it never rains in london

Harry Potter - J. K. Rowling
Multi
G
it never rains in london
Summary
"Bitmedi." Sirius tekrar pencereye döndü. Dışarıda birkaç baykuş uçuyordu, kar yağışı durmuştu. Yüzükleriyle uğraşmaya başladı. "Savaş bitmediği sürece bunun gibi şeyler hep yaşanacak. Hatta daha beteri.""Savaş bitecek.""Ama biz öleceğiz."James sustu, gözleri duvarda anlamsız bir noktadaydı.Sirius devam etti. "Bunu ikimiz de biliyoruz, James," dedi, "Er ya da geç, bizi bekleyen ölümden başka bir şey değil. Hepimizi. Dumbledore'u bile."James elini saçlarından geçirdi, onaylar anlamda kafasını salladı. "Bu savaş Voldemort'a karşı değil." derken gülümsedi. "Voldemort da, biz de ölüme karşı savaşıyoruz. Önemli olan kimin erken kaybedeceği."Gözleri keskince buluştu, bir antlaşma gibiydi.
All Chapters Forward

belby

Ekim sonları, 1976

Ekimin üçüncü haftasına doğru dönemin ilk Hogsmeade gezisi geldi. Sirius, okulda artan sıkı güvenlik önlemlerine rağmen bu gezilere hala izin verilip verilmediğini merak ediyordu, ama tünellere ve pelerine gerek kalmadan gidebilecek olmalarını öğrendiğinde sevindi.

Gezi günü yağmurdan gözlerini açmaya fırsatları yoktu. Köye giden yolda James'le Peter koşar adım gidip ilerideki meyhanelerden birine girmişti. Sirius, saçları çoktan ıslanmışken hızını almıyordu, yine de durup en arkada kalan Remus'un gelmesini bekledi. Deri ceketini hızla çıkarıp ikisinin başı üzerine tuttu ve birlikte koşup aceleyle Domuz Kafası'na girdiler.

Uzun, korkunç görünümlü barmen "Ya sipariş verin ya da siktir olun." diye dramatik bir edayla başları üzerinde durduğunda Sirius iki bardak ateşviskisi rica etti.

Remus gülümseyerek "James bana Snape olayını anlattı." dedi. "Herşeyi biliyorum."

"Öyle mi?" Barmenin bırakıp gittiği ateşviskisinden bir yudum almışken Sirius başını salladı. "Ona söylememesini demiştim."

"Bilerek değildi. Snape'le atışıyorlardı ve ona söylediğinde duydum. Sonra da anlatması için sıkıştırdım." Sirius'un cevap vermediğini görünce devam etti. "Niye önceden anlatmadın bana?"

"Bir fark olmayacaktı." Sirius omuz silkti. "Her türlü Snape bilmemesi gereken bir şeyi öğrendi, bunun da tek suçlusu benim."

"Kontrolünde olmayan bir şey için kendini suçlayamazsın." diye parladı Remus. "Asıl suçlu olan benim. Sana güvenmeliydim."

"Unutalım." Bitirdiği bardağı geri itip barmene işaret verirken fısıldadı. "Görev nasıl gidiyor?"

"Şimdiye kadar birkaç küçük saldırı planlamışlardı, ama Yoldaşlık engellemeyi başarmış."

"Yoldaşlık mı? O da neyin nesi- Oh, Zümrüdüanka Yoldaşlığı'ndan bahsediyorsun."

"Sihir Bakanı'na en yakın Seherbaz'a saldıracaklardı," diye başıyla onaylayarak devam etti Remus, "Daha yeni cisimlendikleri an yakalanmışlar. Yakın zamanda Esrar Dairesi'ne girmeye çalışacaklarını biliyorum. Dumbledore girmelerine izin vereceklerini söyledi; oradan cisimlenemeyecekleri malum. Onları Bakanlık'ın içindeyken yakalamanın daha güvenli olduğunu düşünüyor."

"Pft," Sirius eliyle bir şeyi kovalar gibi yapıp güldü. "Dumbledore'un güvenlik anlayışına pek inandığım söylenmez."

