sen bana aitsin (ben de sana)

Harry Potter - J. K. Rowling
G
sen bana aitsin (ben de sana)
Summary
"Bu kadar büyüleyici bulduğum şey," dedi Riddle ve yaklaştı. "Sensin." Harry'nin sırtı ortak salonun serin duvarına yaslanana kadar üzerine doğru yürüdü. "Neden biliyor musun?""Hayır. Ve dürüst olmak gerekirse Riddle, umrumda değil."Uzun genç sırıttı, duyduklarından memnun olmuş gibiydi. "İşte bu. Bu halin." Ellerinden biri havalandı ve Harry'nin yüzüne düşen saç tutamlarını kenara doğru itti. "Nathan Ciro bana bakmak şöyle dursun, kendi gölgesinden bile korkan bir omurgasızın tekiydi. Ama sen..."Daha da yaklaştı, "Sen her an beni bıçaklamak üzereymişsin gibi bakıyorsun.".Geçirdiği talihsiz bir kaza sonucu, Seherbaz Harry Potter kendini 14 yaşındaki Nathan Ciro'nun bedeninde bulur. İntihar ederek hayatını sonlandırmayı denemiş ve işkenceye uğramış bir Slytherin'in bedeninde... Bu garip çıkmazına cevaplar ararken kafasında soru işaretleriyle Hogwarts'a geri döner. Dönmesiyle beraber öğrenciler ve öğretmenler arasında bir şaşkınlık dalgasının da baş göstermesi bir olmuştur. Özellikle de önceki pısırık çocukla uğraşmadıklarını anlamaya başladıklarında. [A Turkish translation of 'you belong to me (i belong to you)' by Child_OTKW.]
All Chapters Forward

Bölüm 2

“Benim için bu topu yakalayabilir misin Nathan?” 

Harry boğazından yükselen homurdanmayı yutarak Şifacı Johnson’ın ona attığı yumuşak topu yakaladı. Dürüst olmak gerekirse, istediği tek lanet şey cevaplardı, ama yaşlı adamın ağzı fazlasıyla sıkıydı. Harry’nin sorduğu en küçük soruda bile, Johnson onu kibarca geçiştirmiş ve denemelerini devre dışı bırakmıştı.

Hiç kimse neler olduğuyla ilgili en azından bir iki hayati bilgiyi öğrenmeden - ya da neden hastanede olduğunu anlamadan - onun yerinde olmak istemezdi. Ancak karşısındaki adam Harry’e hangi günde olduklarını dahi söylemeyi reddediyordu.

Fiziksel sağlığından emin olabilmek için muayeneden geçmenin gerekliliğini anlayabiliyordu, ama tabi ki de bu durumdan memnun olduğu anlamına gelmiyordu.

Artık yüzüne yapışmak üzere olan somurtmasıyla kafasını salladı. Ne kadar çabuk biterse o kadar iyiydi.

Johnson elindeki topu kibarca Harry’e fırlattı.

Harry kendisine doğru gelen topu dikkatli bir şekilde izledi ve tam önüne geldiğinde yakalayabilmek için parmaklarını uzattı.

Ancak topu zamanında tutamamış ve kaçırmıştı. Göğsüne çarpan topun yere düşmemesi için iki koluyla birden tutması gerekmişti. Bu kadar basit bir görevde bile başarısız olması onu hayal kırıklığına uğratmıştı.

Harry uyandığından bu yana yaklaşık bir saat geçmişti. Ve yabancı olduğu bedene alışması için bundan daha fazla zaman gerektiği artık kesinleşmişti. Bu kadar küçük olmaya alışmak konusunda problem yaşaması gayet normaldi, ama yine de çaresiz hissediyordu.

Yürüme egzersizleri, diğer egzersizler arasında en zoruydu. Harry içgüdüsel olarak vücudunun atabileceğinden daha büyük adımlar atmaya çalışıyor, kendini sık sık komik durumlara düşürüyordu. El ve göz koordinasyonu ise ondan biraz daha iyi olmasına rağmen hala vasat bir haldeydi.

İşi gerektirdiği için en olmadık zamanda bile koşmaya, tırmanmaya, zıplamaya, yakalamaya ve en basitinden yumruk atmaya yatkın bir bedeni olduğundan bu yetkinlikleri birden kaybetmiş olmak ve reflekslerinin sıfırlandığını görmek, olmayan sabrını da yavaş yavaş buharlaştırmaya başlamıştı. 

Bu kısa egzersizleri neredeyse yirmi dakikadır yapmalarına rağmen Harry doğru düzgün bir ilerleme kaydedememişti. Kendi uzuvlarını kullanmada bu kadar zorlanıyor olması onu cidden deli ediyordu.

Bir el onu rahatlatma amacıyla omzuna kondu ve sıktı. Başını kaldırıp baktığında yaşlı şifacının onu kibar bir gülümsemeyle izlediğini görmüştü.

“Uzuvlarını kontrol etmede sorun yaşaman beklediğimiz bir şeydi Nathan. Son üç aydır komadaydın. Ve bu hiç de azımsanacak bir zaman değil. Vücudun son hızla kendini değişimlere adapte etmeye başladı bile. Etkilerini yakın bir zamanda hissedeceksin, moralini bozma.”

Şifacı, Harry’i yakınlardaki sandalyelerden birine yönlendirdi. Harry mesafeyi gözleriyle ölçtü ve küçük adımlarla sürüklediği ayaklarına dikkatle baktı. Sandalyeye oturduğunda, kendi ayaklarına takılıp düşmediği için minnettardı.

Johnson dikkatle izleyerek, Harry’nin tam karşısına oturdu.

Harry becerikli bir şekilde dikkatini elindeki topa yönlendirerek karşısındaki adamın ısrarcı bakışlarından kaçındı. 

“Nathan,” dedi Johnson, yumuşak bir ses tonuyla. “Şu an her şeyin sana fazlasıyla korkutucu geldiğinin farkındayım, ama bilmeni isterim ki sana yardım etmek için elimizden geleni yapacağız.”

