
feenky
2 Eylül, 1976
Gelecek Postası'nda artık neredeyse hergün görülen ölümler, garip kazalar ve kaybolmalar olmasaydı mutlu ve sakin bir okul yılı olacaktı. Ancak şimdiden, kahvaltı biter bitmez eline aldığı gazetede manşeti okuyunca gözleri büyüdü.
MUGGLE AVLAMA
James'i dürterek Marlene'le uğraşmasını böldü ve gazeteye bakmasını sağladı. "Ne bu?" diye sordu James gözlüğünü düzeltip dikkatle bakarken.
"Araminta Meliflua Black." dedi Sirius yutkunarak. "Annemin kuzeni... Muggle avlamanın yasallaşması için Bakanlık'tan bir Yasa Tasarısı geçirmeye çalışıyor..."
"Ananı sikeyim." James bir çırpıda gazeteyi kapıp yüzüne yaklaştırarak arkasında kayboldu.
Sirius'un gözleri Hufflepuff masasına sataştı. Dedalus Diggle ve Emmeline Vance ona bakıp gizlice bir şeyler fısıldıyorlardı. İkisini bir ara Mulciber'in Ascendio büyüsünden kurtardığını hatırladı. Emmeline kalkıp yukarıdan aşağıya baktı ve "Hadi, Diggle." derken kalkıp Salon'dan çıktılar. Çok geçmeden Sirius Büyük Salon'daki birçok bakışın ona döndüğünü farketmemiş değildi.
James gazeteyi indirdi. "Lily aklını uçuracak."
Gerçekten de Lily Evans son derse kadar ortalarda görünmedi; son ders olan İksir sınıfına vardığındaysa, oldukça bitkin bir haldeydi. En ön sırada James'le yanyanaydı. Sirius arkalarında Peter'laydı, Remus ise üçüncü sırada Damocles Belby diye bir çocukla oturmaktaydı.
"Nerelerdeydin?" diye James Lily'ye doğru eğilip fısıldadı.
Lily omuzunun üzerinden Sirius'a sert bir bakış attıktan sonra, "Ailemi güvence altına almam gerekti." dedi ima dolu bir sesle. "Profesör McGonagall yardımcı oldu, eve koruma büyüleri yaptık. Çıkan haberler yüzünden-"
"Geç kalmanıza göz yumduğum için beni pişman etmeyin lütfen, bayan Evans." Slughorn'un ters bakışları altında Lily sardunya pembesine büründü. "Şimdi, bana Veritaserum iksirinin ne olduğunu ve hazırlanmasında kullanılanları sayabilecek biri var mı?"
Lily'nin eli hemen havadaydı, ancak Slughorn Snape'in cevap vermesi için parmağıyla işaret etti. Snape yağlı saçlarının arkasından kuyunun dibinden gibi gelen sesiyle malzemeleri sayıp bitirdiğinde, Slughorn'un yüzü aydınlanmıştı.
"Noktasına kadar doğru. Sanki daha önce yapmış gibi anlattın, evlat."
Snape "Denemiştim." dedi kuru bir sesle.
"Bu iksir NEWT seviyesinde. Açıkçası Slytherin on puanı haketti. Birkaç iksirle ilgili daha soru soracağım, zihninizi kurcalayın. Amortentia-"
Sirius gözlerini kısıp Snape'e baktı. Aklı deli gibi çalışıyordu. O günkü düellodan hemen önce öğle yemeği yemişti. Elinde olmadan ayağa kalktı.
Gözler ona dönmüşken, "Bir sorun mu var?" diye sordu iksir hocası.
"Ben... Ben- Sanırım midemi bozdum," dediğinde arkada Marlene'le Mary sessiz kahkahalar içinde çırpınmaya başladılar. "Çıkabilir miyim?"
Slughorn başını sallayarak onayladığında Remus'un şaşkın bakışlarını görmezden gelip koşarak sınıftan çıktı. Zindanlardan uzaklaşıp merdivenleri çıktı ve sonra yine alt kata inen merdivenlere yöneldi. Meşalelerle pırıl pırıl aydınlatılmış geniş bir taş koridora çıktı. Devasa meyve tabağı tablosunun önünde durduğunda, işaret parmağını uzatarak koskoca yeşil armudu gıdıkladı.
Armut kıvranıp kıkırdamaya başladı ve birden büyük, yeşil bir kapı koluna dönüştü. Sirius kolu tuttu, kapıyı açtı ve Büyük Salon'dan aşağı kalmayan, muazzam büyüklükteki, yüksek tavanlı mutfağa girdi. Taş duvarların önüne ışıl ışıl pirinç tencerelerle tavalar yığılmıştı, öteki uçta tuğladan yapılmış koca bir şömine vardı.
