
a rainy day
1 Eylül 1976, Hogwarts Ekspresi
Remus içinde birkaç sandıkla dolu bir arabayı iterek kemerli girişin içinden topallaya topallaya çıktığında ne kadar uzadığını daha yeni farketti. Diagon Yolu'ndayken oldukça solgun görünüyordu, şimdiyse James'le tokalaşıp sarılırken yüzünde gülümseme vardı. Sirius'la göz göze geldiyse de, bir şey yapmadı. Çok geçmeden Peter da geçitten gelip onlara katılmıştı.
Tren kalkmak üzereyken onlara el sallayan Bay ve Bayan Potter'a karşılık verdiler. Yola koyuldukları sırada Peron Dokuz Üç-Çeyrek gitgide gözden kayboldu. Pencereden dışarıda evler şimşek gibi hızla geçip giderken dördü, sağa sola sallanarak koridorda gezinip boş bir kompartıman bulmaya çalışıyorlardı. Birden, arkalarından bir kızın seslenmesi duyuldu.
"Potter!"
Dönüp baktıklarında kızıl saçları belini boylayan Lily Evans onlara taraf gelmekteydi. Anında Sirius'un gözü James'in cüppesinde, üzerinde SB yazılan Gryffindor aslanı tasvirli sınıf başkanı rozetine kaydı. Buna hâlâ alışamıyordu.
"Şimdiden bir sürü iş yığıldı, sınıf başkanı vagonuna gelmen gerek. Nasılsın Remus?"
Remus kafasını sallayıp gülümsedi, o sırada James atılgandı. "Yani bana ihtiyacın olduğunu mu söylüyorsun, Evans?"
Lily bu soruyu ustaca görmezlikten geldi ve eliyle ona katılmasını söylerken geldiği yöne döndü. "Koridorlarda teftiş yapmamız gerek. Geçen sene birinci sınıflardan bir tanesi pencereden düşmek üzereymiş, dikkatli olmalıyız."
"Yazın nasıl geçti peki?" diyerek James peşine takıldığında sesleri gitgide uzaklaşarak kayboldu.
Üçü boş bir yer arama işini devam ettirdiler. Uzun bir yürüyüşten sonra kompartıman bulduklarında Peter önden geçmiş, sandığını bıraktıktan sonra oturup derin bir nefes almıştı.
Sirius Remus'la karşı karşıya oturduğu an camın öbür tarafında kikirdeme sesleri duydu. Sarı saçlı kız kapıyı açıp içeri girdiğinde, kıvırcık olanı kollarını çaprazlayıp bekliyordu. Marlene Peter'la kısa bir sarılmanın ardından "Oturabilir miyim?" diye sordu diğerlerine. Remus pencereden dışarıya bakıyordu. Sirius onaylar anlamda başını salladı.
Marlene otururken hâlâ orada dikilen Mary'yle göz göze geldi. Kız ona bakarken bir şey düşünür gibi damağını ısırıyordu, sonra ayakta kaldığını farkederek geçip Sirius'un yanına kuruldu.
"OWL sonuçlarınız nasıldı?" diye sordu Marlene herkese.
Peter başını salladı. "Tam bir fiyaskoydu. Çoğunu Uygun'la geçtim, Muska ve İksir'den Felaket'le kaldım."
"Kötü olmuş." Remus ancak şimdi sohbet ilgisini çekmiş gibi döndü. "Ben de Sihir Tarihi'nden kaldım. Pişman da değilim gerçi. Binns'in sesi hala kulaklarımda."
Marlene ve Mary aynı anda güldü. "Biz de kaldık," dedi Mary. Kırmızı ve çiçekli bir elbise giyiyordu, muggle araçlarıyla gelmiş olmalıydı ki üniforması henüz üstünde değildi. "Sen, Sirius? Meslek seçimin neydi?"
Sirius, bir yandan bunu neden sorduğunu merak ederken "Biz savaşa katılacağız." dedi kararlı bir sesle.
"Oh," Mary şaşırmış görünüyordu.
"Ben de bununla ilgili düşünüyordum," Marlene konuştu. "Sizin karar verdiğinizi bilmiyordum. Peki, hepiniz mi?" derken sorgular gibi Peter'a baktı.
"Hepimiz," diye onayladı Remus.
Marlene kaşlarını kaldırarak şaşkınca başını salladı.
"Neyse, biz kendi yerimize dönelim, değil mi?"
Mary'le birlikte kalkıp çıktılar. Peter hemen Gelecek Postası'na gömüldü. Marlene onun da savaşa katılıyor olmasına şaşırmıştı besbelli, ama Peter daha geçen yıl bahsi geçtiği an katılmayı hemen kabul etmişti.