Bana yardımcı olabilmeniz için elinizden gelenin fazlasına ihtiyacım olacak, diye düşünmeden edemedi Harry. Ancak adamın samimiyeti ve ince düşünceliliği şık bir hareketti. Harry’nin yönelttiği bütün sorulardan kaçmasına rağmen, Johnson iyi bir adamdı.

“Bana neden bu kadar uzun süredir komada olduğumu söyleyebilir misiniz?” Bakışlarını Johnson’a yönlendirerek sordu Harry.

Şifacı anlık bir şokla gözlerini kırpıştırmaya başladığında, Harry sorusunda neyin bu kadar şaşırtıcı olduğunu merak etti. En azından bu cevabı ona verebilirlerdi değil mi?

Harry adamın yüzünde belirmeye başlayan negatif ifadeyi gördüğünde, sorusunun cevaplamayacağını anlamıştı. Johnson’ın ağzını açmasına izin vermeden konuşmaya devam etti.

“Dosyamı siz gelmeden önce okumuştum,” dedi düz bir ses tonuyla. “Odamda öylece duruyordu. Başıma neler geldiğini biliyorum.”

Johnson kaşlarını çattı. Harry, o an Johnson’ın hangi hemşireyi azarlaması gerektiğini aklından geçirdiğinden şüphelenmeye başlamıştı. Hastanın özel bilgilerini içeren bir dosyayı odasında bırakmak – komada olsun ya da olmasın – ciddi bir hastane protokolü ihlaliydi. 

Buna rağmen adam durgun bir şekilde başını salladı. Hala ne kadarını anlatması gerektiği hakkında tereddüt ediyor gibiydi.

“Düştüğünde," dedi Johnson yavaşça, gözleri ciddi bir ifadeyle Harry’i izliyordu. Harry cesur bir şekilde bakışlarına karşılık verdiğinde devam etti. “En çok hasarı alan yer vücudunun ön tarafı olmuştu. Çok ciddi bir beyin travması geçirmiştin ve vücudun buna dayanamayarak kendisini kapattı.” 

Harry başını salladı. Onun bir rahatsızlık ya da sıkıntı belirtisi göstermediğini fark eden Johnson devam etti. “Vücudun bu süre boyunca kendini çok güzel bir şekilde onardı. Biz de fiziksel yaralanmaların hepsini tersine çevirebilmiş, seni iyileştirebilmiştik. Ancak zihnin...” Biraz duraksadıktan sonra devam etti. “Sanki bir anda ortadan kaybolmuş gibiydi... Gitmişti. Ne yaparsak yapalım hiçbir şeye cevap vermiyordun.”  

Şifacı ellerini gergin bir şekilde birbirine sürttü. “Seninle tamamen dürüst konuşmak istiyorum genç adam, senin yatağında sapasağlam bir şekilde oturduğunu görmek hepimizi şoke etti.” 

Harry aşağıya doğru baktı, gözleri görmeyen bakışlarla zemindeki desenleri inceliyordu. Duydukları şeyler hiç de hoşuna gitmemişti.

Johnson’ın, zihninin tamamen ‘gittiği’ni söylediği zamanki ifadesi çok şey anlatıyordu. Nathan Ciro fiziksel olarak ölmüştü. Şu an Harry’nin konumu, onun vücudunu işgal eden bir ruhun durumu gibiydi. Midesi bulanmaya başladı. 

“Pekala,” diye cevapladı Harry. Başka ne söyleyebileceği hakkında en ufak bir fikri yoktu.

Adam uzanarak dizine dokundu. Biraz durgun olsa da yüzünde karşısındaki çocuğa güven vermesini amaçladığı bir gülümseme vardı.

“Bunun üstesinden geleceğiz,” diye devam etti Johnson. “Geçici olduğuna eminim. Bütün hatıralar olmasa da, hafızasının çoğunu tekrardan kazanan amnezik vakalarımız mevcut.” 

Harry belli belirsiz bir ifadeyle başını salladı. 

Şu an Harry için en güvenli liman amneziydi. Bu tür vakalarla daha önce karşılaştığından, rahatsızlığın seyrinin hastadan hastaya değişebileceğini biliyordu. Amneziyi bahane ederek, bu olaydaki bilgi eksikliğini hızlıca tamamlayabilirdi. Ancak bunları yaparken şüpheleri üzerine çekmemek için öncesinde belli başlı bazı şeyleri öğrenmesi gerekiyordu. 

Odanın dışından sesler gelmeye başladığında kapıya doğru döndüler. Harry gözlerinde soru işaretleriyle şifacıya baktı.

Adam boğazını temizleyerek ayağa kalktı. “Büyük ihtimalle -” dedi Johnson ufak bir gülümsemeyle. “Ailen geldi.”

Aile.

Harry, yüzündeki irrite olmuş ifadeyi gizleyebilmek için gözlerini kapadı.

Siktir.

Tabi ki de Nathan Ciro’nun ailesi vardı. Ve tabi ki de oğulları uyanır uyanmaz bu durumdan haberdar edileceklerdi. Sinirlerini yatıştırmaya çalışarak burnundan derin bir nefes aldı. 

Her şey daha da sarpa sarıyordu.

“Şimdi onları genel durumun hakkında bilgilendirmem gerekiyor.” dedi adam Harry’nin düşüncelere dalmış haline bakarak. “Hafıza kaybını birinci ağızdan duymaları, kendilerini hazırlayabilmesi açısından daha iyi olacaktır.” 

“Evet tabi,” dedi Harry basitçe. “Dediğiniz gibi yapın.” Dışarıdaki sesler tartışma tonuna döner gibi olduğunda dikkati tekrardan kapıya doğru yöneldi.

Şifacı önünde biraz daha oyalandığında Harry, şu anki halinin adamı endişelendirdiğini biliyordu.

Normal bir hasta onun durumunda olsa nasıl bir ruh halinde olurdu? Gergin mi? Yoksa korkuyor mu olurdu? Ama büyük ihtimalle zar zor gizlenmeye çalışılan bir rahatsızlık ifadesi içinde olmazdı. 

Johnson’ın anlık kararsızlık anının onlara pahalıya mal olduğunu, odanın kapısı sonuna kadar açıldığında anlamışlardı. Kapının açılmasıyla iki kişi içeri girdi. 