"Biraz kafadan kontak olduğu doğru." Remus hâlâ bitirmediği ateşviskisi bardağıyla oynarken konuştu. "Ama... Bilmiyorum. O olmasaydı, bütün bunları kim yapacaktı? Kendini savaşa adamış durumda. Hem- Babam uzun zamandır iş arıyordu, Dumbledore ona iş verdi."

Sirius, "Öyle mi?" diye sordu şaşkınlıkla. "Ne işi peki?"

"Yakında Sihirli Yaratıkların Bakımı öğretmeni olarak başlayacak." diye Remus mutluluğunu gizlemeye çalışır gibi bakışlarını kaçırdı.

"Senin adına çok sevindim." Sirius istemsizce masanın üzerinden uzanıp elini Remus'un elinin üzerine koydu, ve bakıştıkları an hemen geri çekti. "Peki-" diye konuyu değişmeye çalıştı, "Profesör Dawson'a ne olacak?"

"Noel'de emekliliğe ayrılacak diye biliyorum."

Dışarı çıktıklarında yağmur durmuştu, yine de olağanüstü bir soğuk vardı. Ancak ateşviskisi vücutlarını ısıtmış olmalıydı ki, başka bir yere girmek yerine sokaklarda yürümeyi tercih ettiler.

"Görevin ne zamana kadar devam edecek?" Sirius, her ne kadar sorma dürtüsüyle savaşsa da kendini tutamamıştı.

"Bilmiyorum." Remus yürürlerken küçük bir taşı tekmeledi. "Belki yarın biter, belki de savaş bitene kadar sürebilir."

"Siktiğim kurtadam bacaklarını biraz yavaş hareket ettir." Remus'a yetişmeye çalışırken isyan etti.

Remus gülmesini saklamaya çalıştı, "Bence bırakman gerek." diye Sirius çıkıştığındaysa, kaşları çatılmıştı. Aniden durdu.

"Ne demek istiyorsun?"

"Yani bilirsin, gereken herşeyi neredeyse yaptın. Hem yeterince sorunun var. Böyle işleri biraz da bize bırakman doğru olur."

"Ne yani," Remus hemen parladı, "Bu görev yüzünden, sırf Fenrir Greyback emretti diye kadın bir muggle'ı parçaladım, ve sen sırf sahne ışıklarından biraz uzakta kaldın diye vazgeçmemi mi bekliyorsun?"

Sirius, ağzı yarı açık, orada öyle duruyordu, besbelli afallamıştı ve söyleyecek şey bulamıyordu.

"Sikeyim, öyle demek istemedim-"

"ÇÜNKÜ SİRİUS BLACK HEP ÖNDE OLMALI, SEÇİLMİŞ KİŞİ GİBİ DÜNYA HEP ONUN ETRAFINDA DÖNMELİ, DEĞİL Mİ?"

Sanki her zaman Remus'un aklından geçmiş her tür acı ve küskünlük şimdi açığa çıkıyordu: baskı yüzünden asabının bozuluşu, belki de Çapulcular'a sonradan katılmakla dışlanmış hissedişi, dolunaylar, Greyback derken, hepsi zincirlerinden boşalmıştı. Sirius bunları anlıyordu. Ne zamandan beridir ona bağıran birine karşı gelmediğini hatırlamıyordu, tek bildiği dolunayın yaklaştığıydı. O yüzden öylece susup söylenilenleri hazmetti.

"Remus-"

"HABERİN VAR MI? DÖNÜŞÜMDE KEMİKLERİMİ TEKER TEKER BALTAYLA KESİYORLAR SANKİ, VE NE KADAR İSTESEN DE ALIŞAMIYORSUN- ORADA YÜZLERCESİ ÇIĞLIK ATARKEN ONLARLA BİRLİKTE DÖNÜŞÜYORUM"

"Siz ikiniz, ne oluyor burada?" James yan sokaktan yanında Marlene ve Peter'la belirdi.

"Evet, Remus'un kulak okşayıcı sesini duyduk da-" dedi Marlene. Sirius, geride kalmaları için ikisine eliyle durmalarını işaret etti.

"VE O KADIN." Remus diğerlerini umursamadan devam etti. "GREYBACK DEDİĞİNDE TEREDDÜT BİLE ETMEDİM, LANET OLASI KURTA SÖZ GEÇİREMİYORUM ÇÜNKÜ."

