
Chapter 3
Ritimleşmiş adımlarını bozmadan kapıyı araladığında derin bir nefes aldı Blaine, paltosundan kurtulurken terlemiş ellerinin arasında iflas bayrağını çekmiş papyonuna baktı acıyla, kızarmış yanaklarının vücuduna işkence çektirmeye başladığını fark etmesi uzun sürmemişti, içinde hissettiği sıcaklığı bastırmaya çalışarak anahtarını tezgaha fırlattı.
Lanet olsun
Paltosunu umursamazca Lucifer olduğunu düşündüğü ama bakmaya yeltenmediği hizmetliye uzattığında ''Hoşgeldiniz,'' diyen ince tınıyı duymazlıktan geldi, zira cevap vermek istese de çenesine hükmedebileceğinden emin değildi. Bunun yerine adımlarını beyaz mermerlerle döşenmiş merdivenlere çevirerek odasına ilerlemeye başladı.
Lanet olsun, lanet olsun, lanet olsun.
Kapıyı kapattığında bir an için duraksadı ve nefes alıp verişlerini kontrol etmeyi bırakarak kendini yere bıraktı, şakaklarından hafifçe süzülen teri vücudunu yalayıp geçiyormuşcasına net hissettiğinde titredi, saatin sesi kulaklarına deli bir insanın haykırışları gibi dolmaya başlamıştı, ah.. kesinlikle deli olan kendisinden başkası değildi.
Düşüncelerinden kurtulmaya çalışırken fark etmeden tuttuğu nefesini bıraktı ve odanın vanilya kokusu ciğerlerine dolduğunda yüzünü buruşturmaktan kendini alıkoyamadı.
Tanrım, kusmak istiyordu. Çok sevdiği oda kokusunun, bejin en güzel tonuna bürünmüş duvarlarının, farklı farklı ülkelerden özel olarak getirdiği eşyaların, özellikle de boy aynasından netçe görünen yansımasının onu iğrendirdiğine inanamıyordu, ellerini çaresizlikle saçlarına geçirdi, bugün ne olmuştu öyle?
Ah, bildiğim bir şey varsa o da hiçbirşey bilmediğimdir demiş Sokrates, diye devam eden genel kültürünü zihninin derinliklerine yollarken bu sözün tam bir yalan olduğunu kazıdı kafasına, çünkü o bir daha asla kimya dersini dinleyemeyeceğini çok iyi biliyordu. Bugün de yanılmadığının en büyük kanıtıydı, öyle değil mi? Sınıfın içinde her geçen dakika küçülüyormuş gibi hissetmiş, yanaklarının kızarmasına bir türlü engel olamamıştı, bunlar yetmiyormuş gibi zil sesi kulaklarına tırmandığında kapıyı hızla çarparak uzaklaşan küçük ucubenin arkasından bakakaldığını da hatırlıyordu, ona dokunuşunu...
Blaine sirkelenip bacaklarına söz geçirmeye çalışırcasına kalkmaya zorladı kendini, avuç içlerini gözlerine bastırarak bozulmuş bir plak gibi kimya dersinde yaşanan herşeyi tekrar tekrar başa alan aklını uzaklaştırmaya çalıştı, girişimi sonuçsuz kaldığında ise sinirle üzerinden çıkardığı kazağı kadife koltuğa fırlattı, daha önce hiç bu kadar utanmamıştı ve lanet olasıca sıcaklık vücudundan ayrılmamakta inat ediyordu sanki, tanrı aşkına bunun sorunu neydi!
''...Beni beklemediğine inanamıyorum!'' diyerek içeri dalan kuzeniyle Blaine yerinde sıçradı ve arkasını döndü, gözleri transtan çıkmış gibi etrafta dolaşırken Sugar'la buluştuğunda genç kadın da kendisi gibi donmuştu. ''Ben bugün hakkında konuşmak için, ah-- gelmiştim ama.. şey- düşünemedim. Pardon.''