Nereden başlayacağını, nasıl yapacağını bilemiyordu. Ev cinlerine şöyle bir göz attı. O anda altı tane ev cini koşturarak önüne geldi. Ellerindeki kocaman, gümüş tepside bir çaydanlık, fincan, bir süt sürahisi ve büyük bir bisküvi tabağı vardı. Yere kadar eğildiklerinde Sirius bir bisküvi alarak "Yardımınıza ihtiyacım var." dedi.
Bir tanesi öne çıkarak, "Cooky efendisine elinde geldiğince yardım edecektir," diye ciyakladı.
"Geçen okul yılının mart ayında," derken diğer bir ev cininin gösterdiği sandalyeye oturmuştu. "Hiç tuhaf bir şeyler yaşandı mı? İçinizden biriyle ilgili."
"Cooky hemen gelecek." derken ev cini hızla uzaklaştı, çok geçmeden ensesinden tutup getirdiği başka bir ev ciniyle dönmüştü. "Feenky, efendimiz senin en son söylediğin ağıza alınmaz şeyleri anlatmanı emrediyor."
Sirius dikkatle Feenky'ye baktı. Ev cini oldukça mahcup görünüyordu, yerlere kadar eğilip burnunun zemine değmesine neden olduktan sonra dikeldi. "Feenky af diliyor," diye ağlak bir sesle söze başladı. "Feenky çok üzgün. Feenky hiç birini isteyerek söylemedi. Ama efendi Dumbledore Feenky'yi kovmadı, o yüzden Feenky kendini cezalandırmak zorunda kaldı."
"Kendini neden cezalandırmak zorunda kaldın, Feenky?" diye sordu Sirius merakla. Gitgide gözleri heyecanla parlıyordu.
"Feenky isteyerek yapmadı- Öğle yemeği bulaşıkları cisimlendikten sonra Feenky yarım kalmış bir balkabağı suyunu içti, Feenky susamıştı. Hemen de-"
"Hemen de," diye öfkeyle sözünü kesti Cooky, "Nankörce konuşmaya başladı. Yorulduğunu, çalışmak istemediğini, hatta-" derken sesini daha yükseltti. "Hatta Feenky özgür bir cin olmak istediğini söyledi!"
"Peki," Sirius zafer kazanmış gibi gülümsedi. "O balkabağı suyu Gryffindor masasından cisimlenmişti, öyle değil mi?"
Feenky burnunu çekerek başını salladı. "Evet, efendim."
Sirius hevesle ayağa kalktı. Herşey çözülmüştü, anlıyordu. Bütün bunlar bir ev cininin özgür iradesiyle söyleyebileceği şeyler değildi. "Peki, bunları Profesör McGonagall'ın önünde söyleyebilir misin?"
"Feenky her türlü yardımı gösterecektir."
"Padfoot!" arkasından seslenme duyduğunda dönüp baktı, James elinde genişçe açtığı Çapulcu Haritası'yla birlikte mutfaktaydı. "Ders ortasında bu kadar acıkmış olamazsın." derken haritayı katlayıp cebine koydu.
-
Feenky McGonagall'a başından geçenleri olduğu gibi aktardıktan sonra profesör oldukça düşünceliydi, alnı kırışırken gözlerini ofisinde rastgele bir noktaya dikmişti.
"O balkabağı suyu benimdi, Profesör," diye çıkıştı Sirius. "Feenky bardakta kalanı içmiş olmalı; aynı zamanda Veritaserum'u da benim gibi mideye indirmiş."
"Severus'un bu kadar ileri gidebileceğini düşünmezdim," derken McGonagall ayağa kalktı. "Gereken yapılacak. Gerisini bana bırakın."
"Hadi," diye ofisten çıktıkları sırada James sıkıştırdı, "Gidip Remus'a anlatalım."
Sirius "Hayır. Zamanı geldiğinde kendim söyleyeceğim." dedi hemen.
"Ve..." James durdu, yere bakarak "Seni suçladığım için özür dilerim." dedi.
"Ben bile kendimi suçlamıştım." derken Sirius saatine baktı ve şaşkınlıktan ağzı açıldı. "GEÇ KALDIM. PELERİN ÜSTÜNDE Mİ ?"
James pelerini uzatırken, "Nereye?" diye sordu, ancak Sirius çoktan koridor boyu bir koşu başlatmıştı.
