
Bölüm 1
Harry keskin bir nefesle yatağında doğruldu. Zalim bir kahkahanın hayaleti kulaklarında çınlıyordu.
Sonsuz gibi gelen bir an boyunca, loş bir şekilde aydınlatılmış yatak odasının tavanına baktı. Soluk hatıralar gözünün önünde dans ediyor gibiydi. Ter içinde kalmış bedeni sabah ayazıyla buluştuğunda tüyleri diken diken olmuştu.
Hissettiği mide bulantısıyla üzerindeki çarşafı bir kenara itti ve banyoya doğru koştu. Midesindekileri boşaltıp rahatlarken
lavaboya zar zor yetişmişti.
Ağzındaki keskin ve yakıcı sıvıyı hissettiğinde öksürdü. Elinin tersiyle dudaklarını kurularken bir anlığına duraksadı. Midesinin kendine gelmesini bekliyordu. İyi hissettiğini fark ettiğinde ellerini yıkadı ve derin nefesler eşliğinde parmaklarını saçlarının arasından geçirdi.
"Harry?"
Terlediği için tişörtü rahatsız edici bir şekilde üzerine ve saçı da alnına yapışmıştı. Harry hızlı bir şekilde tişörtünü çıkardı ve kenara fırlattı. Banyo aynasındaki yansımasını gördüğünde tam olarak bir enkaz gibi göründüğünü fark etti.
"Harry?..."
"Buradayım," diye seslendi. Ginny kesinlikle bir şeyler olduğunu anlamıştı. O yüzden bir şey olmamış gibi davranmanın bir anlamı yoktu. Kusarken onu duymuş bile olabilirdi.
"Harry, iyi misin?"
Bakışları kendi yansımasından Ginny'e kaydı. Kapının önünde onu bekliyordu. Üzerinde dün gece çıkarırken büyük bir zevk aldığı o muhteşem siyah gecelik vardı. Saçları gevşek bir topuzla tepede toplanmıştı ve yüzü yeni yıkanmış gibiydi. Bu da Ginny'nin bir süredir uyanık olduğu anlamına geliyordu.
"Evet," dedi kısık bir sesle ve boğazını temizleyerek devam etti. "Evet, sadece... Sadece bir kabus gördüm."
"Kabus mu, yoksa bir anı mı?" Ona doğru adımlarken sordu Ginny. Bunu söylerken sıcak elleri yatıştırıcı bir şekilde sırtındaki gergin noktaları okşamaya başlamıştı.
Tanıdık kokusu burun deliklerine dolduğunda Harry derin bir nefes daha aldı. İçindeki gerilimin biraz olsun azalmaya başladığını hissedebiliyordu.
"Fark eder mi?" diye ofladı Harry.
Ginny dikkatli gözlerle onu izlerken omzuna bir öpücük kondurdu. "Savaş mı?"
Kafasını hayır anlamında salladı.
"Voldemort?"
"Hayır," diyerek yutkunduğunda ağzındaki acı tadın geri dönmeye başladığını hissetti. "Bellatrix... Bakanlık... Sirius..."
Ginny çenesini omzuna yaslayarak arkadan ona sarıldı. Beline sarılan kollarla odaklanacak başka şeyler bulan zihni biraz olsun rahatlamıştı. Kendi esmer teniyle onun bembeyaz teni arasındaki fark cidden keskindi.
Kafasını yana doğru eğdi. İnceleyen ama ısrarcı olmayan bakışlar aynadaki yansımasında geziniyordu. Ginny her zaman onunla nasıl başa çıkması gerektiğini bilirdi.
"Devamlı Sirius'un ölüm anını görüyorum," diye fısıldadı. Gözlerini kapatırken çaresizlik hissinin benliğini sarmaya başladığını hissedebiliyordu. "Tekrar tekrar... Ve bu esnada duyabildiğim tek şey Bellatrix'in kahkaları."
Onu rahatlatmak için belinin kenarını okşarken sessizce hımladı Ginny. Teninde hissettiği yumuşak nefes, anlayamadığı bir şekilde Harry'i sakinleştiriyordu.
Harry tekrardan derin bir nefes aldı ve başını önüne eğdi. Sonrasında Ginny'e doğru dönerek kollarını beline sardı. "Özür dilerim," diye mırıldandı kızıl saçlara doğru.
"Özür dileme," diye cevapladı Ginny. Omzuna bir öpücük daha kondurduktan sonra devam etti. "Hepimize böyle şeyler oluyor. Daha iyi misin şimdi?"
Kollarının arasında biraz daha rahatlarken cevapladı Harry. "Evet."
"O zaman şu an için önemli olan tek şey bu - senin daha iyi hissetmen."
Yüzünü iyiden iyiye kızıl saç tutamları arasına gömmüş olan Harry gülümseyerek gözlerini kapattı. Onu bu kadar sevmesinin nedeni işte buydu. Kötü hatıraları ne zaman peşine takılsa, ne zaman boğuluyor gibi olsa Ginny her zaman onu daha iyi hissettirmenin bir yolunu bulurdu.
"Teşekkür ederim Bayan Weasley," dedi minnettar bir şekilde.
Ginny gülümseyerek cevapladı. "Rica ederim Bay Potter."
Harry öne doğru uzanarak Ginny'nin alnına yumuşak bir öpücük kondurdu ve "Yavaş yavaş hazırlanmaya başlamam lazım," diye fısıldadı. "Kingsley bu sabah erkenden gelmemizi istemişti. Summers dosyası hakkında konuşmamız gerekiyormuş. Bu sefer Summers'ı yakalayacak gibiyiz. Çok az kaldı hissediyorum."
"Çok iyi," dedi Ginny sinirli bir şekilde. "O piç Azkaban'da çürüyene kadar kalmayı hak ediyor."
Harry, diğerinin topuzundan kaçan birkaç tutam saçı kulağının arkasına doğru iterken geriye adımladı. "Öncesinde yargılanacak ama Gin. Sirius gibi vakalar olmasını istemiyorum artık."
"Suçlu olduğunu zaten biliyorsun Harry. Elinizde bir sürü kanıt var."