Sirius'un gözlerinde yaşlar belirmişti.

"Greyback mi?" Marlene'in bakışları hepsinde gezinirken Remus ona gözlerinden ateşler saçarak baktı. Hâlâ derin derin nefes alıyordu, sonra onlara arkasını döndü, yokuş yukarı yürümeye koyuldu.

Yalnızca onun ayak sesleriyle bozulan uzun bir sessizlik oldu.

-

Halloween gelmişti ve araları hâlâ kötü denebilecek bir haldeydi. Remus, söylediklerinden utandığı için mi, yoksa söylediklerinin arkasında olduğu için mi, bilinmez, Sirius yokmuş gibi davranmaya devam ediyordu.

Her zamankinden daha bir lezzetli akşam yemeğinden sonra Ortak Salon'da parti gitgide hızlanıyordu. Sirius, Damocles Belby denen çocukla sıkı pıkı oturup sohbet eden Remus'a bakarken bulabildiği her içkiyi kafasına dikmekle meşguldü.

"Ne zamandır formumuzda değiliz." diye konuştu James yanına otururken, "Senin doğum günün de geçsin, deli gibi bir eşek şakası planlayalım. Kule Çapulcular'ın kim olduğunu şöyle güzelce bir hatırlasın."

"Öyle mi?" İkisi de dönüp baktıklarında Lily koltuğun arkasında ayaküstü duruyordu.

"Yani- Öyle değil," diye James açıklamaya koyuldu.

Sirius içkiyi fondipledikten sonra "Ne yani, Evans?" dedi alayla, "Sınıf Başkanı oldu diye James'in bizi satacağını sanmadın herhalde?"

"Ben-" Lily öfkeden kızarmış halde ayaklarını çırparak yürüyüp uzaklaştı.

James'in bakışına karşılık, "Ne?" diye sordu Sirius sinirle. Damocles'in kahkahası zaten kulağını tırmalıyordu.

"Biraz kaba olmadı mı?"

"Hayır, hiç değildi. Kızların hepsi fazla duygusaldır. Sen de alışırsan iyi edersin." dedi kravatını gevşetirken.

"Duygusal olan erkeklerdir." Marlene tek başına oturduğu karşı koltuktan çıkıştı. "Durduk yere kızı tersleyen sensin."

"Tamam, tamam." James kavgayı önlemek için hemen araya girdi. "Yeter bu kadar saçmalık. Seçmelere katılıyorsun, değil mi Mckinnon?"

"Ne önemi var ki?" Marlene omuz silkti. Gözlerini Sirius'tan ayırmamıştı, hala sinirliydi. "Arkadaşına öncelik vereceksindir."

"Ne? Hayır," James güldü. "Bu mankafa arayıcı pozisyonu için başvuracak." derken Sirius'un omuzunu yumrukladı.

"İyi öyleyse." Marlene yatışmışcasına sırıttı. "Ben kovalayıcılık için."

Sirius bıkkınlıkla etrafa bakındı. Peter Hufflepuff'tan davet ettiği bir kızla konuşup gülüyordu. Dikkatle süzüp onunla sonra uğraşmayı aklının köşesine not etti. Mary bol göğüs dekolteli mavi bir elbise giymiş, sınıftan birkaç çocuğun hepsiyle birlikte takılıyordu. Regulus'la ayrılıp ayrılmadıklarını merak etti - hala birliktelerse, Mary'nin böyle bir şey yapıyor olması akıl almazdı.

Her ne kadar dikkatini dağıtmaya çalışsa bile, aklı birkaç metre ötede Belby'yle keyifli bir sohbetin içinde olan Remus'a kayıyordu. James ve Marlene konuşurken kalkıp gramafonun oralara yol aldı.

Remus'a gözlerini dikerek onun çok sevdiği David Bowie parçası olan "Rock 'n' Roll Suicide"ı değiştirdi. Şimdi Bob Dylan'dan "Forever Young" çalıyordu.

Memnuniyetle gülümsedi çünkü Remus'un dikkatini çekmeyi başarmıştı. Damocles'e bir şeyler fısıldayıp kalktı ve ona doğru yaklaştı.

