
Chapter 1
"Acı sadece fiziksel değildir. Bazen öyle bir acı hissedersin ki, nefesin kesilir, kalakalırsın."
•°•°•°•°•°•
Severus Snape her zaman annesine düşkün olan bir çocuk oldu. Hayatının ilk anıları mükemmeldi. Babası sürekli çalışır, eve gelince yemek yer ve içerdi ama alkoliğin teki değildi. O zamanlar yani. Durumları iyi olmasa da, her gün en az bir şeker yiyemese de annesi onu çok sever, sürekli gülümserdi. Beraber bahçedeki işleri yapar, saatlerini çiçeklerle geçirirlerdi. Babası yorgun olmadığında ve izin günlerinde sürekli onunla oynardı. Parka giderlerdi. Bisiklete binmeyi ve düşmemeyi babası öğretmişti. Topu nasıl süreceğini, nasıl ellerini kullanmadan yakalayıp başka bir yere atacağını...
Sonra bir gün, Severus henüz çok küçükken, babası işe gitmeden önce bahçeye çıktılar. Annesi çiçekler için taşınması gereken aletler olduğunu söylemişti. Severus da hayranı olduğu ve işteyken çok özlediği babasını takip etti. Onun ağır şeyleri nefesinin altından kötü sözler söyleyerek el arabasına taşımasını kıkırdayarak izledi.
Babası arada bir ona komik yüzler yaparken eli kaydı ve ağır araba ayaklarının üzerine indi.
Severus sadece babasını korumak istemişti. Ağır el arabası yerden tamamen birkaç santim havalanırken ve babasından uzakta yere gürültüyle düşerken sadece babasını düşünüyordu.
Sonra masum gözleri babasına döndü. Adam şokla kalakalmıştı. Görülüp görülmediğine bakmak için bir sağa bir sola dönerken Severus ona anlamadan baktı. Yanlış bir şey mi yapmıştı?
Eh, belli ki öyleydi. Çünkü babası belinden tuttuğu gibi onu kucağına almış ve hışımla eve girmişti. İncitmeye kıyamadığı Severus ise beline gömülen parmaklar yüzünden dolu gözlerle sızlandı.
Acı nedir bilmezdi ki o. Annesi yaralarını hemen iyileştirir, babana sakın söyleme diye fısıldardı. Babası ise düştüğünde, canı acıdığında her zaman yanında olur, onun güçlü bir erkek olduğunu ve bunun ufak bir acı olduğunu söylerdi.
Baban burada, merak etme. Yakında acımayacak...
Sonrası kıyametti. Babası onu koltuğa neredeyse fırlatırken annesinin adını haykırmıştı. Eileen koşa koşa salona girip neler olduğunu soracakken yüzüne şiddetle çarpan tokatla neye uğradığını şaşırmıştı.
O gün, cehennemin başlangıcıydı. Severus sadece iki gün sonra, tamamen istemsiz bir büyü kazasının ardından ilk tokadını yemişti. Hayatına belirli kurallar hızla gelirken hayranı olduğu babası kabuslarında gördüğü kötü canavara dönüşmüştü.
Babana sihrini gösterme,
Dışarıda sihir yapma,
Sihirden bahsetme,
Soru sorma,
Ses çıkarma,
Babanın gözüne gözükme,
Ne duyarsan duy, odandan çıkma,
Ve babanın sadece kötü bir dönem geçirdiğini, ona katlanmamız gerektiğini bil, ondan nefret etme.
Severus zorla annesinin bu kurallarına uysa da sonuncuyu yerine getirememişti. Dayakların şiddeti artarken ve annesi artık hiç gülmezken, babasına olan nefreti doğru orantılı olarak arttı.
Ama alıştı... Annesi hâlâ babası yokken mutlu görünebiliyordu.
Sonra bir gün kızıl saçlı bir kızla tanıştı. Hayatında tanıdığı en güzel kızdı. Melek gibiydi. Onun büyü yaptığını görene kadar yanına gitmeye cesaret edememişti ama o gün, ona 'Sen bir cadısın.' demeden duramamıştı.
Uzun soluklu bir dostluğun temeli o gün atıldı.
Severus için o, her şeyden kaçış noktasıydı. Güvenli sığınağıydı Lily. Hogwarts'a beraber gelirken trendeki heyecanları hala çok tazeydi genç Severus'un zihninde.
Trende tanıştığı dört velet hayatını mahvetmeye -yani zaten yeterince berbat değilmiş gibi daha da bok etmeye- karar verirken binalara ayrıldılar.
Severus Slytherin'e, tatlı Lily ise Gryffindor'a. Birbirine düşman iki binada olup, arkadaşlıklarını sürdürmeye çalışırken çok acı çektiler. Özelikle Severus. Çünkü dört aptaldan biri Zambak'a aşık olmuştu ve yanındaki tek erkek olduğu için şimdi iki kat daha çok uğraşıyordu onunla.
