
Chapter 1
McKinnon'lar eve vardıkları anda kendilerini odalarına kapatmıştı. Neredeyse tüm yazı en büyük çocuklarının yanında İtalya'da geçirmişlerdi. Hem eğlenceli hemde tüm ailenin ortak olarak eğlendiği bir tatildi. Ancak iş yolculuk olduğunda her şey büyük bir karmaşaya dönüşmüştü. Bunun en büyük nedenlerinden biride bu kadar kalabalık bir ailenin yolculuk yapmak için yeterince seçeneği olmamasıydı. Cisimlenme seçeneği ilk elenen seçenekti çünkü evde 3 adet sınavını henüz vermemiş kişi vardı. Anahtar seçeneği ise anne Eleanor Mckinnon'un pekte sağlam bir miğdeye sahip olmadığı için elenmişti. Bu yüzden tüm aile muggler ile birlikte yolculuk yapmıştı. Marlene odasındaki banyodan çıktığında aklında üç farklı şey vardı. İlki cisimlenme sınavını hemen vermesi gerektiğiydi. Çünkü bu yorgunluğu her sene çekmek istemediği konusunda emindi. İkincisi en büyük abisinin sadece ona bahsettiği o büyük sır vardı. Abisi kız arkadaşı Janice'e evlenme teklifi etmek istiyordu ve bunun için ondan yardım istemişti. Ancak Marlene'e göre böyle bir konuda kendisi tavsiye alınabilecek en yanlış kişiydi. Yinede abisinin bu konuda ona güvenmesi fazlasıyla hoşuna gidiyordu. Üçüncü son ama en önemli olan düşünce ise babasının annesine söylediği şey vardı.
Marlene aslında bunu duymamalıydı. Orda olmaması gereken bir zamanda anne ve babasının odasına girmişti. Annesi ile babasının endişeli konuşmasına şahit olmuştu. Malcolm Mckinnon bir seherbazdı ve son zamanlarda olan bazı olaylardan bahsediyordu. Marlene olayın başını kaçırmış olsada duyduğu o son cümle ile tüm tüyleri diken diken olmuştu. Babası Malcolm şöyle demişti "Eğer böyle giderse olaylar çok büyüyebilir. Şimdiden iki muggle doğumlu büyücüye saldırı oldu." Marlene'in cümleyi sindirmesi zaman almıştı ama ne demek istediğini biliyordu. Bunun kendisi için ne demek olduğunu anlamaya çalışırken annesi onu görmüş ve "ne zaman geldin tatlım?" Diye sormuştu. Marlene ise yalan söylemişti. Çünkü babasının bunu onlara söylemek isteseydi çoktan söyleyeceğini biliyordu.
Odasında ilerledi ve yatağına oturdu. Kafasındaki havluyu çıkardı ve ne kadar ıslak olsa bile hala kıvırcıklığı belli olan sarı saçlarının omzuna dökülmesine izin verdi. Komodininde ki tarağı aldı ve saçlarını taramaya başladı belkide bir şekilde aklını boşaltabileceğini düşünüyordu. Daha sonra odasının kapısı çalınmadan içeriye iki küçük çocuk girdi. Bunlar Mckinnon ailesinin en küçük üyeleri Sam ve Nate Mckinnon'dı. Saçları aynı ablaları gibi kıvırcık ve sarıydı. Yüzlerinde onları sanki olduğundan daha da tatlı göstermeleri için çilleri ve kan kırmızı yanakları vardı.
Onları birbirinden ayırt etmek ailenin fertleri dışında çok zor oluyordu. Hatta bir gün onları karşı komşuları Ms Palmer'a bırakmışlardı ve günün sonunda Ms Palmer onları ayırt etmek için birer yelek örmüş olduğunu görmüşlerdi. Marlene'e göre işin en komik tarafı yeleklerin yanlış çocuklar tarafından giyilmesiydi. Marlene tam bir şey söyleyecekken annesi Eleanor onu durdurmuş ve teşekkür ederek oradan ayrılmışlardı. Üç hafta boyunca annesi ile bu konuya gülmüşlerdi.