"Şununla oynamayı kes." diye tekrar Bowie koymaya yeltendi.

"Hayır." Sirius engel oldu. "Bowie'nin neyini beğeniyorsun anlamıyorum."

Remus "Öyle mi?" diye itiraz etti. "Senin gibiler onu anlayamaz."

"Kız gibi mızmızlanmayı bırak da çekil şurdan." diye çekişmeyi sürdürdü Sirius. "Ben olgun sanatçıları dinlemek istiyorum bir kere."

"İyi o halde."

"Güzel."

İçinde neler olduğunu anlamıyordu, tek bildiği Remus Büyük adımlarla gidip Damocles'in yanına kurulduğunda karnında arılar uçuşuyormuş gibi hissetmesiydi. Başka bir kızla takılmasında sorun yoktu, gidip Marlene'le ya da Mary'yle takılsın, farketmezdi. Ama Damocles Belby- hayır, olmazdı.

Çünkü Damocles de senin gibi.

Beynindeki şeytani ses fısıldadı.

O da öyle, biliyorsun. Remus'a nasıl baktığını gördün. O yüzden çıldırıyorsun.

Viski bardağını tek yudumda bitirip tanımadığı beşinci sınıf bir kızın yanına adımladı ve dansa davet etti. Hiçbir şey düşünmek istemiyordu, bazı şeyleri kendine bile itiraf etmek istemiyordu.

İçtikçe salon bir genişleyip bir küçülüyor, partnerlerinin değiştiğini farketmeden dans etmeye devam ediyordu. En son kendini James'in kollarında bulduğunda ağzı açılabildiğince gülümsemişti. "Partber bulabadın mı Pottah" diye mırıldanırken James'i vals yapmaya zorladı. Oysa ayaküstünde duramıyordu. James onu zar zor yatıştırıp yatakhane merdivenlerinden yukarı çıkardı.

Sonrasında, yurt odalarının orta yerine kusuverdiğini, ardından bayıldığını hatırlıyordu. Ertesi gün öğlene yakın anca kalkabilmiş, yataktan çıktığı anda da başı dönüp küt diye geri oturmuştu.

Yemek için indiğinde James hemen iki parmağını dudakları arasına götürdü ve uzun bir ıslık çaldı, alkışlarına Gryffindor masasının çoğu katıldığında Sirius bozuntuya vermeden ellerini kaldırıp onları selamlamıştı. "İksir'le Muska'yı kaçırdın." dedi James tebrik eder gibi.

"Neden beni uyandırmadın?"

"Kıyamadım." dediğinde Sirius ne-anlatıyor-bu der gibi bir bakış attı ve Peter hemen araya girmişti.

"Kulağının dibinde bas bas bağırdık ama sırtını dönüp uyumaya devam ettin." dedi gülerek.

Sirius hatırlamaya çalışarak yüzünü buruşturdu ama hayır, aklında kusmuğundan fazla bir şey yoktu. "Remus başından bir kova su indirmeyi ya da Levicorpus kullanmamı önerdi gerçi, yine de risk alamadım." dedi James eğilip fısıldayarak.

"Güzel tekniklermiş," Sirius kinle Remus'a bakarken mırıldandı, "Kendisinin üzerinde denemek için sabırsızlanıyorum."

James "Siz ikiniz hep yaşlı çiftler gibi çekişiyorsunuz-" diye başladı ama, salonun ta girişinden gelen bir ses onu durdurmuştu.

"JAMES POTTER" Lily çığırtkan gibi bağırışı koyduktan sonra masaya yanaştı. "ÖDEVİMİ ÇALMAYA NASIL CÜRET EDERSİN"

"Ah," James hafiften ayaklanmışken konuştu, "Ben de bundan korkuyordum."

"SENİ ADİ-" derken Lily asasını çıkarıp bağırarak arkasından koşmaya başladı ve Büyük Salon'un bakışları altında ikisi peş peşe dışarı çıktılar.

Lily'nin sinirleri hâlâ soğumamış olmalıydı, yine de Marlene'i desteklemek adına ertesi gün Quidditch seçmelerini izlemeye gelmeyi ihmal etmedi.