"Onu çabucak paketlememizi sağlayacak kanıtlar olduğunu düşünüyorum evet. Bu dosyayı kapatmamıza yetecek kadar hem de."
Çatılı olan kaşları yumuşarken gözle görülür bir şekilde rahatlamıştı Ginny. "Tamamdır, sen duşunu al, ben de kahvaltıyı hazırlamaya başlayayım. Geç kalmanı istemeyiz değil mi?"
"Kulağa iyi bir plan gibi geliyor," dedi Harry onu yanağından bir kez daha öperek. Ginny yüzünde minik bir gülümsemeyle banyodan çıktı.
Kapının kapanmasıyla beraber Harry'nin gülümsemesi kaybolmuştu. Aynaya tekrar bakarak kaşlarını çattı.
Sirius'un ölümünü rüyasında görmek onu cidden mahvediyordu. Hayatta olduğu anları görmeyi tercih ederdi - canlı, hayat dolu ve yanında olduğu zamanları...
Büyük ihtimalle elindeki davanın stresi yüzünden böyle rüyalar görmeye başlamıştı. Harry de bunun farkındaydı, ama yine de...
Ron'la beraber haftalardır bu dava üzerinde çalışıyorlardı. Summers'ın kuzeni Saint Mungo'ya gönderildiğinden beri, o adamı henüz yakalayamamış olmanın getirdiği stres ve ellerinin bomboş kaldığı her gün Harry'i günbegün yiyip bitiriyordu
Rüyalarının başarısızlıkla dolu diğer kötü anılarıyla ilgili olmasını bu aşamada doğal karşılıyordu.
Yüzünü bir kez daha ovuşturduktan sonra kalan giysilerini de çıkarıp duşa girdi. Bu anıyı zihninin uzak köşelerine itmesi gerektiğinin farkındaydı. En azından şimdilik...
Banyoda işini görüp, üniformasını giymiş bir halde mutfağa girdiğinde Ginny oturma odasındaydı. Quidditch takımının alt kısmını giyinmişti, üstündeyse sadece sütyeni vardı.
"Güzel görünüyorsun," diye yorumladı bu halini Harry masaya otururken. Ginny omzunun üstünden sırıtarak ona bakarken konuştu.
"Eve geldiğin zaman tekrar söyle." Ginny, sessiz bir tonla karşılık verdi. "Şimdi acele et ve kahvaltını yapmaya başla. İşe geç kalma."
"Emredersiniz hanımefendi," dedi Harry ve hızlıca masadaki sosislerden atıştırmaya başladı. Tat tomurcuklarına dolan lezzetli tatla beraber başını geriye doğru attı. "Sana daha önce ne kadar muhteşem olduğunu söylemiş miydim?" diye sordu.
"Hayır, bu daha bugün ilk söyleyişin," diye güldü Ginny. Tabağındaki tostu çalarken gülümsemesi daha da büyümüştü.
"Sen mükemmelsin."
"Biliyorum," dedi Ginny ağzı dolu bir halde. "Geç kalacaksın."
Harry sırıtarak ağzındaki lokmayı bitirdi. Boş tabağını lavaboya bıraktıktan sonra Ginny'i bir kez daha öptü. Dudaklarının tadı Harry'de bağımlılık yapmaya başlamış gibiydi. Güç bela ayrıldıklarında eline bir avuç uçuş tozu alarak şömineye girdi.
"Akşama görüşürüz. Karşı takımı doğduğuna pişman et."
"Tabi ki de," diye cevapladı Ginny koltuğa doğru yaslanarak. "Seni seviyorum, kendine iyi bak."
"Ben de seni seviyorum."
Ve sonrasında gitmişti.
.
.
.
“Çekilin yoldan!” diye bağırdı Harry. Hedefini takip ederken hızlı ve geniş adımlarla ilerlemeye devam etti.
İnsanlar sesindeki otoriter tona tepki vererek yanlara doğru dağılmıştı - ya da sırf onu tanıdıklarından dolayı yol vermiş olabilirlerdi. Harry onların kenara çekilmesi haricinde bir şey umursayacak durumda değildi şu an.
Önünden zamanında çekilemeyen zavallı bir adamı yana iterek hızını arttırdı. Gözleri, Robert Summers’ın hızla koşan bedeninden bir an bile ayrılmıyordu.
Harry’nin tek yapmak istediği şey önündeki adama bir lanet fırlatmaktı, ama cadde bunun için fazla kalabalıktı. Bu olaya şahit olan herhangi birine lanetin isabet etmesi işten bile değildi.
Adamı, kız kardeşinin terk edilmiş dükkanında saklandığını gördüklerinde çok şaşırmışlardı. Kingsley’in emriyle aile üyelerinden bazılarını kontrol ediyorlar, şüpheli hareketlerini gördüklerinde takibe alıyorlardı. Uzak ya da yakın ayırmaksızın Summers’ın onlardan saklanabilmek için akrabalarını kullanabileceğini düşünmüşlerdi.
Harry ilk başta adamın yakınlarından birinin evini kullanacak kadar aptal olmadığını düşünmüştü, ama anlaşılan o ki zekasını fazla abartmışlardı.
“Summers!” diye bağırdı, etrafındaki insanlar yol açmak için Kızıl Deniz gibi ikiye ayrılırken. “Dur!”
Harry’nin tahmin ettiği üzere Summers onu dinlemeyerek koşmaya devam etti. Daha önce hiç kimse dur emrine uymamıştı, bunda şaşılacak bir şey yoktu.
Summers bir sokak kedisine takıldı. Düşecek gibi olduğu esnada etrafındaki eşyaları dağıtmış, alanda tekrardan bir kaos ortamı oluşturmuştu. Kovaladıkları adam cüssesine rağmen oldukça hızlı koşuyordu ve çevikti. Adam son takılmasında bile yeri boylamamış, bir an olsun koşmayı bırakmamıştı.
Harry yere düşen eşyaların üzerinden atlarken sessizce küfretti. Önünde yolunu tıkayan yeni bir insan dalgası peydahlanmıştı.