Çocuklara doğru baktığında elindeki tarağı tehdit eder biçimde sallayıp "size benim odama böyle dalmak yok dememişmiydim" dediğinde çocuklar kıkırdadılar. Aslında Marlene kızmamıştı bu olaylara alışkındı. Dört erkek kardeşle büyüyünce bu tür olaylar kaçınılmazdı. Çocuklar ilk konuşan Nate oldu. "Babam mektupları ayırıyor ve senin derhal aşağıya inmeni söyledi." dediğinde Marlene gerilmişti. Okulda notları iyi olsa bile yaramazlık yapmaktanda çekinmeyen birisiydi ve bu yaz süresi zarfında arkadaşlarından gelen herhangi bir mektupta bunlardan bahsedilmişse bu onun başını belaya sokabilirdi. Marlene ikizlere bakıp "neden beni istediğine dair bir bilginiz olabilir mi acaba" diye soru yöneltti. İkizler birbiriyle bakışıp bir karara varmış bir şekilde ona döndüler bu sefer konuşan Sam'di "Eğer bizi bir kez o pelerinle gezdirirsen sana ne olduğunu söyleriz." Dedi Marlene hiç şaşırmamıştı çünkü bu olayı farklı kardeşlerle bir çok kez yaşamıştı. İşin en tuhaf tarafı bunu yapan genelde kendisi olurdu. Küçük şeytanlara baktı. Pes eder bir şekilde "Ah merlin tamam ama hemen olmaz ilk önce James ile konuşmalıyım" dediğinde çocuklar kafalarını hevesle tamam şeklinde salladı. En sonunda ikiside aynı anda " Bütün mektuplarını toplamalıymışsın bunca mektubu her ne yapacaksan artık" dediler. Daha sonra Nate " Babam senin postacın değilmiş" diye ekledi ve Marlene'in gazabından koşarak uzaklaştılar. Çünkü ikiside bu kadar basit bir görev için görünmezlik pelerini ile tur kazanmışlardı. Ve ablalarını tanıyorlarsa bunun bu kadar ucuza gitmesinden hiç hoşlanmayacaktı. Marlene ofladı ancak başka bir şey yapmadı. Saçlarını önüne doğru savurdu. Doğal bir kıvırcık olması için elleri ile aşağıdan tepeye doğru bastırdı. Üzerine bir şeyler giyip. Hemen aşağı kata inmeye başladı.
Aşağıda oturma odasında babasını bir yığın mektupla bulmayı beklemiyordu. Açık kahverengi saçlarının arasından ellerini geçirdi. Taktığı gözlüğü düzeltti ve elindeki mektubu sağ yan tarafta duran bir yığına bıraktı. Hemen önünde ki küçük yığından başka bir mektup aldı. Bu seferkini koltuğun sol tarafına bıraktı. Marlene yeni mektubu almadan önce konuşmanın mantıklı olacağını düşünüp "beni çağırmışsın babacım?" diye sordu tatlı bir şekilde. Babası gözlüğünün üzerinden ona baktı ve sol tarafta ki dev yığını gösterdi. " Arkadaşlarına İtalyada olacağını söylememişmiydin?" diye sorduğunda babası. Marlene kafasını evet manasında yukarı aşağı salladı. "Evet söyledim." dediğinde babası cevap olarak "Sanırım senden cevap bekliyorlardır." dedi. Marlene gülümsediğinde babasıda ona gülümsedi.
Odasına bir yığın mektupla birlikte girdiğinde mektupları yere fırtlattı. Annesi görseydi kesinlikle onu öldürürdü. Eleanor'un en büyük takıntısı düzendi ama ne yazık ki 5 erkek ve dağınıklık olarak diğer beşiyle yarışan bir kızın bulunduğu evde bu çok zor oluyordu. Marlene kendini yatağa attı. Saat henüz öğleden sonra üçtü. Hiç mektup havasında da değildi. Yarın Diagon yoluna gidip okul malzemelerini alması gerekiyordu. Bu yüzdende mektupları açmak yerine ayağa kalktı ve odadan çıktı.