İçeri giren kadının – orta yaşlı, sarışın ve şık giyimli – gözleri anında Harry’e kilitlenmişti. Ona yaklaşmaya başladı, kadınla ilgili bir şeyler değişik hissettiriyordu. Harry ayağa kalktığında tüm içgüdüleri, kadını kendisine ulaşamadan uzaklaştırması konusunda uyarıyordu. 

Harry’nin elleri kadını itmek için kıpırdanmaya başlasa da son anda kendini durdurmuştu. Kadının kolları onu sıkıca sarıp – acı verici derecede sıkıydı – göğsüne doğru çektiğinde, geri çekilmemek için tüm iradesini kullanmak zorunda kalmıştı.

“Ah Nathan,” dedi kadın kulağına doğru mırıldanarak. Sesi çok rahatlamış geliyordu ve Harry kendisini dünya tarihinin en büyük dolandırıcısı gibi hissediyordu. “Sonunda uyandın.”

“Leydi Ciro,” diyerek araya girmeye çalıştı şifacı. “Lütfen, bilmeniz gereken bi –“ 

“Oğlumun son bir saattir uyanık olduğunu ve onu görmeme izin vermediğinizi biliyorum.” Harry’i sımsıkı saran kollar nefes almasına yetecek kadar uzaklaştı ve kadın keskin bakışlarını karşısındaki adama dikti.

“Leydim –“ diye tekrardan konuşmaya çalıştı Johnson çaresiz bir şekilde. “Bilmeniz gereken çok önemli bir konu var.”

Harry ise bu esnada kendi içinde kadından - Nathan’ın annesinden - uzaklaşıp uzaklaşmama konusunda büyük bir savaş veriyordu. Belki de biraz daha sarılmasına izin verebilirdi. Kalbi karşısındaki anne için sızlıyordu, büyük ihtimalle biraz sonra duyacakları onu mahvedecekti. 

“Neyi bilmemiz gerekiyor?” Leydi Ciro’nun arkasındaki sert görünüşlü adam konuştu, sol elindeki yüzükten Harry o adamın Leydi Ciro’nun eşi olduğunu anlamıştı. Ayrıca o adam ve Nathan arasındaki benzerlik bariz bir şekilde ortadaydı. Harry’nin kendi babasının aynası olması gibi bir durumdu.

Şifacı belli belirsiz bir acıma ifadesiyle Harry’i işaret ederek konuştu, “Nathan’ın zihnindeki hasar... Düşündüğümüzden daha ciddiymiş.” 

Leydi Ciro’nun kolları bu kelimeleri duyduğunda korkuyla sıkılaştı. 

“Korkarım ki oğlunuz hiçbir şey hatırlamıyor.”

Nathan’ın annesinin yüzü birden düştüğünde dikkatle izledi Harry. Kolları güçsüzce Harry’i bırakıp iki yanına düşmüş, şok içinde geriye doğru bir adım atmıştı. Mavi gözleri neredeyse histerik bir şekilde Johnson ve Harry arasında mekik dokuyor, tanıdık bir ifade yakalama umuduyla Harry’nin yüzünde dolaşıyordu.

Harry’nin o an yaptığı tek şey, kadını bir yabancının ilgisiyle nötr bir şekilde izlemek olmuştu. Çünkü gerçek buydu, Harry onlar için bir yabancıydı. 

Bu kadın onun annesi değildi. Kızıl saçlı ve onun gibi çarpıcı yeşil renkli gözlere sahip olan annesi, onu koruyabilmek için kendisini feda etmişti. Özellikle uğraşsalar bile birbirlerinden bu kadar farklı görünemezlerdi, diye düşündü Harry.

“Hayır.” Leydi Ciro mırıldandı, duyduklarına inanamayan bir tonla. “Hayır,” diye tekrarladığında. Kadın kendini  her şeyin bir kabus olduğuna inandırmak ister gibi görünüyordu. Leydi Ciro’nun elleri  Harry’nin kollarına uzanarak kavradı. “Hayır, hatırlıyor olması lazım. Beni tanıyorsun değil mi Nathan? Beni hatırlıyorsun.” 

Harry, kadının arkasında ne yapacağını bilmiyormuşçasına bekleyen adama baktığında, aynı zayıf umudun adamın gri gözlerinden yansıdığını fark etti. 

“Üzgünüm,” dedi Harry, kalan son umut kırıntılarının da paramparça oluşunu izleyerek. “Hatırlamıyorum.” 

Harry, karşısındaki kadın arkasını dönüp yüzünü kocasının göğsüne gömerken sadece izledi. Hafızasını kaybettiğini değil de oğullarının ölüm haberini vermiş gibi hissetmesi normal miydi?

Gerçi bu doğru olabilirdi. Nathan sonsuza kadar gitmiş olabilirdi.

Oğullarının aylardır yatakta, hareketsiz bir şekilde uzanırken görmek onlar için çok kötü bir deneyim olmalıydı. Sonunda uyandığı haberini aldıklarındaysa neredeyse kaybolmak üzere olan umutları tekrar canlanmıştı. Tabi ki de bu, oğullarının artık onları tanımadığını söyleyinceye kadardı. 

Harry karşısındaki çift birbirini teselli ederken sessizce bekledi. Çocuklarını onlardan çalmanın verdiği suçluluk hissi kalbine çöreklenmişti. 

“Hafızasını geri getirmenin bir yolu var mı?” Lord Ciro çaresiz bir ifadeyle sordu.

Johnson ellerini hafifçe iki yana açarak konuştu. “Bunu zaman gösterecek. Kaybolan anıları geri döndürmenin bir yolu var, ama Nathan çok genç ve o yolu kullanmak zihnine geri döndürülemez hasarlar verebilir. Yapabileceğimiz en iyi şey beklemek. Ayrıca, onu alışık olduğu yaşama yavaş yavaş geri kazandırmaya çalışmak da iyileşme sürecinde faydalı olabilir.” 

Yaşlı adam başını sallayarak Harry’e döndü. “İyileşme sürecini aceleye getirmek iyi değil. Nathan’a karşı sabırlı bir duruş sergilememiz gerekiyor.”