Ron onun arkasında bir yerlerdeydi, Harry bunun farkındaydı. Summers’ın kaçarken etraftaki dükkanlara yaptığı büyülerin etkisini azaltmak için uğraşıyordu. Ama çok geçmeden ona bu kovalamacada yetişeceğini de biliyordu.
Summers bir anda yana doğru manevra yaparak Knockturn Yolu girişine doğru yöneldi.
Harry hemen peşinde, birkaç metre geriden onu takip ediyordu. Hatta neredeyse bir deri bir kemik gibi görünen bir cadıya çarpacaktı. Kadın şokla geri çekilirken Harry onu ezmemek için son anda yana doğru adımladı.
Kadını yarı kibar yarı zorlar bir tavırla yana doğru iterek diğerinin peşinden gitmeye devam etti Harry.
Takip ettiği adamı tekrar bulmakta zorlanmamıştı. Summers bir boğa gibiydi. Koşarken kalabalığı bir bıçak gibi yarıyordu. Harry’nin yaptığı tek şey onun çil yavrusu gibi dağıttığı insan gruplarını gözlemlemek oluyordu.
Farklı bir köşeden tekrar döndüğünde, dar sokağa doğru eğik duran kırık yağmur giderine çarpmamak için eğildi. Doğrulurken Summers’ın yıkık dökük bir binanın içine girdiğini fark etmişti. Girdiği bina kapısının menteşeleri parçalanmak üzereydi ve binanın pencereleri eskimiş görünen kerestelerle kapatılmıştı.
Harry şüpheyle gözlerini kıstı ve onun peşinden içeri girdi.
Ön merdivenleri tırmanırken asasını da dikkatli bir şekilde kılıfından çıkarmıştı.
Harry duvara yapışık bir şekilde binanın içlerine doğru ilerlerken kapıyı da gözlemeyi ihmal etmiyordu. Raflarda sıralanmış cam kaplar ve kırılmış tahta rafların düzensizliği, ona buranın eskiden bir dükkan olduğunu söylüyordu. Terk edilmiş bir dükkan...
Yerde kırılmış cam parçaları vardı. Tüm ağırlığını zemindeki eski püskü tahtalara vermeden önce cam parçalara basarak yavaş yavaş ilerledi Harry.
Birkaç adım daha ilerledikten sonra birden dondu. Gözleri cılız bir şekilde aydınlatılmış alanı tararken hedefini tekrardan aramaya başladı. İçgüdüleri Summers’ın yakınlarda bir yerlerde olduğunu söylüyordu.
Sol taraflarında duyduğu keskin bir gıcırtıyla geri döndü ve sesi duyduğu yöne doğru basit bir stupefy gönderdi.
Summers çığlık atarak kenara kaçtığında, Harry’e cevap olarak hardal sarısı renginde bir lanet yollamıştı. Harry gelen laneti asasının bir hareketiyle bertaraf ederek raflara doğru göndermiş ve o zamana dek sağlam kalanlarını da paramparça etmişti.
Summers dur durak bilmeden saldırısına devam ettiğinde, dişlerini gıcırdatarak kalkan oluşturdu Harry. Kalkanın öbür tarafında büyüler ve lanetler nefes almasına bile izin vermiyor, resmen yağmur gibi yağıyordu.
Harry büyülerin parlak ışığı altında gözlerini kıstığında, Summers’ın odanın uzak köşesindeki merdivenlere doğru manevra yaptığını gördü. Gergin bir şekilde kendini tekrardan koşmaya hazırladı. Adam arkasını dönünceye dek bekledi ve basamakları tırmandığını gördüğünde kalkanını indirip onun takip etmeye devam etti.
Tahta merdivenlerde yankılanan adım sesleri sağır edici bir şekilde şiddetliydi. Katları birer birer geçerken karşılaştığı birkaç keskin dönüş ve basamakların değişik yükseklikte olması neredeyse Harry’nin aşağı yuvarlanmasına sebep olacaktı. Bu yüzden Summers’ın düellodan çok merdivenleri çıkmakla meşgul olmasına minnettardı. Onu durdurmaya çalışsa her şey daha da sarpa sarabilirdi.
Harry son basamağa ulaştı ve yüzüne kapatılan kapıyı omzuyla açmaya çalıştı. Kapıyı açmayı başarmıştı, ancak açmasıyla beraber harcadığı orantısız güç yeri boylamasına yetmişti. Kapıların düşündüğünden daha eski olduğunu ve ufak bir darbede kırılacağını unutup duruyordu.
Başı deli gibi dönerken kayarak durdu. Gözünün bir ucuyla adamın pencereden sarktığını, çatının pencereden görünen ucuna doğru uzandığını gördü. Oradan da bir şekilde vücudunu yukarı doğru çekmiş ve ardından çatıya tırmanmayı başarmıştı.
Bunu gören Harry küfrederek kendini onun peşinden ilerlemeye zorladı. O da pencereden sallanarak çatının kenarına tutundu ve gücü gittikçe azalan kollarıyla kendisini yukarıya doğru çekti.
Dengesini koruyabilmek adına yana yuvarlandığında harcadığı efor yüzünden nefes nefese kalmış, saçı terden alnına yapışmıştı.
“Summers!” Kızgın bir şekilde bağırdı. Diğeri nefes nefese kalmış bir haldeydi. Hissettiği korku yüzünden hareketleri dikkatsizleşmiş, farkında olmaksızın çatının ucuna doğru adımlıyordu. “Kaçacak bir yerin kalmadı. Artık işin bitti.” Harry kaşla göz arasında, hızlı bir expeliarmus’la Summers’ın asasını ele geçirdi ve kendi asa kılıfının içine yerleştirdi.
Summers onunla yüzleşmek için arkasını döndü, gözleri çıldırmış gibi bakıyordu. Kollarını umutsuz bir şekilde sallarken geriye doğru adımlamaya devam etti. “Hayır! Hayır” diye bağırdı adam. “Ben masumum – o kıza parmağımı bile sürmedim!”
“Eğer masumsan neden bana ve arkadaşıma saldırdın? Neden kaçtın?” Harry adama yaklaşmaya çalışırken bir yandan da bastığı yerlerin sağlam olup olmadığına bakıyordu. Summers çatının ucuna doğru yaklaşırken onu daha da fazla ürkütmek istemiyordu.