Oturma odasında babası ile oturan annesine "Jameslere gidiyorum" diye seslendi ve hiç kimse bir şey demeden evden çıktı. Ailesinin kızmayacağını biliyordu. Potter'lar ve McKinnon'lar uzun zamandır arkadaşlardı. James ile Marlene kardeş gibi büyümüşlerdi. Marlene hemen ara sokaktan Potter'lara geldi. Kapıyı çaldığında kapıyı açanın bir ev cini olmasını bekliyordu. Çünkü genelde öyle olurdu. Ancak bu sefer kapıyı açan kişi Euphemia Potter olmuştu. Onu görünce hemen gülümsemiş ve Marlene sarılmıştı. "Eleanor bu gün geleceğinizden bahsetmişti" dedi Ms.Potter. Marlene " Evet daha yeni geldik sayılır." diye cevap verdi. Bayan Potter kızın neden geldiğini anlamıştı ve üzgün bir ifade ile "James'ler burada değil canım" dedi. Marlene üzülmüştü çünkü bu mektupları okuyup cevap yazmak zorunda olacağı anlamına geliyordu. Gülümsedi ve gitmesi gerektiğine dair bir şeyler söyleyip evden ayrıldı.
Eve gitmek istemiyordu. Bu yüzden mahallede dolaşmaya başladı. Burada neler neler yaşamıştı. Yaralanmıştı 2 abi ve bir adet James Potter ile büyümek ona yaralanmanın pekte önemli olmadığını kanıtlamıştı. Ancak annesi bundan pek memnun değildi. Onun hep bir hanımefendi olmasını isterdi. Ancak Marlene hanımefendilik kavramına fazlasıyla yabancıydı. Quidditch' te kovalayıcı olarak oynardı. Kirlenmeyi umutsamazdı. Ortalığı karıştırmak konusunda bir uzman sayılırdı. Patavatsızlıkta ise sınır tanımıyordu. Ancak tüm bu özelliklerinin yanında bir o kadar da; sevecen, cana yakın, dürüst, sevdiği insanları her koşulda koruyan bir yapısıda vardı. Çocukken James ile oynadıkları parka vardığında bir sürü küçük çocuğun orada oynadığını farketti. Oradaki boş olan tek banka oturdu ve çocukları izlemeye başladı.
Marlene saatin nasıl geçtiğini anlamamıştı. Ancak parkta çocuk kalmadığında havanın karardığını farkedebilmişti. Her zaman gittiği ara sokaklardan geçerek eve doğru hızla ilerledi. Henüz yemek yemediklerini anladığında rahatlamıştı. Çünkü aile kuralları gereği yemek masasından ancak özel bir iznin varsa muaf olurdun. Ev cinlerinin sofrayı annesi ile birlikte kurduğunu görünce bunu fırsat bilerek yukarıya kaçmıştı. Kendi odasına girmeden önce Edward'ın odasına girdi. Edward özel bir iksir ile uğraşıyor gibi görünüyordu. İksir konusunda ailenin en yeteneklileri kesinlikle oydu. Marlene'e gelince o kendisinin ailenin yada çevrenin en iyisi olduğu bir tarafını henüz bulamamıştı. Yada öyle bir yanı olmadığı için bulamadığına neredeyse emindi. Abisi ona doğru göz ucuyla baktı "yemek mi hazır?" diye sordu. Abisi bir işle uğraşırken kesinlikle çok ciddi bir hale bürünüyordu. Marlene "Hayır ama bana bir konuda yardımcı olman lazım." dedi. Edward ise ona bakmadan gülerek " söz sözdür Marls bizimkiler şimdiden heyecandan parmaklarını yiyorlar" dedi. Marlene onun ne dediğini anladığında kafasını geriye doğru yatırdı. Birde bu vardı diye içinden geçirdi. "Hayır konu bu değil" diye söylendi. Abisi onunla yeniden göz teması kurunca hemen konuşmaya başladı. "Sencede babam eskisine göre biraz daha fazla ciddi değil mi?" diye sordu usulca. Edward'ın yüzüne baktı ve onunda aynı şeyi düşündüğünü anladı. "Belki biraz daha yoğun olduğundandır. Bilemiyorum belki de işler çok yoruyodur. Yada sonunda beş çocuğun ne kadar yorucu olduğunu daha iyi anlamaya başlamıştır" dedi Edward ve hepsi mantıklı geliyordu. Hatta sonuncusu ufak bir kahkaha bile attırmıştı. Ailelerinin çocuk sahibi olmayı bu kadar sevmesi onlar arasında dönen bir espiriydi. Marlene bir şey dememeye karar verdi ve annesinin sofrayı hazırladığınıda ekledi odasına gittiği anda kapısı çaldı ve yemeğe beklendiği söylendi. Akşam yemeği sonrası odasına geçti ve mektupları okudu ve en son yazılanlara cevap yazdı. Baykuşu ile birlikte mektupları sahiplerine gönderdi. Kendini uykunun tatlı kollarına bıraktı.