Blaine kaşlarını çatarak kuzeninin ne demek istediğini anlamaya çalışırken bakışlarını takip etti, ve aklına yeni bir buluş gelmiş dahi edasıyla sırıtmaya başladı.
''Ben sertleştim değil mi? Tabi, nasıl unuturum.'' diye mırıldandı ağzının içinde, iyi yönden bakılırsa artık vücut dolaşımında bir sorun olmadığından emindi, terliyordu çünkü-- lanet olsun.
''Ben gerçekten çıkabilirim Blaine, yani--''
''Hayır, hayır.'' dedi Blaine elini havaya doğru sallayarak, gözleri acı bir ifadeyle erkekliğine gittiğinde biraz daha bekleyebileceğini düşünüp ipek kumaşın üzerinde olabildiğince rahatlamaya çalıştı.
Sugar tereddütlü adımlarla yatağın kenarına oturmuş onu süzüyordu ve yavaşça boğazını temizledi.
''Bugünün senin için de pek iyi geçmediğini farkındayım kuzen, ilk gününde bunu yaşamanı istemezdim, ucubeler! Gerçekten üzgünüm ama tamamiyle şanssızlıktı...''
Blaine anlayışlı bir ifadeye bürünüp başını sallamakla yetinirken düşüncelerinin tekrar Kurt'e yönelmesini durduramadı, ya da pembe perçemli ucube mi demeliydi,
kimi kandırıyorsun sen! Diye devam eden iç sesine gözlerini devirdi ve bakışları parmaklarına yoğunlaştı bir an, inkar edemezdi Blaine. Genç adam hayatında gördüğü en güzel erkekti ve hiçbirşey onu çirkin göstermeye yetmemişti, pembe perçeminin yüzüne düşen her tutamında bembeyaz teni daha da aydınlanıyordu ve Blaine gözlerindeki keskin bakış aklına geldiği an titremesine engel olamadı, altındaki canavar ise artık pantolonunu zorluyordu. Onlar o kadar--
''..Blaine?''
''Mavi!''
Sugar yanlış duyduğunu düşünerek gözlerini kırpıştırdı, ''Anlamadım?''
''Kaba! O küçük ucube hayatımda gördüğüm en kaba... varlık.'' diye tamamladı cümlesini, bakışlarını parlak müchevherlerin arasında ışık saçan genç kadına doğrulttuğunda yutkundu. Sugar asla bugün olanları duymamalıydı, ona hesap sormak için yanına gittiğini, ona iyice sokulduğunu ve özellikle birkaç dokunuşla sertleşmeyi başarmış erkekliğinin nedenini söylemiş olsaydı kuzeninin o nefret ettiği okuldan arkasına bile bakmadan kaçacağını çok iyi biliyordu. Üstelik bir daha böyle birşeyin olmasına izin vermeyecekti, sadece bir kerelik hazırlıksız yakalandığını düşündü umutsuzca, annesi ve babası öldüğünden beri yanında duran bu ufak tefek kızı korkutmak istemiyordu, ve çenesini tutamayan bu genç kadın teyzesine giderse özel bir koleje gönderileceğinin farkındaydı, yaşadığı bu ev yetmezmiş gibi kimseye yük olmamaya söz vermişti kendince, ama şuna bakın ki harika bir hayata sahip olmak onun suçu değildi, birkaç pürüz bunu bozamazdı..
''Ah, onu bir de geçen sene görseydin.''
Blaine rahatsızca yerinde kıpırdanarak ''Daha kötü olamaz,'' dedi alayla, uyarılmışlığının çok belli olmamasını umuyordu.
''Şaka mı yapıyorsun? Bir insanın kolunu üç yerden kırmak demek 'yaklaşma!' tabelasıyla dolaşmak gibi, zaten Puck denilen çocuktan başka arkadaşı olduğunu sanmıyorum. Ah, oysa ki geylerin hep tatlı olduğunu düşünmüştüm.''