“Çünkü siz Seherbaz'sınız!” diye bağırdı Summers. Harry'nin ona biraz daha yaklaştığını fark ettiğinde korkuyla geriye - daha da uçlara doğru bir adım attı. “Kuduz köpekler gibisiniz! Asla dinlemeyi bilmezsiniz!”
“Benim işim senin sızlanmalarına katlanmak değil,” dedi Harry, ona doğru ilerlemeyi bırakarak. Aralarında sadece birkaç adımlık mesafe kalmıştı. “Bildiğim tek şey senin gibileri içeri atmak.”
“Ben yapmadım diyorum!”
Harry sabrının tükenmeye başladığını hissettiğinde kaşlarını çattı. Bütün bu takip, Diagon Yolu’ndan Knockturn Yolu’na kadar olan mesafe onun sınırlarını fazlasıyla zorlamıştı zaten. Summers’ın zavallı yalvarışları ve sızlanmaları da buna tuz biber oluyordu.
“Bak, eğer söylediğin gibi masumsan neden bizimle beraber Bakanlığa gelip savunmanı yapmıyorsun? En azından üstündeki suçlamaları temizlemek için bir şansın var. Bizden kaçmak seni suçlu gibi gösteriyor.” Ama Summers Harry’nin sözünü bitirmesine fırsat bile vermeden kafasını iki yana sallamaya başlamıştı bile.
Harry derin bir nefes verdi, “Peki, madem kaba güç istiyorsun.”
Karşısındaki alçağı yere serip hücreye sürüklemeye hazır ve nazır bir şekilde asasını kaldırdı.
Summers’ın gözlerindeki korku daha da büyüdüğünde, Harry bunun sebebinin kendi yeğenine cinsel saldırıda bulunmasının cezasıyla buluşacağını bilmesinden mi - yoksa ‘Harry Potter’ın asasının merhametinde olmasının verdiği korkudan mı geldiğini bilmiyordu.
Belki de ikisinin bir karışımıydı.
Harry’nin, birimdeki en genç Seherbazlardan biri olmasının bir sebebi vardı. Normalde üç yıl süren Seherbaz eğitimini yalnızca sekiz ayda tamamlamasının da öyle... Seviyesinin ve düello kabiliyetinin bu kadar çabuk bir şekilde Alastor Moody seviyesine yükselmesinin kesinlikle bir sebebi vardı.
Summers’ın tir tir titrediğini gördüğünde çenesini sıktı. Önündeki adamı dikkatle inceledi. Çatının ucu ve adam arasındaki mesafeyi kontrol ederek bir kez daha mırıldandı, “Stupefy.”
Büyü Summers’ın göğsüne isabet ederek onu kesik bir ciyaklamayla geriye fırlattı. Harry asasını indirmeden önce biraz bekledi. Belki de bu anı biraz soluklanmak için kullanabilirdi.
Dikkatli adımlarla Summers’a yürürken çatıdaki gevşek kiremitlere ve çürük tahtalara basmamaya gayret ediyordu. Yerde yatan adama uzandı ve omzundan kavrayarak önüne dönmesini sağladı. Herifin havasızlıktan gebermesini istemezdi. Sorgulamaları ve her şeyi belgelemeleri gerekiyordu. Yapılacak bir ton iş vardı.
Adamın boynunda, karanlıkta pırıl pırıl parlayan metal bir kolye vardı. Üzerine koruyucu rünler kazınmıştı. Harry rünlerin ne anlama geldiğini fark ettiği anda - çok geçti. Summers’ın birden ona, arkasında sakladığı tuğlayla vuracağını hesap edememişti. Hatta o an tepki bile verememiş, aldığı darbeyle yere yığılıp kalmıştı. Gözlükleri o hengamede kaybolup gitmişti. Ani bir acıyla gözlerinin karardığının belli belirsiz farkına vardı.
Gözlerini kapatarak elleriyle hasar yoklaması yapmak için başını kontrol ettiğinde, yanağına doğru ılık ve ıslak bir şeyin süzüldüğünü hissetti. Ayağa kalkmaya çalışırken acıyla inledi Harry. Parlak güneş ışığı gözlerini mahvediyordu.
Kendine gelmek ister gibi kafasını usulca iki yana salladı. Pozisyonundaki değişiklikle kayan görüşü başını döndürüyordu. Ciğerleri bir anlığına nefes almasına imkan vermediğinde, neredeyse kendini tekrardan yerde buluyordu.
Siktir, diye düşündü halsiz bir şekilde. İşleri batırdığını farketmesiyle içini bir ürperti kaplamıştı ve bunun esintisini hissettiği rüzgarla hiçbir alakası yoktu.
Zonklayan baş ağrısının gerisinde, belli belirsiz bir sesin çığlıklarını duyabiliyordu. Ama Harry sesin söylediklerinin tek bir kelimesine bile odaklanabilecek gücü kendinde bulamamıştı.
Gözlükleri olmadığından kendine doğru ilerleyen şekli güç bela seçebilmişti Karşısındaki adam bileğini kavradı ve sertçe arkasına doğru büktü. Harry ise bileğini kurtarmak için Summers’ın burnuna bir yumruk attı.
Summers bu yumruğa rağmen devrilmemiş ve dengesini korumayı başarmıştı.
Harry yeni bir acı dalgası hissettiğinde yüzünü buruşturdu. Avucunu yüzüne bastırması bile işe yaramamıştı bu kez. Yüzünden aşağı inen ıslaklık saçının büyük bir kısmını kaplamış, sağ yanağının tamamını kırmızıya boyamıştı.
Bir anlığına elindeki kırmızılığa baktı. Summers ise bu boşluğu Harry’nin üzerine atlamak için kullanmıştı. Sert bir şekilde zemine düştüklerinde Harry dizini adamın beline gömdü. Sonrasında dirseğini keskin bir hareketle yukarıya doğru savurarak Summers’ın çenesiyle buluşturdu. Yarı baygın haline rağmen, diğerinin çenesinin kırılma sesini duyabilmişti. Bu da Harry’e hastalıklı bir zevk verdi.