Harry, parmaklarının huzursuz kıpırdanmasını önlemek için ellerini ceplerine soktu. Üç kişinin dikkatli bakışları her hareketini izlediğinden bir laboratuvar faresi gibi hissetmeye başlamıştı.

“Hayatı hakkında önemli detayları Nathan’a aktarmak için buraya gelmenizi bekliyordum. Zihnindeki bazı boşlukları dolduracağınızı umuyorum.” Şifacı, ebeveynlerine tekrardan döndü ve önlerinde bulunan koltuklara oturmalarını işaret etti.

Harry sonunda bazı cevaplara ulaşacağını anladığında, merakı tüm şiddetiyle geri dönmüştü. Artık planlarını dayandırabileceği bir başlangıç noktası olacaktı.

“Evet, evet tabi ki.” dedi Leydi Ciro, kendisi ve kocası koltuklara yerleşirken. Harry ise ellerini kucağında birleştirmiş bir şekilde onların karşısındaki koltuğa oturmuştu. Kadın yüzünü tekrardan ona döndürdüğünde, yüzünde Nathan’a ne söyleyeceğini bilememenin getirdiği bir belirsizlik ifadesi vardı. “B-ben –“ dedi ve derin bir nefes almak için durdu. 

“Nasıl başlamam gerektiğinden emin değilim.” Leydi Ciro’nun sesi o kadar kısık çıkmıştı ki zar zor duyabilmişlerdi.

“Soru-cevap şeklinde ilerlesek nasıl olur? Önce Nathan aklındaki soruları bize sorsun, daha sonrasında hep beraber eksik noktaların üzerinden geçeriz.” diye önerdi şifacı.  

Harry bunu duymasıyla beraber derin bir nefes aldı. Nasıl başlayacağı konusunda endişelenmesi gerekmiyordu artık. Nathan Ciro'nun nasıl bir genç olduğunu duymaya dair içinde birazcık bile istek yoktu. Çünkü tüm bunlar kendisini bir çeşit katil gibi hissetmesine sebep oluyordu.

“Bugün günlerden ne?” diye ifadesizce sordu Harry. Seherbaz eğitimi zamanlarına geri dönmüş gibi hissediyordu. Sorgulama ayarını kaçırmaması gerekiyordu.  

Leydi Ciro, oğlunun hafıza kaybını doğrulayan bu basit soruyla yavaşça gözlerini yumdu. “Ocağın 15’i,” dedi titrek bir sesle.

Harry başını salladı. “Hangi yıldayız?” 

“1942.”

Ne... Siktir! Harry gözlerini kapatarak derin bir nefes aldı ve hesapladı. Tam olarak 58 yıl zamanda geriye gitmişti. Böyle bir şey nasıl mümkün olabilirdi ki?

Şimdi en azından içinde olduğu vücudun kaç yaşında olduğunu biliyordu. On dört yaşındaydı ve 15 Mart’ta on beşine girecekti. Bu da Nathan’ın Hogwarts’ta dördüncü yılında olması gerektiği anlamına geliyordu. Harry bilgiyi aklının bir köşesine yazarak o ana odaklanmaya çalıştı. Zihnini dolduran gerçeküstü düşünceleri ve umutsuzluğu bir kenara atmalıydı. Nathan hakkındaki en ufak bir bilgiyi bile kaçırmak istemiyordu.

 “Neredeyiz?” Büyük ihtimalle İngiltere’delerdi, ama emin olmalıydı. Aksanlarından bunu anlamak oldukça kolaydı. Harry’nin bilmek istediği asıl şey, tam olarak nerede olduklarıydı. Fazla bilginin zararı olmazdı.

Bu soruyu Johnson cevaplamıştı, “St. Mungo’dayız Nathan. Bizim türümüz için bir hastane gibi düşünebilirsin. Seninkine benzeyen vakaları – uzun süredir hastamız olan kişileri - inceleyen bir bölümdeyiz.” 

Harry sandalyesinde geriye doğru yaslandı, tanıdık topraklarda olması onu biraz olsun rahatlatmıştı. Kendi yaşadığı tarihten birkaç yıl (58 yıl!) geride olsa da hala İngiltere’deydi. Sormak istediği şeyleri düşünürken çenesini ovaladı. 

Gözlerini önündeki çifte kaydırdığında, sadece oturuşlarından bile onlardan buram buram yayılan stresi görebiliyordu. Birbirlerinin ellerini sıkıca tutuşları ve derin bir özlemle oğullarını(!) izlemeleri, Harry’nin onlarla göz kontağı kurmasını zorlaştırıyordu.

“Adınız nedir?” diye sordu. Ses tonunu hafızası kaybolmuş çekingen bir genç gibi çıkması için yumuşatmaya çalışmıştı. İfadelerini alıyormuş gibi hissetmelerini istemezdi. 

Leydi Ciro şaşırmış bir ifadeyle yüzüne baktı, gözleri yaşarmaya başlamıştı. “Biz senin ebeveynleriniz,” diye konuştuğunda sesi hafiften çatlamaya başlamıştı. Harry kibar bir şekilde karşısındaki kadının gözlerine odaklandı, titreyen ellerine dik dik bakmak kabalık olurdu. “Ben – benim adım Cynthia Ciro. Ben senin annenim Nathan.” 

“Ve benim adım da Benedict Ciro, babanım.” Lord Ciro yumuşak ve dikkatli bir tonla ekledi.

Harry söyledikleri her şeyi sessizce dinleyerek onları izlemeye devam etti.

 Tahmin ettiği şekilde bu durum ikisini de geriyordu. Harry görünürdeki yüz ifadelerini göz ardı ederek onları daha da dikkatli bir şekilde incelemeye başladı.

Kıyafetleri kusursuz bir şekilde dikilmişti ve oldukça kaliteli bir kumaştan yapılmıştı. Şifacının onlara hitap şeklinden anladığı kadarıyla, Nathan’ın ailesinin çok varlıklı bir aile olduğu sonucuna ulaşılabilirdi.

