"

Sirius, sanki sürpriz bir doğum günü partisi hazırladıklarını bilmiyormuş gibi kafasını salladı ve arkalarından gözlerini devirerek güldü. Üçü birlikte kuleye koşturuyorlardı, Remus arkadan seslenerek diğerlerine hararetle bir şeyler izah etmeye çalışıyordu. Bir yandan tatmin olurken, bir yanı rahatsızdı.

Bu rahatsızlığın ne olduğunu çözmeye çalışarak yavaşça adımlarken, "Sirius." diye bir ses duydu arkasından. Dönüp baktı.

Kardeşi, çekingen bakışlarla biraz ötede durmuştu. Sirius sorgulamadan, hemen yanına yaklaştı. Karşı karşıya birkaç saniye durarak birbirlerine baktılar ve Sirius "Nasılsın?" diye sordu, tuhaf sessizliği bölmek için.

Seralardan ayrılıp yürüyen Slytherin'lere bir bakış atarak Regulus kaşlarını çattı. "Fena değilim." dedi, ancak bunu öyle bir biçimde söylemişti ki, küfür ediyor gibiydi.

Sirius hemen anladı. Onunla uyum içinde bir sohbet ederken diğerlerine görülmek istemiyordu, o yüzden kavga numarasına el atmıştı. Biraz bekledi ve herkes uzaklaşıp etrafta sadece ikisi kaldıklarında, "Mary'yle aranız nasıl?" diye sordu.

"Niye sordun?"

"Merak ettim. Siz ikinizi hiç... tahmin bile edemezdim."

Regulus bakışlarını kaçırdı. Duvarlarını yıkmaya yol açacak herhangi özel bir konu açıldığında hep yaptığı gibi. "Onunla takılmak kafamı karıştırıyordu." dedi asasıyla oynayarak. "Uygun değildik. O yüzden uzaklaştım."

Sirius, anlayışla başını salladı. Mary Mcdonald'ın içi dışı Gryffindor aslanı gibi kükrüyordu, dürüsttü, eğlenceli ve güvenilirdi. Regulus'u düştüğü çukurdan çıkarabilecek biri varsa o da Mary'ydi. Ancak Mary'nin eğlence amaçlı kullandığı Black Beauties¹'i Regulus kendine zarar verecek bir şeye dönüştürmüş, kontrolü kaybetmişti. Bu herşeyi açıklıyordu; belki de çukurdan çıkmak, canını daha fazla acıtacaktı.

"Ben sadece tebrik etmek istedim." Regulus gülümsemeye çalıştı.

Sirius emin olamadan yaklaştı. Kollarını sıkıca kardeşine sardı ve "Mersi." dedi gülümseyerek.

Bu kısa sarılmanın ardından ayrılıp birlikte kuleye yürürlerken Regulus "İnanmayacaksın ama, Narcissa da seni tebrik etmemi istedi." dedi hevesle, "Geçen Malfoy'lara aile ziyaretine gitmiştik. Bilirsin, yeni evlendi."

Sirius şaşkınlıkla, "Teşekkürlerimi iletirsin." diye konuştu.

"Je puis.²" dedi Regulus, ve merdivenlere ulaşırken, "Görüşürüz." diye ekledi.

Sirius onun dönüp gitmesini ve gitgide yok olan adımlarını izledikten sonra bir partiye varması gerektiğini hatırladı.

Şişman Leydi'ye parolayı söyleyip içeri girdiği an konfetiler patlatılmış, bağırışlar kopmuştu. Tanıdık tanımadık herkesin tebriklerini kabul ettikten, oyunlar, eğlence ve danstan sonra salonda gitgide insanlar azalıyordu. Sirius geriye en yakınlar kalana kadar dans etmeyi ve sohbeti kesmemişti, ancak sonunda yorgun bir halde koltuğa çöktü. İçkiyi fazla kaçırmamıştı, Halloween'de olduğu gibi abajurlara tırmanmıyor ve ya halıyı yalamıyor oluşu, bunu ispatlıyordu.

Marlene kızları başına toplamış, sezonluk tavsiyelerinden saydırıyor, James ise Peter ve Remus'la sigara markalarını tartışıyorlardı. Sirius aralarından sıyrılıp bir kadeh viski daha koymak için Mary'nin yanına ilerledi.

"Doğum günü çocuğu yalnız mı kalmış." Mary dalga geçtiğinde güldü. Gümüşi renkte elbisesi gece boyunca bütün gözleri üzerine çekmişti, göz alıcı makyajından ise bahsetmeye değmezdi. Sirius bütün bunların kendine özel olmadığını biliyordu, Mary sadece her zaman bir parti arar ve süslenmeye bayılırdı.