"Pekâlâ." diye ellerini birbirine çırptı James. Gryffindor'un neredeyse yarısı buradaydı, ilk gördüğünde gerilmişti. "Onbeş kişilik gruplara ayrılın. Sırayla şöyle bir sahayı turlayın bakalım."

Uçmayı bile beceremeyen birinci sınıflar, süpürge üzerinde zor duran bazı kızlar ve Quidditch'ten anlayışı dahi olmayan çoğu kişi elendikten sonra, gitgide geriye daha deneyimli olanlar kalmıştı. İki adet boş kovalayıcılık pozisyonu için beş kişi, vurucular için dört, tutucu için yedi ve arayıcılık için iki kişi bekliyordu.

Kısa bir denemenin ardından James, Marlene ve Geoffrey Fawley diye birini kovalayıcılık için en uygun bulmuştu. Vurucular üçüncü sınıftan oldukça çevik ve uyumlu hareket eden Arthur Browne ile John Bell seçilmişti, ve Sirius sırası geldiğinde son model süpürgesine binip havalandı.

Rakibinin o olacağını tahmin etmezdi, ancak Damocles Belby de onunla birlikte havaya kalktı. Sirius tribünlere baktığında Remus'u gördü. Elinde adını uzaktan okuyamadığı bir kitap tutmuştu, bakışlarıysa ikisindeydi. Sirius'un baktığını gördüğünde göz kırptı.

James "Üç... İki... Bir..." diye bağırırken yutkunup kendini toparladı. "Başlayın!" dedi James ve elinde tuttuğu altın Snitch'i serbest bıraktı.

Damocles hemen atıldı; rüzgarda ilerlerken, Sirius saçlarının gözardı edilemeyecek kadar uzadığını farketti. Ona mı benzemeye çalışıyordu? Yüzünde alaycı bir gülüşle peşinden uçtu.

Snitch gitgide yükseliyordu; ve onlar da. Sirius düşmemek için parmaklarını süpürgesinde sıkılaştırdı, sonra Snitch hızla aşağı yöneldiğinde hiç zorlanmadan bir dönüş yaptı. Hızlı dönüşü onu öne itmişti, besbelli güvenliği için yavaşlayan Damocles Belby ise geride kalmıştı. Altın topun peşinde sahanın kenarıyla uçuyorlardı. Rüzgar kulaklarında uğuldarken aşağıdaki bağırışlardan hiçbir şey duyamıyordu.

Belby birkaç santim ileride ve topa yakındı. Elinden gelebildiğince hızlandı, onunla aynı hizaya geldi. "Belby!" diye seslendiğinde, Belby parmaklarını çoktan Snitch'e doğru uzatmıştı.

"Ne diyorsun, Black?"

Sirius tereddüt etti; ancak zamanı yoktu. "Remus biliyor mu?" diye sesini duyurmak için yüksekten konuştu, "Onunla ilgili ne düşündüğünü?"

Belby ikilemde kaldı, yavaşladığını gördüğünde Sirius var gücüyle ileri atıldı ve uzanıp iyi bir kavrayışle Snitch'i yakaladı.

Sahaya indiğinde (herhalde James aracılığıyla) çoğu kişi "Black! Black! Black!" diye bir çığlık dalgası başlatmışlardı. Damocles az kenarda indiğinde Sirius başını hafifçe yana eğip kaşlarını kaldırdı, 'elimden gelen bir şey yok' der gibi bir bakış attı.

-

"Gerçekten üzgünüm, Moony," James inat eder gibi özür dilemeye devam ediyordu. "McGonagall devriyeyi uzun tutmayı tembihlemişti, kaytaramam-"

"Anladım, Prongs," Remus isyan eder gibi ellerini öne açtı. "Gider misin artık?"

"Peter nereye kayboldu bilmiyorum, onu ele geçirirsem..." diye James'in yüzünden karanlık bir ifade geçti.

"Yeni kız arkadaşıyladır." Sirius gülerek sohbete karıştı. "Yüzde yüz hem de. Onları basarsan bana da haber ver."