Benedict orta yaşlarının sonlarına ulaşmış gibi görünüyordu ve keskin yüz hatlarına sahipti. Vücudunu attığı her adımdan belli olan bir özgüvenle taşıyordu. Saçları ve gözleri Nathan’ınkiyle neredeyse bire bir aynı gibiydi.

Cynthia eşine göre biraz daha genç görünüyordu. Temiz yüzlüydü ve göz alıcı bir güzelliğe sahipti. Altın renkli saçları ona hafiften Luna’yı anımsatıyordu. Arkadaşını bir daha görüp göremeyeceğini bilememenin getirdiği belirsizlik hissi, Harry’nin kalbini sızlatıyordu. 

İşi tamamen bitmişti. Bu cehennemde yapayalnızdı. 

Bu gerçeğin farkında olmak onu tam anlamıyla mahvediyordu.

Onu vuran umutsuzluk dalgası nefesinin daralmasına sebep oluyordu. Nefesini düzenlemeye çalışarak elleriyle gözlerini kapadı Harry.

Kulaklarına dolan yumuşak bir kıyafet hışırtısı ve beline sarılan kollarla ellerini gözlerinin önünden çekti. Cynthia’nın yumuşak bir şekilde mırıldanan sesi kulaklarına ulaşmıştı. Ellerini Harry’nin saçları arasında gezdiriyor, kendince oğlunu avutmaya çabalıyordu. 

Harry ona sarılan kadından ne uzaklaştı ne de daha yakınına çekti. Hissettiği duyguların ağırlığıyla kıpırdamadan öylece bekledi ve kolların onu sarmasına izin verdi.

Arka planda şifacıdan onları yalnız bırakmasını isteyen Benedict’in güçlü sesini ve Johnson’ın sessiz bir şekilde odadan ayrılışını belli belirsiz duydu Harry. 

“Ah... Oğlum,” dedi Cynthia bitkince. “Söz veriyorum, her şey yoluna girecek. Daha iyi olacaksın. Beraber bunun da üstesinden geleceğiz.” 

Harry, kadının sarılmayı bırakması umuduyla hafifçe geriye doğru yaslandı. Bir iki saniye sonra Cynthia onun bu sessiz isteğini yerine getirmiş, uzaklaşmasına izin vermişti. 

Harry gözlerini ovalayarak derin bir nefes aldı. Şimdiden yorgun hissetmeye başlamıştı bile. Kendine dinlenme izni vermeden önce öğrenmesi gereken daha çok şey vardı. 

“Ne oldu bana?” diye sessizce sordu, gözleri karşısındaki ikili üzerinde dolaşırken. “Niçin buradayım?” 

 Harry, Benedict’in gözlerinde yanan öfkeyi ve Cynthia’nın endişeli gözlerindeki fırtınayı yakaladığında bir an ne yapacağını bilemedi. İkili ise tek kelime etmemiş, birbirine bakmakla yetinmişlerdi.

Harry, bu sorusunu hemen cevaplamayacaklarını anladığında gözlerini kıstı ve sorusunu yineledi. “Bunu gerçekten bilmek istediğine emin misin?” Benedict kibar bir ifadeyle sordu. “Gerçekten iyi değil...” Son iki sözcüğü söylemek canını yakmış gibiydi.

“Evet,” dedi Harry karşısındaki adamın sözünü bitirmesine izin vermeden. “Bana ne olduğunu anlatmanızı istiyorum. Her şeyi...” 

“Peki,” dedi Cynthia. Harry’nin gözleri önünde biraz önce acı içinde olan yüz hatları, ifadesiz bir hale bürünmüştü. Kadın biraz sonra söyleyeceklerine zihnen kendisini hazırlamaya çalışıyor gibiydi. Duyguları etkili bir şekilde kontrol altına almak gibi davranışlar, safkan aileler arasında oldukçu yaygındı. Ve Harry’ninde deneyimlediği kadarıyla, bu özellikleri mükemmel bir şekilde çalışan bir kendini koruma mekanizmasıydı. “Saldırıya uğradın.” 

“Ve?”

Benedict karısının konuşamayacağını anladığında devam etti. “Ve... Taciz edildin.”

Harry konuyu bütün hatlarıyla anlatmaya niyetleri olmadığını anlamıştı. İçinde oldukları zor durumu anlayabiliyor ve onlarla kısmen de olsa empati kurabiliyordu. Ancak ne yaparsa yapsın bir savaş gazisi ve deneyimli bir Seherbaz olarak, ona kırılgan ve hassas birisiymiş gibi davranmalarına tahammül edemiyordu. Başkası olarak davranmak zorunda kalması bile bu huyunu dindirememişti.

“Tecavüze uğradın demek istediniz herhalde.” Harry, onların ağızlarına alamadığı çirkin kelimeyi telaffuz ettiğinde şoke olmuşlardı. Oğullarının başına geleni tekrardan yaşamalarına sebep olduğundan bu davranışının zalimce olup olmadığını merak etti bir anlığına.

Ayrıca her şeyi öğrenmek zorundaymış gibi hissediyordu. Rüyasıyla şu an içinde olduğu durumun bağlantılı olup olmadığından emin olmalıydı.

“Ve sonrasında intihar etmeye mi çalıştım?” diye sordu sonrasında. Harry, tepkilerini görmemek için gözlerini kaçırdı. Cevaplarını kontrol etmek için onlara döndüğünde, bitkin bir halde kafalarını salladıklarını gördü. Karşısındaki kişileri en ufak bir bulanıklık olmadan görmek garip hissettiriyordu. Gözlüksüz gezmeye bir türlü alışamamıştı. 

“Aylardır buradaydım,” dedikten sonra düz bir ses tonuyla devam etti Harry. “Suçluları şimdiye kadar yakalamışlardır herhalde?”

Bunu duyduğu anda Benedict’in sihri agresif bir biçimde bütün odaya yayıldı. “Hayır,” dedi kızgın bir ifadeyle. “Olayın gerçekleştiği yer ve zamanda hiçbir görgü tanığı bulunamadı. Olayın gerçekleştiği yer, Knockturn Alley… Pek de tekin bir yer değil.”