Marlene'in bu dünyada nefret ettiği iki şey vardı bunlardan ilki erken kalkmak diğeri ise bir başkası tarafından zorla uyandırılmaktı. Bu sabah her ikiside oluyordu. Çünkü bu sabah Hogwarts Expressine gitmesi lazımdı beşinci yılın ilk günüydü bugün. Marlene sonunda gözlerini açtığında ona kızgın bir şekilde bakan annesi ile karşılaştı. "Hadi çabuk giyin valizini al ve mutfağa in" dedi ve hızla odadan çıktı. Marlene hazırlandı valizini aldı ve mutfağa doğru ilerledi. James'i görmeye bir daha gidememişti işleri buna izin vermemişti. Sirius'unda orda kaldığını öğrendiğine ne kadar çok şaşırsada gidip neler olduğunu soramamıştı bile. Lily'nin anlattığına göre olan şeyler pek iç açıcı değildi. Mary ise onun evden kaçtığını bile Marlene'den öğrenmişti. Ve yine Marlene'nin zorlamasıyla bilmiyormuş gibi yapacaktı. McKinnonlar son toplu kahvaltılarını abisi Charlie'nin evinde yemişlerdi hatta orada ailenin ilk gelinide onlarla beraberdi. Ancak şuanda bir eksikle birlikte yedikleri son kahvaltıydı çünkü yılbaşına kadar iki eksikle devam edeceklerdi. Marlene ailede Hogwarts'a gidecek olan tek kişiydi abisi geçen sene mezun olmuştu. Küçük kardeşlerinin ise daha 3 senesi vardı.
Kahvaltı bittiğinde bay ve bayan McKinnon Marlene'i alıp tren garına gittiler. Dokuz üç çeyrek platformundan geçtiler. Marlene ailesi ile vedalaşıp ilerlemeye başladı ve orada uzun zamandır görmediği kızıl saçları gördü gülümsedi arkadan hızla giderek ona sarıldı. Kimin sarıldığını farkeden Lily Evans ona hemen geri sarıldı. Daha sonrasında aralarına Dorcas Meadow ve Mary Mcdonald'da katıldı. Ve trende boş bir kompartıman bulmaya çalıştılar. Buldukları gibi kendini içine atıp yazın dedikodusunu yapmaya başladılar. Marlene'nin aklına James ve mektuplar geldiğinde kızlara " Ben bir James'i bulayım yoksa yıllık trip yerim" dediğinde James adını duyunca Lily yine yüzünü ekşitti. Ama Marlene umursamadı. Onların bu kedi köpek kavgalarını izlemeyi seviyordu. Diğer kızlar herhangi bir tepki vermek yerine Mary'nin yaz aşkı hakkında sohbete devam ettiler ve Marlene James'i bulmak için ilerledi. Aslında merakının sebebi James değildi. Sirius'a ne olduğu daha çok ilgisini çekiyordu. Ancak mektupta bunu ona soramazdı. Black mektuplarında ilk başlarda normal espiriler yapmıştı. Ama son mektuplarda bir farklılık vardı. En son mektup ise sadece artık adresinin James'lerin evi olduğu yazıyordu. Daha sonra ise hiç yazmamıştı.