Yemek arabasının gelmesiyle Sirius bu tamamen onun üstüne vazifeymiş gibi hemen ayağa kalktı, kapıyı yana doğru çekip açtı ve kadının yanına gitti. Çok geçmeden elinde bir sürü şekerleme ve yiyecekle geri dönmüştü. Hepsini koltuğun üzerine serpiştirdi, göz ucuyla Remus'a baktı. Peter'ın kulağına bir şeyler fısıldadıktan sonra vagondan çıktı.
Devasa bir köprünün üzerinden geçiyor olmalılardı, manzara olağanüstüydü. Derin bir nefes vererek pencere kenarlarına tutundu. Etraf sessizdi, ta ki ilerideki kompartımandan kardeşi ve yandaşları çıkıp ona doğru gelene kadar.
Bu aylardır onu ilk görüşüydü. Yaklaştıkça bir yara izi var mı diye cüppesinden boşta kalan her yerine dikkat ediyordu. Diğerleri her ne kadar evi terketmiş bir Gryffindor, "kanı bozuk bir hain" olsa da, hala bir Black olduğu için olay çıkarmaya cüret etmiyorlardı. Karşı karşıya durdukları ilk anda Sirius onlara bakarak "Kaybolun." diye emir verdi. Regulus inkar etmediği için tehditkar bakışlar atarak gitmeye mecbur kalmışlardı. Aralarından Barty Crouch geçerken omuz çarptı; Sirius döndü, bir şeyler yapmak istediyse de kendini durdurup kardeşine döndü.
"Sinirini senden çıkarmadı, değil mi?" diye sordu annesini ima ederek. Sanki kolunda ya da omuzunda bir yara görecekmiş gibi dikkatle süzüyordu. Geçen okul yılının sonlarına doğru ailesiyle (aile demek mümkünse) şimdiye kadarki en büyük kavgasını etmiş, üzerine evden ayrılmıştı.
"Bunun bir önemi var mı?" derken Regulus'un kaşları acıyla yukarıya doğru çatıldı, apaçık yardım diliyordu. Aynı anda Sirius'un içinde ona sımsıkı sarılma ve dünyanın bütün geri kalanından koruma isteği kabardı.
Ama bir an içindi bu, ikisi için de. Bir saniye sonra Regulus gözlerinde yine o buz gibi bakışı taşıyordu.
"O evden kaçman, seni soyadından da özgür kılmıyor." dedi kin dolu bir sesle. "Bir Black gibi yaşayacak, bir Black gibi davranacak ve yeri geldiğinde bir Black gibi ceza çekeceksin."
Sirius umutsuzca geri çekildi, camlara yaslandı. "Yeni kahramanları sen olduğuna göre artık saydıklarının hepsini sen yapacaksın. Üstelik seve seve yapacağından eminim."
Bunun üzerine Regulus dik dik baktı, sonunda diyecek bir şeyi yokmuşçasına hızla uzaklaştı. Sirius alaycı bir sırıtışla arkasından baktı, hemen ardından da kapıyı sıyırıp kompartımana geri döndü.
Peter gazeteyi sayfalıyorken Remus çoktan başını pencereye yaslamış, derin bir uykuya dalmıştı. Yanında boş Çikolatalı Kurbağa ambalajları vardı. Çıkarken Peter'a fısıldadığını hatırladı, aldıklarından Remus'a da teklif etmesini sıkıca tembihlemişti.
Gülümsedi. Koltuğa oturup kabaklı poğaçalardan yemeye ve Peter'la Çikolatalı Kurbağa Kartları'nı değiş tokuş etmeye koyuldu.
Hogwarts
Atsız arabalar, her iki yanında kanatlı yaban domuzu heykelleri bulunan kapılardan geçip geniş yola çıktılar. Hızla fırtınaya dönen havada tehlikeli bir şekilde sağa sola yalpalayarak ilerliyorlardı. Pencereye yaslanan Sirius Hogwarts'ın giderek yaklaştığını görebiliyordu, şatonun ışıl ışıl pencereleri kalın yağmur perdesinin ardından bulanık görünüyor, titrek titrek parlıyordu.
James ve Lily treni kolaçan ettikleri için geç kalmış, son anda kendilerini başka bir arabaya atmışlardı. Marlene ve Peter hararetle bir konuda aileleriyle ilgili söz ediyorlardı. Remus ise trenden inip arabaya bindiği an yine uyuyakalmıştı. Sirius onu bu kadar yoranın ne olduğunu düşünürken arabaları taş merdivenin sonundaki meşe kapıların önüne gelip durdu.