James yatakhane odasını terkettiğinde ikisi yalnız kalmışlardı. Sirius buzları eritmek ister gibi, "Yine bana kaldın." derken yatağa oturdu.

Remus bir şey demedi, kitabına dalgın görünüyordu. Kolunu kaldırıp saate baktı ve "On dakikadan çıkalım." dedi sakince. "İstemezsen gelmeyebilirsin. Zaten senlik bir iş yok."

"Tam tersine." dedi Sirius ciddileşerek. "Seni yalnız bırakacağımı düşünmedin herhalde."

Remus omuz silkerek kitaba geri döndü. Dolunay gecesiydi, gitmek için hazırlanmışlardı. Sirius biraz durup onu izledi, sonra bıkkınlıkla bir nefes verdi ve pencerenin önüne geçip gözlerini gitgide belirginleşen yıldızlara çevirdi.

"Seçmelerde..." Remus'un aniden meraklı gelen sesiyle dönüp ona bakmıştı. "Damocles'e bir şey dediğini gördüm. Belki yanılıyorum- Ama hayır, gördüm, ona bir şeyler dedin ve resmen geri çekildi."

Sirius aklında hızla bir yalan bulmaya çalıştı. Bunun sorgulanabileceğini hesaba katmamıştı. Sonra delice bir şey düşündü. Niye saklayacaktı ki.

"Ona senden hoşlandığını bildiğimi söyledim." dedi teker teker.

Remus'un gözleri fal taşı gibi açıldı, çenesi aşağı doğru inerken yerinde rahatsızca kıpırdandı. "Ne dedin ne dedin?"

"Yani, farketmemen çok aptalca. Peter bile dikkat ederse hemen anlayabilir." dedi sesini normal tutmaya çalışarak.

Remus ağır bir şey geçiriyor gibiydi, kitabı yere bıraktı, yanaklarını elleri arasına aldı. "Ama- nasıl..?"

"Eh, şaşırmaman gerek. Yanından ayrılmıyor, hoşlandığın şeyleri yapıyor, üstelik sana attığı şu meşhur bakışı da var."

"Ben onun- bilmiyordum, öyle olduğunu-"

"Senin için sorun mu?" Sirius heyecanını bastırmaya çabalarken sordu. "Hem Dumbledore bile öyle. Söylentileri duymuşsundur." diye ekledi kendini haklı çıkarmak ister gibi. Hemen de bunu söylemesinin saçma olduğunu düşünüp pişmanlık duydu.

"Olabilir." Remus bir şeyleri hatırlamak ister gibi yüzünü buruşturmuştu. "Yani sanırım Damocles'ten uzak durmam gerekecek. Çünkü ben... Sanmıyorum. Ona bir şeyler hissetmiyorum," derken güldü. "Onun gibi değilim. Kızlar benim için yeterli."

Sirius kalbiyle midesinin karıştığını, şakaklarına sancı girdiğini farketti. Pencere kenarındaki sigarayı alıp yaktı. Böyle olacağını tahmin etmeliydi. Elbette öyleydi, kendini bildi bileli Remus'un hiç başka türlü bir davranışını görmemişti ki. Kızlara ilgi duyardı, birkaç kız arkadaşı olmuştu ve tamamen normaldi. Peki o? Sirius Black? Normal değil miydi?

Barakaya giden yol boyunca beynindeki dikenli düşünceleri ve içinin sızlamasını gizlemeye çalıştı. Padfoot olarak çığlıklar içindeki dönüşümü izlediğinde, birkaç gün önce dediklerini hatırlıyordu; "Kemiklerimi teker teker baltayla kesiyorlar sanki, ve ne kadar istesen de alışamıyorsun." Bunun adil olmadığını düşündü. Adil olanın ne olduğunu da bilmiyordu ama bu acıyı ondan uzakta tutmak için birçok şartı kabul ederdi.

Ve orada farketti. Karşılık olsa da, olmasa da, tam da şu an olduğu gibi hep onun için kaygılanmayı sürdürecekti. Önemi yoktu, belki sonsuza kadar - bu her neyse,- içinde taşımaya mecburdu. Hiçbir sihir bunu içinden söküp atmaya yetebilecek güçte değildi.

Forward
Sign in to leave a review.