Harry ellerinden birini sızlayan göğsüne doğru götürdü ve varla yok arası bir hareketle ağrıyan noktaya masaj yapmaya başladı. Rüyayı canlı bir şekilde hatırlıyordu. Sokaktan insanların geçtiğini gördüğünü de hatırlıyordu. O rüyanın herhangi bir karesinini unutması yakın vadede imkansızdı zaten. Eminim görgü tanığı bulunamamıştır, götüm. 

Harry içinde yükselen öfke dalgasını hissettiğinde, artık şaşıramadığını fark etti. Bütün hayatı, trajedi üstüne trajedi ve birbirini takip eden talihsizlikler dizisiyle dolup taşıyordu. Dünyanın sert yüzüne yabancı değildi, ama yine de tüm bu olanlar onu sinirleniyordu. Herkesi kurtarmanın mümkün olmadığını bilmesine rağmen hem de.

Ama hissettiği bu çaresizlik, intikam ateşiyle yanmasına mani değildi. Nathan’ı hastanelik edenleri bulmak ve onların hak ettikleri gibi cezalandırıldığını kendi gözleriyle görmek istiyordu. 

İşinde her gün karşılaştığı ve mücadele  ettiği türden bir karanlıktı bu. Adalet ve intikam arasındaki ince çizgiyi aşmak çok kolaydı ve Harry her zaman doğru olan tarafa bağlı kalma konusunda dikkatli olmuştu.

Ancak bazen 'doğru' olanın her zaman iyi olmak anlamına gelmediğini de biliyordu. Belki de bu yüzden buradayım, diye düşündü soğukkanlı bir şekilde, Nathan’a bunu yapanları yakalamak için.

Oldukça aptalca bir düşünceydi gerçi. Bir çocuğun bedenine hapsolmuşken, Harry’nin yapabileceği şeyler oldukça sınırlıydı. Bu halde suçluların karşısına çıkması demek, kendisini onlara gümüş tepside sunması demekti.

Cynthia ve Benedict’in, onu yakın bir zamanda serbest bırakması ve Knockturn Yolu’nda girilmedik delik bırakmayıp - aradığı kişileri buluncaya dek önüne geçen herkesi ezip geçme isteğine izin vereceği şüpheliydi. Hatta imkansıza yakın. 

Hayır, tüm bunların Harry’nin başına gelmesinin başka bir sebebi olmalıydı. Ve bu neden her neyse, onu bulabilmek için elinden geleni ardına koymayacaktı.

Ancak, planlarını harekete geçirebilmek için yapması gereken bir şey vardı. O da bu hastaneden bir an önce çıkmaktı.

Sonrasında Nathan’ın ebeveynlerine doğru döndü.

“Beni buradan çıkarabilir misiniz?”

.

.

.

 

Ciro’ların Harry’i hastaneden çıkarması iki günlerini almıştı. Johnson’ın onu en az bir hafta daha orada tutma isteğini göz önüne alarak, o kadar kısa bir sürede çıkmasını sağlamak için her ne yaptılarsa Harry minnettardı. Anlaşılan ailesi düşündüğünden daha da saygın bir pozisyona sahipti.

Nathan’ın bedeninde uyandığı üçüncü günün sabahında – evet, Harry en sonunda bu pisliğin içine sıkışıp kaldığı ve neredeyse altmış yıl geçmişe gittiği gerçeğini kabullenmişti – Benedict ve Cynthia eşliğinde St Mungo’dan çıkış yapmıştı.

Eve dönüş yolu dolambaçlı olmamış ve kısa sürmüştü. Harry buna aynı anda hem mutlu olmuş hem de irrite olmuştu. Evet garip bir durumdu. Bir an önce araştırmaya başlaması gerektiğini biliyordu. Bunun için, Ciro ailesinin kütüphanesi kesinlikle iyi bir başlangıç olacaktı. Ancak yine de evlerine girmeden önce, biraz daha saha araştırması yapmayı tercih ederdi.

Harry gözlerini evin antresinde gezdirirken, hastaneden çıkış yapmadan önce giydirdikleri montu üzerinden çıkardı.

Önceki tahminlerinde birazcık haksızlık yaptığını düşündü. Eğer bu ev onların eviyse, Harry rahatlıkla Ciro’ların servetinin Malfoy’larla aynı klasmanda olduğunu söyleyebilirdi.

Harry daha önce neden bu kadar güçlü bir ailenin varlığını duymadığını merak etti. Ancak hemen sonrasında, bilmemesinin daha hayırlı olabileceğine karar vermişti.

Altmış yılda bir sürü şey gerçekleşmiş olabilirdi. Onlarla daha yeni tanışmış olsa bile, kendi zamanı ve şu an oldukları zaman arasındaki periyotta bu iki kibar ve anlayışlı insanın başına trajik bir olayın gelmiş olabileceği fikri ağzının tadını kaçırmıştı.

Cynthia ve Benedict Harry’nin hemen arkasında sakin bir şekilde bekliyorlardı. Yüzlerinde tamamen gizleyemedikleri umut ve beklentiyle dolu bir ifade vardı.

Burayı hatırlamamı bekliyorlar,  diye düşündü şefkatle. Odalarda dolaşmamı ve burayı evim olarak düşünmemi istiyorlar.

Harry onlara döndü ve katı bir gülümsemeyle kafasını iki yana salladı.

Cynthia'nın ifadesi olduğu yerde solarken Benedict’in kolu onu desteklemek için omuzlarına sarılmıştı.

“Problem değil tatlım,” dedi Cynthia, yanağını okşamak için uzanarak. Ama emin olamayarak elini Harry’nin yüzüne ulaşamadan son anda geri çekmişti. “Simon çoktan eve gelmiş olmalı,” dedi Cynthia, onu onaylayan kocasına bir bakış atarak. “Yaşadığın hafıza kaybından ona da bahsettik. Seni tekrar görmek istediği için okuldan izin alıp bugünlük eve gelmesine izin verdik. Kardeşin seni çok özledi Nathan.“

Harry, Nathan’ın ikiz kardeşinin bahsiyle yüzünü buruşturdu. Cynthia ve Benedict hastanedeyken bir kardeşi olduğunu söylemişlerdi. Ve Harry kendini şu an bir çocuğun kardeşçe bir sevgiyle ya da ilgiyle etrafında dolanmasına pek hazır hissetmiyordu.