Harry karşısındaki adama göre daha küçük kalıplı olduğundan ve çok değil daha birkaç dakika önce küçük çaplı bir beyin kanaması geçirdiğinden, vuruşları karşısındaki adamı yere serecek kadar güçlü olamıyordu. Summers boyut ve güç olarak ondan daha avantajlı bir konumdaydı.
Harry ayağını yere sağlamca basarak yukarıya doğru bir hamle yaptı. Bu hareketin momentumunu kullanarak yerlerini değiştirebileceğini umuyordu. Summers tekrardan saldırdığında son anda çekilmeseydi, yumruğu neredeyse bir kez daha Harry’nin başına isabet edecekti. Üstündeki adam küfrederek Harry’nin ulaşamayacağı bir noktaya çekildi, ama çok geçmeden geri dönmüştü.
Harry’i sol dizinden kavrayarak havaya kaldırdı ve çatının sağ ucuna doğru taşıdı. Harry refleksle yuvarlandığında içinin korkuyla çekildiğini hissetti. Çatıdan aşağı düşmek üzereydi.
Kollarıyla telaşla tutunabileceği bir yer ararken, göz ucuyla yağmur giderini gördü. Düşüşünü biraz da olsa yavaşlatabileceğini düşünerek boruya tutundu, ancak eskimiş metalin acı verici bir şekilde gıcırdadığını duyduğunda bunun pek de iyi bir fikir olmadığını anlamıştı. Ellerinin altındaki paslı metal, ağırlığıyla her saniye daha fazla bükülürken baş ağrısı tüm şiddetiyle artmaya devam ediyordu.
Metal bir kez daha gıcırdadığında, Harry tuttuğu kısmın menteşelerinden ayrılmaya başladığını gördü. Korkunun usul usul kalbini sıkıştırmaya başladığını hissettiğinde yüzünü buruşturdu.
Birisinin uzaklardan ona seslendiğini duyabiliyordu, ama tüm dikkati ellerinin altında yavaş yavaş parçalanan boruya kilitlenmişti.
Asası üzerinde değildi. Büyü yapmak şöyle dursun, kafasındaki yarayla önünü bile zar zor görebiliyordu.
Ron hala yanlarına gelememişti. Belki de izlerini sürememişti. Summers’ın da birden vicdan yapıp ona yardım etme olasılığı ise eksilerdeydi. Harry sona yaklaştığını hissediyor ve bu kadar çaresiz kalışına inanamıyordu.
“Lanet olsun,” dedi Harry, zayıf bir sesle.
Hayır, hayır.
Tutunduğu boru yuvasından tamamen kurtulduğunda, hayatının da bu metal parçası gibi ellerinden kayıp gittiğini hissedebiliyordu Harry.
Yaşamak istiyorum.
.
.
.
Gittiler, teker teker gittiler. Onlar uzandığı dar sokağın sadece birkaç metre uzağındaki ana caddeye giderken, ona geri dönen tek şey zalim kahkahalarının yankısı olmuştu.
Çığlık attığında, ağladığında ve yalvardığında kimse yardımına koşmamıştı. Kimse umursamamıştı. Burada, karanlığın en koyu olduğu yerde, herkes kendi işine bakar ve başkalarının sorunlarına karışmazdı.
Vücudu kemiklerine kadar işleyen gece ayazıyla tir tir titrerken bedeni onların fırlattığı yerde kalmış, olduğu yerden bir santim bile kımıldayamamıştı.
Bir süre sonra bu işkenceye karşılık vermeyi bırakmıştı. Sadece... Artık bir şeyleri önemsemseyecek gücü dahi kalmamıştı. Böylesi onları engellemeye çalışmaktan daha kolaydı.
Kıyafetleri paramparçaydı. Ve hala göğsünde, boynunda ve bacaklarında gezinen ellerin hayaletini hissedebiliyordu. Sahte bir ilgiyle başladıkları yumuşak dokunuşlar çok geçmeden yaralayıcı ve kaba hareketlere dönüşmüştü. Ettikleri küfürler ve zihninin derinliklerine yerleşmiş iğrenç fısıltılar hala kulaklarındaydı.Söyledikleri en ufak şey bile aklına kazınmış, şu anda bile bilinçsizliğin huzurlu kollarına kendini bırakmasına mani oluyordu.
Uzanarak yanaklarını süsleyen gözyaşlarını sildi. Bu hareketiyle soluk tenindeki kir ve pislik iyice yüzüne bulaşmıştı. Acı verici bir dikkatle kendini oturur pozisyona getirdi ve onu atıp gittikleri kirli zemine boş gözlerle baktı.
Midesi bulanıyordu, ancak çıkarabileceği kadar yemek yemediğinden kusamıyordu.
Titrek kirli parmaklarıyla zar zor pantolonunu giydi ve düğmelerini sarsak hareketlerle ilikledi.. Darmadığın olmuş saçlarını düzene sokmaya çalıştı. Gömleğini pantolonunun içine sokup kemerini taktığında tek istediği şey bedeninde hissettiği yapışkan ıslaklığı unutabilmekti. Belki de kemerini biraz daha sıksa biraz olsun dikkati dağılırdı. Acı her şeyin ilacıydı ne de olsa, değil mi?
Bunu gerçekten yaptılar, sarsak bir şekilde arkasındaki duvara yaslanırken düşündü. Bacaklarının tekrar eski gücüne kavuşmasını bekliyordu bir yandan da.
Orada beklerken başı fütursuzca Knockturn Yolu girişine doğru döndü. Karanlık ve duygusuz gözlerle caddeden geçen siyah cüppeli insanların silüetlerini izledi. Giydikleri siyah cüppelerden daha karanlık kalplere sahip olan insanları... Orada onun ne yaşadığını duymak ya da yardım etmek şöyle dursun, bir kişi bile onun olduğu tarafa bakmaya tenezzül etmemişti bile.
Onlardannefret etmek istiyordu. Bencillikleri yüzünden oradaki herkesi diri diri yakmak istiyordu.
Ama bunu yapabilmek için fazla bitkindi. Kalan azıcık enerjisini de onlar gibiler üzerinde harcayamazdı.