Peter'la Marlene arabadan indiler; hemen de kendilerini şatonun içine atmak için aceleyle merdiveni çıkmaya başladılar. Sirius dar arabada ileri uzanarak Remus'un omuzunu tutup hafifçe sarstı. "Moony? Moony, geldik, uyan hadi."
Remus güçlükle kirpiklerini araladı. "Ne?"
Sirius gülümsedi. "Kalk hadi. Kurt gibi acıkmış olmalısın, yemeğe yetişelim."
Remus dalgınca kafasını salladı, arabadan indiklerinde ve şimşeklerle aydınlanan gökyüzünü, bardaktan boşanırcasına yağan yağmur ve Hogwarts'ı gözleri önünde gördüğünde tamamen uyanmıştı.
Sırılsıklam bir halde Büyük Salon'a vardıklarında Gryffindor masasına geçip oturdular. Öğretmenler masası Profesör McGonagall dışında doluydu, o da çok geçmeden birinci sınıfları sıra halinde Salon'a getirdi. Seçimler başladığında hepsi besbelli Ollivander'dan aldıkları asalarını garipseyerek, aynı zamanda sımsıkı tutuyor ve Seçmen Şapka'ya taraf teker teker ilerliyorlardı. James ve Lily zar zor yetişmişlerdi.
Lily yüzüne yapışmış ıslak saçlarını geri çekmeye çalışırken kıpkırmızı görünüyordu. "Onu düşmekten kurtardım." diye James keyifle fısıldadı.
"Diagon Yolu bir garipti." Mary, Seçmen Şapka'nın bu sefer birlik olmak ve içeriden güçlü olmak gibi nasihetlerle dolu şarkısı bittiğinde ve yemekler ortaya çıktığında tavuk buduna gömülmüşken konuştu. Şarkıya artık pek aldıran yoktu; şapka son üç yıldır aynı şekilde uyarıda bulunuyordu.
"Değil mi?" Lily onayladı. "Birçok dükkan kapalıydı. Bazılarının kaçırıldığı söyleniyor."
"Eh, şaşmamalı." James balkabağı suyundan yudumladı. "Ölümlere bakılırsa."
Neredeyse-Kafasız Nick birden Marlene ile Lily'nin arasındaki boş alanda belirdiğinde Lily öksürüğe tutulmuştu. "İyi akşamlar!" dedi kafasını çıkarıp referans yaparak.
"İyi akşamlar, Nick," James kahkahasını bastırmaya çalıştı. "Biz yokken sıkıldın mı?"
Nick yeleğini öne vererek başını salladı. "Hem de nasıl. Aramızda kalsın, bir sonraki eşek şakası Kanlı Baron'u da kapsayacaksa, her türlü yardımı göstermeye gönüllü oluyorum-"
“Herkese en iyi dileklerimle iyi akşamlar dilerim.” Dumbledore'un sesi bütün Büyük Salon'un gözlerini kendisine çevirtti. Kollarını dört masayı da kucaklar gibi açmıştı.
"Kaçık." diye mırıldandı Remus. Sirius güldü.
"Yeni gelenler," Dumbledore salona seslendi, "Hoşgeldiniz! Eski kurtlar - sizi yine görmek ne güzel!"
Bunu demesiyle Remus'un dinlemek yerine gizlice masadan aldığı çips boğazında kaldı ve James hemen sırtını patpatlamaya koyuldu.
Dumbledore birinci sınıflara okulun bazı kurallarını, ve de Mr. Filch aracılığıyla başta Çapulcular olmakla muziplik yapan bütün öğrencilere üstü kapalı bir şekilde uyarılarını bildirdikten sonra, Quidditch seçmeleri konusuna baş vurdu. Ama ardından her yıl yaptığı, ancak önemli konulara değindiğinde salon her zamankinden daha fazla kulak kesilmişti. “Şimdi, salonda bulunan herkesin bildiği üzere, Lord Voldemort ve onun yoldaşları karşımızdalar ve güç kazanıyorlar.”
Sirius malum büyücünün adı söylendiğinde titreme geçen bedenleri görmezden gelerek hemen Slytherin masasına, Regulus'a göz attı. Evan'ın kulağına bir şey fısıldıyordu, Dumbledore'un konuşmasını ciddiye alıyor gibi değildi.
"Sizden ricam, karşılaştığınız şüpheli bir durum söz konusu olduğunda, bu durumu okul çalışanlarından birine anlatmanızdır. Böylece azlıktan gelen güç çokluktaki zayıflığı yüzeye çıkaracaktır. İşbirliğiniz için şimdiden her birinize minnetimi sunuyorum. Hepsinden önce sizin en büyük göreviniz dersleriniz, ve dersleriniz için iyi hissetmek. Hepinize iyi geceler dilerim."