Nathan tek çocuk olsaydı her şey çok daha kolay olurdu.

“Harika,” dedi Harry, yapay görünmemesini umduğu bir heyecanla. “Onu görmek için sabırsızlanıyorum.”

Harry’i girişten yan odalardan birine doğru yönlendirdiklerinde, duvarları süsleyen portrelerin önünden ve bazı yerlerden köşelerden geçerken biraz yavaşlamışlardı. Görünüşe göre evin bu alanları Nathan’ın sevdiği yerlerdi ve ailesi hatırlamasına yardım edeceğini düşünmüştü.

Harry gülümseyerek tekrardan başını salladı.

Benedict birkaç dakikalığına yanlarından ayrıldı. Çok geçmeden başka bir koridora geçiş yaptıklarında, adam yanlarına geri dönmüştü.

Harry Benedict’in döndüğünü fark ettiğinde, Cynthia ona Nathan’ın büyük büyük babasının portresini göstererek aile tarihleriyle ilgili bir şeyler anlatıyordu. Benedict’in arkasında bir oğlan çocuğu vardı.

Nathan’ın aksine bu genç ebeveynlerinin mükemmel bir karışımıydı. Babasının kahverengi saçlarını almıştı. Ancak gözleri, burnu ve ağzı annesinin karbon kopyasıydı.

Bu Simon olmalı, diye düşündü Harry ona dönerek.

Cynthia konuşmayı bırakıp Harry’nin baktığı yeri gördüğünde gülümsedi. “Simon,” diye selamladı oğlunu, ses tonundan ona duyduğu sevgi belli oluyordu.

Harry nasıl davranması gerektiğini bilemeyip olduğu yerde beklerken, Simon ona doğru koşarak kollarını ona sarmıştı bile. Kardeşi sıkıca sarılıp yüzünü boynuna gömdüğünde, kollarındaki çocuğun titrediğini fark etti Harry.

Yapabilecek başka bir şeyi olmadığından ellerini temkinli bir şekilde Simon’ın sırtına götürdü ve zayıf bir teselli girişimiyle ellerini aşağı yukarı gezdirdi.

“Aramıza geri döndüğüne çok sevindim!” dedi Simon ve geri çekilerek hafifçe gülümsedi. Yüzünde gözyaşı izleri vardı. “Senin için çok endişelendim kardeşim.”

Harry ona minik bir gülümsemesiyle karşılık verdi. Karşısındaki çocuğu ve ikizine olan ilgisini tatlı bulmuştu.

“Teşekkür ederim Simon.”

“Annem ve babam bana her şeyi anlattı,” dedi Simon ciddi bir ifadeyle ve başını yana doğru eğerek devam etti. “Gerçekten hiçbir şey hatırlamıyor musun?”

Harry ensesini kaşıdıktan sonra cevapladı. “Ah, hayır hatırlamıyorum malesef. Hafızam bembeyaz boş bir sayfa gibi.”

“Ah.” dedi Simon yüzü düşerek. Konuşmaya başlamadan önce kendisini tekrardan toparlayarak devam etti. “Ne de olsa kardeşler bugünler için var değil mi? Her ihtiyacın olduğunda yardımına gelmeye hazırım.”

Cynthia ellerini çırptı. Yüzünde hüzünlü, ama aynı zamanda memnun görünen bir ifadenin izleri vardı. “Simon, tatlım, Nathan’a odasını gösterebilir misin? Babanla beraber St. Mungo'da ve Bakanlık’ta halletmemiz gereken bazı işler var. Akşam yemeği vaktine doğru burada oluruz.”

“Tabi gösteririm anne,” diye cevapladı Simon kolunu Harry’nin koluna geçirerek. Hareketindeki bir şey Harry’nin dikkatini çekmişti.

Birleşmiş kollarına bakmakla meşgul olduğundan alnına konan öpücüğün gelişini yakalayamamıştı Harry. Refleksif olarak geri çekildiğinde kadının gözleri şaşkınlıkla açılırken bir eli endişeyle ağzına doğru gitmişti. “Çok özür dilerim Nathan,” dedi perişan bir sesle. “Bir anlığına aklımdan çıkt–“

“Sorun değil,” diye onu böldü Harry. Alışkanlık haline getirdiği ve farkında bile olmadığı bir şeyi yaptığı için onu suçlayamazdı. Oğluna veda öpücüğü verdiği ya da bir anlığına içinde oldukları durumu unuttuğu için özür dilemesine gerek yoktu. “Asıl ben özür dilerim. Her şeye alışmaya çalışmak biraz zaman alıyor.”

Benedict kibarca karısının elini tuttu. Harry’nin yüzündeki yumuşak gülümsemeyi gördüğünde rahatlamaya başlamıştı Cynthia. “Biliyorum tatlım. Biz çıkıyoruz, işlerimiz öğleden sonra sonraya kadar bitmiş olur.”

İkili el ele koridorda ilerlerken Harry gidişlerini düşünceli gözlerle inceledi.

Onlar da kötü hissediyorlar, diye geçirdi aklından. İçini onlara karşı hissettiği bir acıma duygusu sarmıştı. Benim burada oluşum onlara iyi gelmiyor ve canları yanıyor. Eski oğullarının geri dönmesini istiyorlar, ama ben onlara yardım edemiyorum. Elimden hiçbir şey gelmiyor.

Kolunun hafif bir şekilde çekildiğini hissettiğinde dikkati tekrar kardeşine yöneldi.

“Gel hadi,” diye konuştu Simon, ebeveynlerinin gittiği yönün tersine onu çekerek. Adımları özgüvenli ve ölçülüydü. Rahat görünüyordu.

Harry de aynı şekilde hissedebilmeyi diledi.

İtaatkar bir şekilde kardeşini takip ederken geçtikleri kapıları ve koridorları zihnine kazımaya çalıştı. En sonunda meşeden yapılmış iki büyük kapının önünde durdular.