Blaine şaşkınlığından kurtulmaya çalışarak başını iki yana salladı, daha sonra bunun çok saçma olduğuna karar vererek yüzünü buruşturdu, tanrı biliyordu ki o pembe perçemli ucube onu tam anlamıyla taciz etmişti ve gey olması bu kadar garip gelmemeliydi, bunu açıkça ortaya sermesinin rahatsız ediciliği kanının toplandığı yer için geçerli değildi anlaşılan.
Blaine zorlukla gülümsemeye çalışırken ''Herkes ben değil,'' dedi cılız bir tonla, genç kadının konuşmasına burada son vermesini umuyordu ki bunun gerçeklik sınırlarını zorlayan bir istek olduğunu farkına varması çok uzun sürmemişti.
''Kendinle onu karşılaştırma bile! Tanrım, bugün korkudan nereye kaçacağımı şaşırdım, bize doğru gelişini hatırladıkça hasta olacağım sanırım, ona yaklaşmamak için bu kadar uğraşmışken.. şaka gibiydi, kamera şakası gibi! Tamam, belki arkadan iyi kalçalara sahip olabilir ama onları bizden uzakta görmeyi tercih ederim, cidden o dar pantolonunu alsın ve--''
''Çık dışarı.''
''Ne?''
''Dışarı, dışarı çık.'' dedi Blaine pantolonunun patlayacağına emin olduktan hemen sonra, ''Sonra konuşuruz, emm ben-- şey..''
Genç bakışlarını aşağıya indirdiğinde Sugar'ın gözleri hızla açıldı ve ayağa fırlayarak kapı kolunu yakaladı.
''Oh, tabii.. iyi eğlenceler, yani-- öyle demek istemedim, bilirsin, amm.. keyfine bak, ben gideyim, şeye.. ders çalışmaya.'' diye söylenerek uzaklaşan kuzeni tamamiyle kapıdan çıktığında Blaine kendini tuvalete attı ve hızla pantolonunu yere indirirken inledi, kesinlikle berbat haldeydi. İçinden ettiği küfürleri bir yana bırakarak elini boxer'ının içine kaydırdığında sadece birkaç dokunuş, diye düşündü. Nasıl bu hale gelmiş olabilirim ki?
Ellerini yavaşça sertleşmiş penisinin etrafında gezdirdi ve inleyişi kulaklarına çıkarken bunun hemen bitmesi gerektiğine karar verip parmaklarını sıkılaştırdı, lanet olası bir ucube tarafından tahrik olduğuna inanmak istemese de hızlanırken aklındaki tek şey genç adamın ona dokunuşuydu.
Ah, yapma. Sen tahrik olmadın, sen uyarıldın sözcükleri içinde kahkahalara boğulan iç sesini bir kenara atarak ellerini işini yapmaya zorladı Blaine.
Yoksa papyonlu mu demeliyim?
Genç adam başını geriye atarak tekrar inledi, gözlerini bu anı hatırlamamaları için sımsıkı yummuştu, tabii hatırlaması için önce unutması gerektiğini bir kenara yazmayı reddetti, vücudundaki terin karın kaslarında toplandığını hissedebiliyor, ve kasıklarına çarpan her harekette birbirine kenetlenmiş dişlerinin arasında yükselen minik hırıltıları duyabiliyordu.
Aklından ne geçiyordu? Ona göz dağı verebileceğini mi düşündün, haline bak. Bir ucube tarafından tahrik edilip bırakılmak nasıl bir histir acaba? Çünkü bilirsin...
''Ya da bilmem.'' diye fısıldadı Blaine kendine engel olamayarak, şu şeyin hemen susması gerektiğini düşünürken erkekliğini daha da sıkı kavradı.
O halde penisine bak, anlamak için çok zeki olmaya gerek yok. Korku tüm vücuduna yayılırken penisin hala erkeklerden hoşlandığını unutmamış, ve kabul et.. en güzeli üzerinde dolaşan elleri miydi, yüzü mü?
Blaine kendini tutamayarak acı bir inlemeyle boşaldığında duyduğu ses uzaklaşmaya başlamış bir tını eşliğinde kıkırdadı,
Bende öyle düşünmüştüm.