Marlene ve Sirius arasında her zaman özel bir bağ vardı. Çoğu açıdan benzerlerdi tek ve en büyük fark birisinin aile sevgisini tüm derinliklerine kadar hissetmiş olmasıydı. Sirius'a karşı hep bir yumuşak damarı vardı. Sanki ona üzüntü ve acı vermekten tüm benliğiyle korkuyordu. O bütün bunlardan nasıl korkuyor olsada ona bunu yapan başkaları hep vardı. Şimdi onların elinden kurtulmuştu. Ancak hala tam olarak huzurlu hissetmiyordu. Ona yapmış olabilecekleri şey onu çok fazla korkutuyordu. Sonunda aradığı o tanıdık yüzleri gördü. Çapulcular karşısındaydı. Muhteşem dörtlü . Okulun baş belaları. Onu ilk gören Remus oldu gülümsedi. Marlene kapıyı açtı ve içeri girdi. James onu görür görmez sarıldı. Marlene'de hemen onun ardından. Uzunca bir süre bir o yana bir bu yana sallandılar. Abartı hareketlerle özlem gideren ikiliye bakan üçlüden ilk konuşan Remus oldu. "Başka gören olsa kırk yıldır birbirlerini görmeyen iki sevgili zanneder." dediğinde James ve Marlene tam olarak neredeyse aynı zamanda Remus' a dönüp dil çıkardılar. Daha sonra lafa Sirius girdi ve "Hiç öyle olur mu aylak çatalak beni gerçek aşkını satar mı hiç" dediğinde herkes kahkaha atmıştı. Bu espiri sonrası ona bakma cesaretini bulduğunda gri gözler ile karşı karşıya gelmesi bir oldu. Gözlerini yüzünde gezdirdi. Herhangi bir acı ve üzüntü belirtisi yoktu. Ancak çok geç olsada başka bir ifade olduğunu anladı. Bu onun onu rezil edeceğini ifade eden o gülüşüydü. " Ne oldu McKinnon İtalyada hiç yakışıklı erkek yok muydu?" diye sordu keyifli bir şekilde. Marlene kızgın bir şekilde ona baktı ama yumuşaması çok daha hızlıydı. Çünkü onu tanıyordu. O da bu oyuna ayak uydurdu ve "Tabi hatta o kadar yoktu ki sen bile gözüme yakışıklı görünmeye başladın." dedi. Sirius cevap vermek yerine ayağa kalktı ve Marlene'in sarı saçlarını dağıttı. Marlene ise bunun üzerine onu saçlarına davrandı ancak boy farkı yüzünden pekte başarılı olamamıştı. Peter ayaklarını yerden çekti çünkü bir kaza kurşununun ona denk gelmesini istemedi. Marlene James'e yalvaran bakışlarla "Bana yardım et Jamie" dedi. James ise önce ona sonra Sirius'a bakarak bir karara vardı. Koltuğa çıktı Sirius'un saçlarına daldı. Remus bu işin sonunun ne olacağını az çok tahmin edebiliyordu ve bu üçlüyü ayırmak için ilk hamlesini yaptı. Çok zorda olsa ayırmayı başardığında berbat halde olan üç arkadaşı tam karşısındaydı. Üçüde birbirine kötücül bakışlar atıyordu. Remus bu hallerine gülmeden yapamadı. O gülünce birden bire bütün hepsi kahkaha atmaya başladı. Kapı çalıp Ravenclaw baş öğrencisi olan Alan Hamerton kıyafetlerini giymelerini söyledi. Marlene bunun üzerine kendi kompartımanına doğru yöneldi. İçi rahatlamıştı neden bu kadar gerildiğini bile anlamadığı bu konuda sonunda bir rahatlığa kavuşmuştu.
Üzerlerini giyinen kızlarla beraber trenden indiler ve yeni bir dönemin başlangıcı için büyük salona ilerlemeye başladılar.