Kafasını arkaya doğru attı ve gecenin karanlığına doğru baktı. Elleri kör bir şekilde duvardaki çatlaklar, oymalar arasında dolaştı.
Sırtını dayadığı duvar oldukça yüksekti ve yukarılara doğru sonsuz bir şekilde uzuyor gibiydi. İçinde dalga dalga hissettiği ve onu boğmakta olan boşluk duygusu haftalardır, aylardır - hatta yıllardır onunla beraberdi.
Ve birden, ne yapması gerektiğini bildiğini fark etti.
Döndü ve duvarın yıkık kısmındaki taşlara tutunarak yukarı doğru tırmanmaya başladı.
Sert taşlar yumuşak ellerini kesiyor, kavramak için uzandığı yerlerde kanlı izler bırakıyordu. Tırnaklarının ucu taşlara devamlı sürtündüğünden kırılmaya başlamıştı. Sonbahar gecesinin soğuk havası ona dokunduğunda, vücudunun yavaş yavaş uyuşmaya başladığını hissedebiliyordu. Yukarılara çıktıkça bu uyuşukluk duygusu artıyordu.
Elleri taşları iyi bir şekilde tutabilmek için fazla kaygan olmasına rağmen, kavrayışını sadece bir veya iki kez kaybetmişti. Tüm zorluklara rağmen en tepeye ulaşmakta kararlıydı. En azından bir işi doğru bir şekilde tamamlamalıydı. Özgürlüğünü kazanmaya bu kadar yakınken birkaç kesiğin lafı mı olurdu?
Sonunda elleri çatının ucuna ulaştığında, hissettiği rahatlamayla neredeyse ağlayacaktı. Titreyen kollarıyla vücudunu yukarı doğru çekti ve hissettiği yorgunlukla soğuktan buz gibi olmuş kiremitlerin üzerine yığıldı. Nefesini toplamaya çalışırken kendine birkaç saniye dinlenme izni verdi.
Bir süre sonra doğrularak aşağıya baktı.
Bulunduğu yerden bütün Knockturn Yolu'nu görebiliyordu. Çarpık, iç karartıcı binalar sonu olmayan bir labirent gibi cadde boyunca dağılmıştı. Aşağıda gezinen cadılar ve büyücülerse yuvalarına yetişmeye çalışan karıncalar gibi görünüyorlardı.
Biraz daha uzağa baktığında, Diagon Yolu'nun neşeli ve parlak ışıklarının geceyi aydınlattığını gördü. Paralelindeki caddenin taban tabana zıttıydı resmen.
Ailesi de oralarda bir yerde olmalıydı. Büyük ihtimalle Samhain atmosferinin tadını çıkarıyorlar, aktiviteler ve oyunlarla kendilerini meşgul ediyorlardı. Her yıl yaptıkları gibi...
Ailesinin şu an onu aramaya gelmeyeceğini biliyordu. En azından akşam ritüellerini bitirip eve gitmeye karar verene kadar... Kendi başına etrafta dolanmasına, kitap okumak için yanlarından tüymesine veya ilginç bir dükkanda kendini kaybetmesine fazlasıyla alışkanlardı. Ya da en basitinden onlardan uzaklaşmak istediği için...
Göğsü bu düşüncelerle sıkışmaya başladı.. Bu gece onların yanından asla ayrılmamalıydı. Knockturn Yolu girişine bu kadar yakın yerlerde dolaşmamalıydı.
Burasının tehlikelerini biliyordu, bir şekilde önlem almalıydı en azından... İstediği tek şey kısa bir süreliğine de olsa uzaklaşmaktı her şeyden. Her gün sonu gelmeyen alaycı yorumlar ve acımasız dedikodularla ona eziyet eden sınıf arkadaşlarının gürültüsünden bir an olsun uzaklaşmak istemişti.
Her şeyiyle mutlu bir tablo çizen ailesine katlanamıyordu. Kendisini onlarla karşılaştırdığında kirli bir bez parçası gibi hissettiğinden 'mükemmel' ailesinin yanında bulunmak eziyet gibi geliyordu. Değersiz hissediyordu. İstenmeyen biri gibi...
Gittiğinde her şey... Herkes daha iyi olacaktı.
Çatının ucuna kadar yürüdü. Ayakkabılarının bir kısmı boşluğa denk geliyordu.
Nihayet...
Gittiğinde onu özleyip özlemeyeceklerini merak etti. Yokluğunu fark ederler miydi?
Artık bunların bir önemi yoktu gerçi.
Boşluğa doğru adım atmadan önce, önündeki güzel ve karmaşık dünyaya son bir bakış attı.
Ölmek istiyordu.
Harry, bir anda doğrularak gözlerini açtı. Çatıdan düşerken buluşmak üzere olduğu zemin, birden beyaz duvarlara dönüşmüştü. Parlak, beyaz duvarlara.
İçinde olduğu odanın duvarlarının parlaklığı gözlerini acıtmaya başladığında, homurdanarak gözlerini yumdu Harry.
Ellerini saçlarından geçirdikten sonra dirseklerini bacaklarına dayadı. Bu hareketiyle, üzerine örtülmüş olan yumuşak ve ağır battaniye kucağına doğru kaymıştı.
Başındaki keskin ağrı uzunca bir süre azalmamış, en sonunda yerini donuk bir zonklamaya bırakmıştı. İçinden ona kadar sayarak derin bir nefes aldı Harry.
Işığın bilincinde olarak gözlerini araladı ve içinde olduğu odayı inceledi.
"Hastane mi?..." diye mırıldandı Harry boğuk bir sesle.
Oturduğu yerde biraz daha doğruldu. Desensiz sade perdeleri, yatağın yanındaki küçük beyaz masayı ve açık pencereyi dikkatle süzdü. Masanın üzerinde bir saksıda, solmak yüz tutmuş çiçekler duruyordu.
"Ne?... Nasıl?"
Harry battaniyeyle sarılı olan bacaklarına baktı ve kara kara düşünmeye başladı.
"Summers," gözlerini ağır ağır kırpıştırırken anımsadı. En son çatıda Summers'la dövüşüyordu ve hatırladığı en son şey buydu. Peki o rüya da neyin nesiydi?