Neyse ki, Remus'a umduğundan çabuk rastladı. Portre deliğinden çıkmış, hızla üst kata giden merdivenlere yönelmişti. Sirius bir kenara saklanıp pelerinin altına girdikten sonra peşine takıldı.
Remus yedinci kat koridorundaki, karşısında bir taş oluğun durduğu yere vardıklarında durup bekledi. "Asit Popları." dedi kendinden emin bir şekilde.
Taş oluk kenara çekildi; arkasındaki hareket eden ve dönerek yükselen bir merdiveni ortaya çıkaracak şekilde ikiye ayrıldı. Remus ileri adımladı ve kapı hemen kapandı. Sirius biraz bekledi, yavaşça aynı şifreyi fısıldadı. Taş oluk çekildi, hareket eden merdivene adım atınca, duvar tok bir sesle arkasından kapandı; dar daireler çizerek yükselip, grifin şeklinde pirinç bir tokmağı olan pırıl pırıl cilalı meşe bir kapıya geldi. Aralık kalmış kapıdan sessizce geçti ve kapının kenarında, duvara yaslanıp içeriyi izledi.
Remus ellerini önünde birleştirip oturmuştu. Dumbledore sakalıyla oynayarak pencere karşısında duruyordu. Narin gümüş aletler ince bacaklı masaların üstünde duruyor, duman püfürdetiyor ve pırpır ediyorlardı, Dumbledore'un muhteşem anka kuşu Fawkes, kapının arkasındaki tüneğinde durmuştu. Eski müdür portreleri içinde Sirius'un gözleri şekerleme yapan büyük-büyük-büyükbabası Phineas Nigellus Black'in portresine takıldı.
"Dönüşüm sırasında," diye döndü Dumbledore, "Olanları hatırlıyor musunuz, bay Lupin?"
"Genel olarak bazı şeyleri..." Remus yutkundu, Sirius bir köpeği, bir geyiği ve bir fareyi düşündüğünü sezebiliyordu. "Kokuları, kulübenin içini hayal mayal hatırlıyorum."
"Oldukça iyi. Bunun da göreviniz sürecinde büyük katkısı olacaktır."
"Efendim..." Remus asasıyla oynamayı bıraktı. "Görevim tam olarak ne zaman başlıyor?"
Dumbledore sandalyesinde oturdu, gözlüğünü düzeltti. "Gelecek dolunay." dedi, sanki Remus ona ileri günlerin hava durumunu sormuştu. "Birkaç ihbar aldık, bay Lupin. Gelecek dolunay Yasak Orman'da kurtadamların dolaşacağıyla ilgili."
"Onları bulacağım." dedi Remus, emin bir sesle. "Birileri olduğunda hep kokularını alıyorum."
"Bundan eminim," dedi Dumbledore sağduyulu bir sesle. "Onlara yanaşacak ve onlarla birlikte gideceksin. Geri dönüşüm sırasında yanlarında olman onlara güvendiğini gösterecek. Böylece onlar da sana güvenecekler."
Sirius öfkeden yumruklarını sıktı. Pelerini fırlatıp atmak, karşı gelmek istedi. Dumbledore başka güçler bulabilirdi kendine; daha yetkili birilerinden ona gereken her neyse yapmasını isteyebilirdi. Onaltı yaşındaki reşit olmayan bir büyücüden kana susamış kurtadamların arasına karışmasını emretmesini aklı almıyordu.
"Greyback'i kandırmanın kolay olacağını düşünmüyorum." Remus gözlerini kısarak konuşmuştu.
"Elbette olmayacak. Bu yüzden senden birkaç emrini yerine getirmesini isteyecek. Bizden ona bilgi yetiştirmek gibi."
Remus "Ama efendim-" diye çıkıştığında Dumbledore elinin hareketiyle onu durdurmuştu.
"Ona sadece önceden düşünülmüş, bizim bilmesine izin verdiğimiz ya da yanlış bilgileri vereceksin. Anlaşıldı mı?"
Remus usulca kafasını salladı ve Sirius bir saniyeliğine gözlerinden öfke dolu bir kıvılcımın geçtiğini gördü.
Konuşmanın bitmek üzere olduğunu anlayıp aralık kapıdan merdivenlere geri döndü. Konu sadece Dumbledore'un planları değildi, Remus'un da kendiliğinde planları vardı. Greyback'e olan sinirini şimdiye kadar yıllardır hep dile getirirdi. Artık yanına gitme imkanı bulduğuna göre bir şeyler yapmadan durmayacaktı. Sirius bunu apaçık görebiliyordu.