"Reggie'yle ayrılmışsınız." dedi, ikisi masaya yaslanıp viskilerini yudumlayarak, salonda geri kalan beş altı kişiyi izlerlerken.

"Öyle oldu." Mary kafasını salladı. "Tuhaftı. Kavga etmedik, asaları çıkarmadık, kırıcı hiçbir şey yoktu. Normalce ayrıldık. Buna hiç alışık değilim."

"Hiç sorun etmiyor gibisin."

"O özel biri." Mary gülümsedi. "Birlikte ya da ayrı olmamız farketmez. İhtiyacı olduğunda hep burada olacağımı biliyor, ben de öyle. Regulus sadece..."

Sirius kadehi masaya bıraktı, "Sadece- ne?" diye sordu dikkatle.

"Yorgundu." Mary yavaşça cevapladı. "İnsanüstü bir yorgunluk. Öyle ki, adı geçtiğinde yorgunluk kelimesi de beraberinde geliyor benim için."

Sirius "Az önce gördüm, gayet sağlıklıydı." diye sıkıştırdı.

"O türden bir yorgunluk değil. Kendini öldürmek için geçerli bir sebep arıyor gibiydi. Ve inan bana," Dolmuş gözlerini kaçırdı. "O sebebi bulduğunda bir saniye bile tereddüt etmeyecek."

Midesi bulanıyordu, Mary onu orada kafası karışık bir halde bırakıp gittiğinde kadehi fondipledi ve yenisini aldı. Düşünmek istemiyordu. Artık pişmanlık ya da acı duymak istemiyordu.

Koltukta tek başına kalmış Remus'un yanına geçti. Peter şimdi ortalardan kaybolmuş, James ise Lily'ye yanaşmıştı.

"Ondan hoşlandığını söylüyor." Remus fısıldadı.

Sirius esneyerek "Kim?" diye sordu.

"Lily. Prongs'a karşı bir şeyler hissediyor."

"Ananı sikim-" Sirius şok içinde dikelip yüzüne baktı, yuvarlak halde olan ağzı gitgide bir sırıtışa dönüştü. "Doğru mu bu?"

Remus "Bizzat söyledi." derken göz kırptı. "Çok geçmeden çıkmaya başlarlar."

"Marlene'e yazık oldu." Sirius gözlerini kısmışken konuştu.

"Marlene mi? O niye?"

"Umutsuz vakasın." derken hayalkırıklığı içinde başını salladı, "Lily'e hayranlık duyduğunu hiç farketmedin mi?"

Uydurmuyordu. Bunu geçen yıl da farketmiş, yaz tatilinde çoktan aklından silinip gitmişti. Görünen o ki, bu sene de Marlene hâlâ Lily'ye bakarken aralıksız dudak ısırmalarını toparlayamamıştı, şu anda bile.

Remus dedikodunun etkisinde eliyle ağzını kapattığı sırada Sirius ne kadar- hoş olduğunu düşünmeden edemedi.

"Marlene de mi?" Remus bağırmamak için kendini zor tutmuştu.

"Marlene de, derken?"

"Yani..." Remus panik içinde toparlamaya çalıştı, "Damocles yüzünden söylüyorum. O da-"

"Anladım." Sirius lafını kesti. "Aslında ben şaşırmıyorum. İnsanlar artık böyle şeylere şaşırmamalı."

"Ben antika bir kurtadamım, yalnız."

Güldüler. Sirius, şömine alevleri yükseldiği için mi, viski yüzünden mi bilinmez, sıcaktan alnının terlediğini hissedebiliyordu. Saçlarını koltuktan bulduğu kalemle dağınıkça topladıktan sonra Remus'la göz göze geldi.

"Bir erkekle sevişir miydin?"

Bunu sorması yüzünden içindeki başka bir Sirius beyninin duvarlarını tekmeliyordu. Stresten tırnaklarını avuçlarına batırırken bir yanıt umuduyla gözlerini ayırmadı.

Remus kızarmıştı, ancak düşünceli görünüyordu. "Evet." dedi bölük ama kararlı bir sesle. "Nasıl bir hiss olduğunu merak ediyorum. Sanırım ileride biriyle deneyeceğim."
.
.
.
.
.
¹Black Beauties - 70'lerde oldukça popüler bir uyuşturucu çeşidi. Haplar siyah renkte olduğu için böyle denilirmiş.
²Je puis - Yapabilirim. (fransızca)

Forward
Sign in to leave a review.