Fazla canlı ve gerçekçi hissettirmişti. Sanki çatının ucundan atlayan kişi gerçekten Harry'nin kendisiymiş gibi...
Rüyanın detayları zihninde somutlaşmaya devam ederken midesi acıyla büzüştü. Üzerinde dolaşan ellerin hatırasıyla titremesini durduramamıştı. O kaba ve büyük ellerin bıraktığı his midesini şu an bile alt üst ediyordu.
Rüyayı aklından kovma umuduyla kafasını iki yana salladı. Üzerindeki battaniyeyi itmeye çalışırken önüne çıkan görüntüyle donakalmıştı.
Battaniyeyi kavrayan soluk tenli ellere baktığında gözleri şokla açıldı. Kendi renginden birkaç ton daha açık olan bembeyaz bir ten, kollarına doğru devam ediyordu. Elini tropik bir hayvanı inceler gibi havaya kaldırdığında bir şeylerin yanlış gittiğini fark etti. Hem de fazlasıyla yanlış...
Üzerindeki battaniyeyi itip titrek bir nefes aldı. Ayağa kalktığında gözleri aşağıya doğru kaydı. Görünüşü - bu ayaklar onun ayakları değildi, ne haltlar dönüyordu cidden?- panikle yataktan fırlamasına sebep olmuştu.
Kendi bedeninden kaçamayacağını fark ettiğinde yavaşladı. Öfkeyle masaya vurduğunda neredeyse vazoyu düşürüyordu. Ne kadar zaman sonradır bilinmez, güçsüzce arkasına yaslandı ve sırtına doğru batan sert bir şey olduğunu hissetti.
Arkasını döndüğünde beyaz bir kapıya yaslandığını far ketti.
Harry aceleyle kapıdan içeri girdi. Karşısında geniş ve parlayan bir ayna bulduğunda ani bir hareketle durdu. Yığılır gibi lavaboya tutunduğunda, aynada onu izleyen yüze bakakaldı.
B-bu... Bu böyle olmamalıydı. Görünüşü yanlıştı.
Fazla soluk, fazla pürüzsüz, fazla genç...
Aynadaki yüz ona ait değildi.
Saçı artık siyah değil kahverengiydi ve gözleri... Gözleri -
Annesiyle tek bağlantısı olan parlak yeşil gözleri gitmişti. Onun yerine, yumuşak renkli gri gözler onu izliyordu.
Bu yüz onun yüzü değildi.
Harry lavaboyu sıkıca kavradı. Duyguları dolup taşarken sihri etrafında zehirli bir duman gibi dönmeye başlamıştı.
"Burada ne sikim dönüyor?" diye fısıldadı ona ait olmayan yanağa dokunmak için uzanırken. Ellerinin altındaki ten, hayatında hiç tıraş olmak zorunda kalmamış bir gencin teniydi. Gelişimini tamamlayamamış çene hattına ve neredeyse feminen görünen uzun burna dokundu.
Elini aniden tiksintiyle geri çekti. Çünkü dokunduğu kişi kendisi değildi. Sakalı yoktu, gözlükleri yoktu, evcilleştiremediği saçı yoktu... Gözleri bir anlığına yukarı tırmandı - şimşek biçimli yara izinin yerinde yeller esiyordu.
Aynada ona bakan kişi Harry Potter değildi. B-bu başka birisiydi.
Gözlerini tamamıyla yanlış olan görüntüden ayırarak aynadan uzaklaştı ve gözlerini kapadı. Nefesini düzenlemeye çalışırken elleri tekrardan yüzünü bulmuştu.
Sakinleş. Sakinleş. Bir şeylerin yanlış gittiği belli. Belki bu da bir rüyadır ha? Böyle bir şeyin olması mümkün değil. Düşün Potter. Bunun mantıklı bir açıklaması olmalı.
Harry yavaş bir şekilde nefes aldı ve kendini gün içinde olanları düşünmeye zorladı.
Ron'la beraber bir vaka üzerinde çalışıyorlardı. Summers'ı bularak onu çatıya kadar takip etmişti. Dövüşmüşlerdi ve Harry onu dondurmuştu. Ama sonrasında Summers'ın, üzerinde koruyucu rünler olan bir kolye taktığını fark etmiş ve saldırıya uğramıştı.
Aptal, diye mırıldandı zihninin gerilerinde. O kolyeyi daha önceden fark etmeliydim. Bir şeylerin yanlış gideceğini daha önceden tahmin etmeliydim.
Ellerinden kayıp giden metali hatırladığında başarısızlığının acısı, farklı birisinin bedeninde olmanın getirdiği yanlışlık hissini gölgede bırakmıştı.
Borunun menteşelerinden koparken çıkardığı gıcırdama ve kulaklarında hissettiği rüzgar...
"Düştüm," dediğinde sesi boş banyoda yankılandı. Gider borusu kırılmış ve Harry çatıdan aşağı düşmüştü.
Ama bu, şu an olduğu hale nasıl düştüğünü açıklamıyordu. Neden bir çocuğun bedenindeydi? Yaşı 15'i bile zor bulabilecek bir çocuğun bedeninde hem de?
Harry aceleyle banyodan çıktı. Ancak daha iki adım atamadan kendi ayağına takılmıştı. Yatağa düşer gibi oturduğunda kaşlarını çatarak öncekinden daha kısa olan bacaklarına baktı.
Sıkıntıyla oflayarak odaya bir bakış daha attı. O esnada gözleri yatağın ucunda duran dosyayı bulmuştu - incelemek için uzandı.
İsim: Nathan Ciro
D.T: 17 Mart 1927
Onların altındaysa genel tetkikler yer alıyordu- vücut sıcaklığı, kan basıncı ve daha fazlası... Bu detaylara rağmen Harry'nin gözleri doğum tarihine takılı kalmıştı. Beyni okuduğu bilgileri algılamakta güçlük çekiyor gibiydi.
17 Mart 1927.
1927.
Elindeki dosyayı güçsüz bir şekilde yana bıraktı ve boş gözlerle karşısındaki duvara bakmaya başladı.