Tatlılar da bittikten sonra, yüzlerce öğrenci yatakhanelerine gitmek için Büyük Salon'dan adeta dışarı taşıyordu. James birinci sınıflara "Yerden bitmeler!" diyerek bıkkın halde yol gösteriyor, Lily de bir yandan onu azarlıyordu. Sirius kalabalıkta Remus'u aradı; tam çıkış kapısının orada, heykel gibi duruyordu. Geri dönmeye mecbur kaldı. Duvar girintisinde saklanarak bakındı. Öğrenci dalgaları gitgide dağılıp yok olduktan sonra beklediğinin aksine, Remus Büyük Salon'a geri dönmüştü.
Koşturup kapının kenarından içeriye baktı. Öğretmenler masasında sadece Dumbledore ve McGonagall vardı, Remus da tereddütsüz onlara doğru gidiyordu. Az sonra yanlarındaydı. Bir şeyler konuşuyorlardı. Sirius, keşke o kadar uzağı duyabilecek bir gücü olsaydı diye düşündü. Bunun üzerinde Çapulcular olarak bir toplantı yapmaları gerekiyordu. Ya da kim bilir, belki gelecekte birileri böyle bir şey icat ederdi.
James koridorun diğer ucunda göründüğünde ışık hızıyla yanına koşturdu. "Pelerin!" derken bekleyemeden ceplerini karıştırmaya başladı.
"Padfoot, dur," diye şok içinde cebinden pelerini çıkarıp ona uzattı James. Ne olduğunu anlamaz halde arkasından bakarken Sirius çoktan koşarak uzaklaşmış ve yarı yolda pelerini üzerine geçirmişti.
Bütün salonu parmaklarının ucunda, olabildiğince hızla geçti. Dumbledore'la McGonagall yanyana oturmuş, Remus karşılarında duruyordu. "Anlıyorum, efendim." diyordu sessizce.
Dumbledore uzun, yıldızlı şapkasını düzeltti, "Talimatları yarın akşam sekizde, ofisimde kesin olarak vereceğim, Bay Lupin. Şimdilik bilmeniz gerekenler bunlar. Greyback'e ne kadar yakın olursak-"
Sirius farkında olmadan sesli, derin bir nefes çekti ve ne yaptığını anladığı an pelerinin altından eliyle ağzını kapayıp geriledi. Dumbledore gözlüğünün üzerinden dikkatle etrafa bakındı, ancak ya farketmemiş ya da görmezden gelmişti. McGonagall'la birlikte başka bir öğretmenle ilgili konuşarak yürüyüp Büyük Salon'dan ayrıldılar.
Remus düşünceli halde boş tabakların çoktan mutfağa cisimlendiği geniş Hufflepuff masasına oturdu. Islak kazağının kollarını çekiştirirken havada uçuşan mumları izliyordu.
Beşinci sınıfı hatırladı. Ailesiyle başı zaten yeterince beladaydı; alayından nefret ediyordu. Annesinden, babasından, onların safkan saplantısından, bir Black olmanın insanı neredeyse kraliyet ailesi üyesi yapıyor olduğu inançlarından. Tatillerden ve her akşam tek yanlış laf ya da hareket üzerine kardeşiyle birlikte aldığı cezalardan.
Cana yığılmıştı, kaçıp gitmekle kalmak arasında ikilemdeydi. O sıralar öfke köpürüyordu ve Severus Snape onu göl kenarında düelloya davet ettiğinde reddetmek aklının ucundan bile geçmemişti. Öğle yemeğinin ardından anlaştıkları yere vardığında Snape vakit harcamadan uğursuzluk büyüleri göndermeye başlamıştı; ve Sirius bir anda, nasıl olduğunu anlamadan Remus'un kurt sorununu öylece söyleyivermişti.
Remus bunu öğrendiğinde boğazına asasını dayamıştı tabii. Özürlerini kabul etmemiş, ardından aylarca onunla kelime kesmeyi reddetmişti. Sirius içten içe hak veriyordu. Üstelik daha beterini hakettiğini düşünüyordu. McGonagall'a onu okuldan atması için yalvarmış, ancak McGonagall cezaya tutmakla yetinmişti.
Yarın Remus'un peşinden Dumbledore'un ofisine sızmayı ve görevin ne olduğunu öğrenmeyi kafasına koydu, çünkü biliyordu ki Remus kendine saklayacaktı. Pelerini çıkarmadı, ama ayak seslerini de gizlemeden yürüyüp salondan çıktı.
Remus burnundan güldü, karşısındaki boşluğa baktı. Biliyordu.