“Bu oda senin,” dedi Simon sağdakini işaret ederek.

Harry kapının önünde durdu. Ellerinin terden yapış yapış olmaya başladığını hissedebiliyordu.

Halihazırda zaten çocuğun bedenini işgal ediyordu. Ve şimdi onun evinde ailesiyle beraberdi. Nathan Ciro’nun sahip olduğu bir şeyi daha ele geçirmek üzereydi. Odasını...

Harry buradan çıkıp gitmek istiyordu, ama arkasında hissettiği Simon’ın varlığı buna engel oluyordu. İçeriye girmekten başka bir seçeneği kalmamıştı.

Ya şimdi ya da hiç...

Girdiği oda oldukça güzeldi. Koltuk ve tavan, ufak tefek gümüş dokunuşları olan açık renklerle bezenmişti. Odanın en ucunda geniş bir yatak ve yanında sıradan görünümlü bir masa vardı.

Harry’nin en çok hoşuna giden şeyse pencerelerdi. Kocamanlardı ve ardına kadar açılmışlardı. Alabildiğine uzanan yemyeşil geniş bir arazinin muhteşem manzarasını ona sunuyorlardı.

Harry dikkatli bir şekilde içeri girdi. Hastaneden çıkmadan önce bedeninin küçüklüğüne alışabildiği ve kendisini salak yerine koymadan düzgünce yürüyebildiği sonsuz bir şekilde minnettar hissediyordu.

Etrafına inceleyen bir bakış attı.

İncelerken gözü, onu kapıya yaslandığı yerden soğuk bir şekilde izleyen Simon’a takıldı.

Çocuğun bakışlarında Harry’nin dikkatini çeken bir şeyler vardı.

Hemen sonrasında Simon’ın ona sunduğu gülüş, önceki rahatlamış ve tatlı ifadesiyle karşılaştırıldığında acı ve çirkindi. Bu ani değişim Harry’nin içgüdüsel olarak geri çekilmesine neden olmuştu.

“Asla uyanmamanı umut ediyordum kardeşim. Ama her zaman olduğu gibi ayak bağı olmak zorundaydın değil mi?" Simon, bakışları kararırken sesli bir şekilde nefes verdi. “Her zaman yoluma çıkıyorsun, her zaman ilgi odağı olmaya çalışıyorsun. Sensiz geçen üç ay hayatımın en güzel zamanlarıydı. Ama sen uyanarak bunu da mahvetmek zorundaydın tabi.”

Harry yüzüne tükürülürcesine söylenen kaba kelimeleri duyduğunda gözlerini kırpıştırdı, tam anlamıyla şok olmuştu. Weasley’lerden hatırladığı kadarıyla kardeşler arasında zaman zaman anlaşmazlıklar olabileceğini biliyordu, ama bu kadarı da fazlaydı. Beklediğinden çok daha aşırı bir tepkiyle karşılaşmıştı.  

Harry şüpheyle gözlerini kıstı. Draco’nun bir zamanlar sahip olduğu özelliklerin aynısının Simon’daki yansımalarını görebilir hale gelmişti birden.

“Demek istediğim şey, tekrar hayatına geri dönmek istediysen, sende gerçekten yanlış giden bir şeylerin olduğu. Bir korkak gibi o çatıdan atladığında, artık etrafta kimsenin seni görmek istemediği gerçeğine uyandığını düşünmüştüm ama yanılmışım. Sanırım zekanı fazla abarttım.”

Harry bomboş bir yüz ifadesiyle yaklaştı. Buraya gelmeden önce herkesin iyiliği için, Nathan’ın ikizi her kimse onunla güzel anlaşmayı planlamıştı. Ailesi zaten yeterince acı çekmişti. Harry en azından ikiziyle iyi geçinerek morallerini biraz olsun düzeltmeyi planlamıştı.

Önünde zaten çözmesi gereken bir sürü problem vardı. Üzerine bir de Simon’ı ekleyemezdi.

Şu an öyle görünmese de o bir yetişkindi ve bir Seherbaz’dı. Bu şımarık veletle uğraşacak ne sabrı ne de zamanı vardı.

Simon ona alayla baktı.

“Yer israfından başka bir şey değilsin kardeşim.”

Harry uzandı ve çocuğu yakalarından kavrayarak kendisine doğru yaklaştırdı. Hareketin aniliği, gözleri şaşkınlıktan kocaman olan Simon’ın tökezlemesine sebep olmuştu.

“Beni dinle velet,” diye konuşmaya başladı Harry, sesi de bakışları kadar yırtıcıydı. “Orada dikilip istediğin kadar saçmalayabilirsin, ama bu seferlik kibarlık edeceğim ve ufak bir uyarıyla yetineceğim,” dedi Harry. Sonraki hareketi, çocuğu sertçe iterek odadan dışarı çıkmasını sağlamak olmuştu.

Simon şaşkınlıktan donakalmış bir halde orada öylece dikiliyordu.

“Yoluma çıkmaya cüret bile etme.”

Harry bunu söyledikten sonra kapıyı Simon’ın yüzüne çarptı. Kapalı kapıya bıkkın bir homurdanmayla yaslandı ve gözlerini yumdu.

“Her şey neden bu kadar karman çorman?” diye sızlandı ellerini sertçe saçlarının arasında geçirerek.

Harry dikkatini tekrar odaya çevirdi ve Simon’la uğraşmayı ileri bir tarihe ertelemeye karar verdi. Artık araştırmaya başlaması gerekiyordu.

Hiçbir şeye dokunmamaya özen göstererek odanın içinde dolaştı. Odaya bir suç mahalli gibi yaklaşmalıydı. Şüpheli birinin odasına yaklaşır gibi.

Kendisine ne olduğunu anlayabilmek için öncelikle Nathan Ciro’nun başına ne geldiğini çözmeliydi. Ve bu da, olay hakkında net bir resim elde edene kadar odadaki her şeyi bütün detaylarıyla incelemesi gerektiği anlamına geliyordu.

Harry daha başlamadan yorulmuş gibi hissediyordu. Derin bir nefes aldı ve işe koyuldu.

 

Forward
Sign in to leave a review.