1927... Böyle bir şey nasıl mümkün olabilirdi? Şimdi kaç yaşındaydı? Hesaplarına göre en az 72 olmalıydı.
Harry'nin ağzı hoşnutsuzlukla büzüştü. İşin gidişatından hiç de hoşlanmamıştı.
Ayağa kalkmak için doğrulduğunda, ayağının bir şeyle temas ettiğini hissetti. Ne olduğunu anlamak için baktığındaysa, başka bir dosyayla karşılaştı. Yerden alıp hızlıca dosyanın sayfalarına göz gezdirdi ve içindeki bilgileri incelemeye başladı.
Evet bu dosya da onunla ilgiliydi - daha doğrusu, bedenine nasıl girdiğini anlamadığı çocuk hakkında.
Yaraların listesini gördüğünde kaşlarının şaşkınlıkla havalanmasını engelleyememişti. Okuduğu her bir kelimeyle midesinde hissettiği uçurum daha da derinleşiyordu.
Kırılmış kemikler, yırtılmış tendonlar, parçalanmış bilek kemiği ve beyin kanaması... Ve daha da kötüsü, liste sadece bunlardan oluşmuyor - devam ediyordu.
Bunların içinde en ağır olanı muhtemelen komaydı. Neredeyse üç aydır devam eden, vücudunun tamamıyla tepkisiz olduğu üç ay...
Son sayfayı çevirdiğinde, el yazısıyla yazılmış minik bir paragraf gördü. Aklı en sonunda yazanları anlamlandırmaya başladığında, Harry'nin gözleri bir kelime üzerinde donakalmıştı.
Hasta ciddi bir yükseklikten düşüşe maruz kalmış. Bunun yanında, cinsel saldırı buluntularına rastlanmıştır...
Harry ani bir hareketle dosyayı kapattıktan sonra, boş gözlerle aldığı yere geri koydu.
Bu gerçek olamazdı.
Elleri titremeye başladığında sakinleşebilme umuduyla parmaklarını yumuşak yatağa doğru bastırdı. Zihni düşüncelerinin ve hissettiği duyguların ağırlığı altında ezilmeye başladığında, kendini asıl önemli olan şeyi düşünmeye zorladı.
Bu kadar fazla bilinmeyenin olduğu denklemde, tek seferde sadece bir soruna yoğunlaşmalıydı.
Ellerine - Nathan'ın ellerine - baktıktan sonra parmaklarını yavaş hareketlerle açıp kapatmaya başladı. Elleri bir acı hissi ya da gecikme olmaksızın sorunsuzca emrine itaat etmişti.
Yavaşça vücudunun geri kalanını da esnetmeye başladığında, herhangi bir aksaklığa rastlamadı. Kırıklar şöyle dursun, en ufak bir kas çekilmesi bile hissetmemişti. Şifacılar onu iyileştirmek için her ne yaptıysa, işlerini iyi yapmışlardı. Bu üstünkörü muayeneden sonra, devam eden hiçbir ağrısı ya da iyileşmemiş yarası olmadığını net bir şekilde söyleyebilirdi.
Harry yatağının ucundaki belgeye baktığında, gözleri istemsizce tekrardan doğum tarihine takıldı.
Paniği yeniden gün yüzüne çıkmaya başladığında kaşlarını çattı. Hiçbir şey mantıklı gelmiyordu. Ancak bu belgeler gerçeklerden başka bir şey içermiyordu. Harry'nin bunları dikkate alarak akıl yürütmekten başka bir seçeneği kalmamıştı.
Cinsel saldırıya uğramış, dövülmüş ve yüksek bir yerden düşmenin ciddi sonuçlarıyla acı çekmiş genç bir çocuk...
Harry hayatı boyunca şansa ya da kadere inanmamıştı. İçinde bulunduğu durum fazlasıyla spesifikti. Önceki - Harry Potter olarak geçirdiği - hayatıyla görmezden gelinemeyecek kadar çok bağlantısı vardı.
Gözlerini kapatarak uyanmadan önce gördüğü garip rüyası üzerine düşündü. Boğazını sıkıca kavrayan, onu nefessiz bırakan umutsuzluk hissini hala hatırlayabiliyordu. Boynunda ve bacaklarında gezen ellerin varlığı hafızasında canlı bir şekilde yer edinmişti.
Hafifçe ürpererek gözlerini açtı Harry. Düşünceleri karanlık bir istikamete gittiğinde, kucağında çaresizce bekleyen ellerine bir kez daha baktı.
Rüyasında gördüğü, dayanılamaz eziyetler çekmiş bu çocukla Harry arasında bir bağlantı bulunma olasılığı yüzde kaçtı? Harry'nin kendisini o gencin bedeninde bulmuş olma nedeni ne olabilirdi?
Sorgulayan bir tavırla tırnağıyla avucunun içinde görünmez çizgiler çizmeye başladı. Bu narin parmaklara alışması uzun zaman alacaktı.
Bu hale nasıl düştüğü hakkında hiçbir mantıklı açıklaması yoktu - eğer gerçekten buradaysa tabi. Şu an yaşadıkları rahatsız edici kabuslarından biri olabilir miydi? Tek bildiği şey şimdilik her şeye ayak uydurması gerektiğiydi. Ne olduğunu çözene kadar olmadığı birisi gibi davranmaktan başka seçeneği yoktu.
Başına gelen şey her neyse tabi.
Odanın kapısı birden açıldığında Harry başını çevirdi. Güzel yüzünde endişe izleri taşıyan genç bir kadın içeri girmişti.
Gözleri yatakta oturur vaziyette bekleyen Harry'le kesiştiğinde, kadın olduğu yerde donakaldı.
Harry ise cevap olarak sadece tek kaşını kaldırmakla yetinmişti.
Ağzı açık bir halde birkaç saniye daha bekledikten sonra odadan koşarak çıktı genç kadın. Hemen gelmesi için şifacıyı çağırıyordu.
Harry derin bir nefes alarak arkasına yaslandı. Sabırla kadının tekrar odaya dönmesini beklerken, en sonunda kafasındaki sorulara cevap bulabileceğini düşünmeye başlamıştı.