Severus, gözlüklü çocuktan nefret ediyordu. Tıpkı babası gibiydi!
5. yıl geldi ve Severus yeri geldiğinde küçük kız kardeşi, yeri geldiğinde de annesi olan kızıl kıza hiç söylememesi gereken bir şey söyledi.
'Bulanık.'
Arkadaşlıkları sanki daha dün tanışmışlar gibi bir kolaylıkla biterken Severus acı içinde yapayalnız kaldı.
Ama en büyük vurgunu yine babasından yedi. Her şeyi berbat ettiği yaz, eve döndüğünde güzel annesinin cesedini buldu. Zayıf bedeni kanlar içindeydi, güzel yüzünde yıllardır orada olmayan huzur vardı. Ne kadar ona sarılıp göğsüne bastırdığını, yüzüne öpücükler kondururken gitmemesi için yalvardığını bilmiyordu ama kapı açılıp polisler içeri girene ve kollarındaki buz gibi olmuş bedeni zorla çekene kadar en az üç saat geçmişti.
15 yaşındaki Severus Snape'in, annesinin ölü bedenine sarılarak geçirdiği üç saat...
Acıdan uyuşmuş bir halde annesinin cesediyle birlikte hastaneye götürüldü. Annesi morga, kendisi de sakinleştirici etkisi altında boş bir hastane odasına. İki gün sonra şoku azaldığında, ağlama krizleri durdu ve konuşabileceğini hissettiği anda annesinin neden öldüğünü sordu. Nasıl? Kim, neden annesine, en kıymetli varlığına zarar verirdi ki?
Elbette yıllarca bunu yapan adamla aynı kişi; babası. Severus'un trenden inip annesine sarılma hevesiyle eve döndüğü sırada babası ellerinde kanla karakola teslim olmuş. Kavga ettik, kendimi kaybettim demiş. Davası da ertesi gün görülecekmiş.
Severus cenazeden önce annesini görmek istediğinde hemşire Hilda endişeyle baktı. Bu ufak tefek yaralı gencin bir kriz daha geçirmesinden, annesinin ölü bedenini görmeye dayanamamasından korkmuştu ama hayır, acı nefesini de kesse, içini cayır cayır da yaksa annesini görecekti.
Son kez veda etmeden toprağa veremezdi annesini.
Soğuk, buz tutmuş morgda ağlayarak annesine son kez sarıldı, ona veda edip pek çok söz verdi ve bir sinir krizi daha geçirirken sakinleştirilerek çıkarıldı.
Acısının tazeliğine rağmen sonraki gün bayıltılmadan annesini toprağa verdi. Birkaç kişinin olduğu cenazeye gelen Dumbledore'u görmezden gelerek acısını bastırmaya çalıştı. Cenazeden hemen sonra mahkemeye gidecekti. Annesinin katilinin ne ceza alacağını görmek ve onun gözlerine bakıp nefret kusmak için.
Ama okul müdürü ona engel oldu. Bunun sadece kendisine daha çok zarar vereceğini, annesinin bunu istemeyeceğini söyledi. Severus sonradan oldukça utandığı bazı şeyler söylese de yaşlı adam umursamadan genci kendine çekip bir baba gibi sarıldı ve sırtını okşadı. Bu sefer öfkeli krizlerinin aksine sessiz gözyaşları döküp uzun zaman sonra gördüğü şefkate istemeden de olsa sığındı.
"Sorun yok oğlum, sakinleş. Seni buradan götüreyim, nasıl olur?"
Severus itiraz etti, "O eve dönemem, yapamam." dedi acıyla. Annesinin kanlar içindeki hali gözlerinin önüne gelirken Müdür cisimlendi. Severus kendisini Hogwarts'ta bulduğunda şokla etrafına bakındı. Burası Müdürün tuhaf odasıydı. Gryffindor'un bina başkanı Minerva McGonagall'ın da orada olduğunu sonradan fark etti. Dumbledore kederli genci ona emanet edip içi rahatlasın diye gözlerini gözlerine dikip konuştu.
"Oraya ben gideceğim. Ben avukatın olarak her şeyi halledeceğim."
Severus düştüğü zavallı durum için yok olmak isterken, -çünkü bilirsiniz, alkolik babası annesini öldüren zavallı bir çocuktu- uzanıp yaşlı adamın kolunu tuttu ve adeta bakışlarıyla yalvardı.
"En ağır cezayı aldığından emin olun Profesör."
Yaşlı adamın açık mavi gözleri hüzünle parladı. "Merak etme oğlum, en ağır cezanın bir azını bile almasına izin vermeyeceğim."
Severus minnetle baktı. Müdür gittiğinde ve yatakhanesinde, Hogwarts'ın güvenli alanında olduğunu hissettiğinde kendini bırakıp uzun bir uykuya daldı.
Acı çok fazlaydı, her yanını sarmıştı. Nefes almaya bile hali yoktu artık.
////----////