
seve seve Remuscuğum
6 Kasım 2020 Cuma
“Sirius!”
Remus merdivenin ucunda durup yukarıya doğru bakıyor, Sirius’a sesleniyordu. Saat çoktan 10 olmuştu ve gece yemek yerken yaptıkları plana göre, bu saatte çoktan evden çıkmış olmaları gerekiyordu.
“Sirius!” diye bağırdı yeniden. “10’a kadar sayacağım ve 1 dediğimde eğer burada olmazsan seni saçlarından sürükleyerek aşağıya indireceğim duydun mu?!”
Sirius anında, “Duydum!” diye bağırdı. Çok geçmeden merdivenlerin başında göründüğünde ise surat asıyordu. “Saçlarımı işin içine katmayacaksın diye anlaşmadık mı? Böyle giderse bunu sözleşmeye Madde 12 diye ekleyeceğim.”
Remus omuz silkip mutfak sandalyesinin üzerine attığı montu almak için arkasını döndü. “Hazırlanman niye bu kadar uzun sürdü anlamadım.”
“Çok emin değilim ama, belki şeyden olabilir Remuscuğum,” Remus ona döndüğünde sanki düşünüyormuş gibi poza girmişti. “Ailenle tanışacağım için olabilir, sadece bir tahmin.”
Remus gözlerini devirdi. “Kıyafetine bakacaklarını sanmıyorum ama mantıklı, evet.”
“Yalnızca kıyafetime bakmayacakları doğru ama iyi bir izlenim için kıyafetin de mühim olduğunu inkar edemezsin.”
Sirius ona kendini beğenmiş bir bakış atarken Remus kaşlarını çattı. “Doğru ama niye bu kadar önemsiyorsun ki?”
Sirius sanki bunun farkına yeni varmış gibi görünüyordu ve uzun bir dakika boyunca düşünüp en sonunda, “Bilmem?” dedi. “Belki de senin ailen oldukları içindir.”
Remus, yaklaşık on saniye boyunca bomboş bir ifadeyle Sirius’a baksa da en sonunda iç çekti. “Aslında mantıklı çünkü annemin de seninle tanışmayı önemsediğini biliyorum. Çocukluğumdan beri adın geçiyor ve ara sıra neden James gibi seni de onunla tanıştırmadığımı sorduğu olmuştu.” Sonra hafifçe güldü. “Yine de seni çocukluk arkadaşım değil de eşim olarak tanıtmam onu şok edecektir.”
Sirius sırıttı. “Muhtemelen şok olma nedeni “siz arkadaştınız ne ara evlenendiniz” değil de “sen bu adamı nasıl tavladın?” olacaktır.”
“Muhtemelen,” diye güldü Remus. “Çünkü tipim olmadığını biliyor.”
Sonra Sirius’tan bir cevap beklemeden kapıya doğru yürüdü. Sirius ise şoktaydı çünkü nasıl olur da birinin tipi olamazdı? Bunu hakaret olarak saymıştı.
“Tipin değilim de ne demek?”
Remus montunu ve botlarını giyip dış kapıyı açtı. “Tipim değilsin demek.”
Sirius “Hah!” dedi. Sesi o kadar yüksek çıkmıştı ki, Remus olduğu yerde zıpladı. “Ben herkesin tipiyim.”
“Nasıl bu kadar emin olabilirsin? Herkese sordun sanki.”
Sirius da botlarını giydi ve kapıdan çıkıp Remus’a katıldı. Arabayı park ettikleri yere doğru yürürlerken Sirius ancak konuşmuştu. “Haklısın, öyleyse şöyle diyeyim. Gözü iyi gören herkesin tipiyim.”
Remus kahkaha attı. “Gayet iyi gördüğümü düşünüyorum.”
“Görüşü bozuk olan kişi, baktığı şeyin aslını bilmediğinden normal görünüşünün onun gördüğü gibi olduğunu sanır Remuscuğum. Acilen göz doktorundan randevu alalım sana.”
Remus arabasının sürücü kapısına gidip açmadan önce Sirius’a sıcacık bir şekilde gülümsedi. Öyle ki gamzeleri ışık saçıyordu. “Son kontrolüm geçen haftaydı ve şu an gözümde etrafı net görmemi sağlayan lenslerim var.” Ardından baştan aşağı Sirius’u süzdü. “Hâlâ tipim değilsin Sirius.”
Sirius’un kaybetmiş yüz ifadesini görünce kıkır kıkır gülerek arabaya bindi. Arabayı çalıştırıp emniyet kemerini takmıştı ki, Sirius da yolcu koltuğuna oturup onun gibi emniyet kemerini taktı ve “Aslında haklısın,” dedi.
“Ne konuda?”
“Tipin olmamam konusunda.”
Remus, park ettiği yerden çıkarak trafiğe karıştığında dikkatli gözlerini yoldan çekip tek kaşını kaldırdı ve Sirius’a baktı. “Öyle mi?”
Sirius omuz silkti. “Öyle. Eğer tipin ben olsam nasıl Benjy gibi biriyle 7 ay çıkabilirdin ki?”
Remus gözlerini kırpıştırdı. “Benjy gibi biri?”
“Biliyorsun işte… çirkin demiyorum asla. Kendi çapında yakışıklı biri ama o ve ben tamamen farklı kulvarlardayız. Liglerimiz farklı.”
“Orası belli,” dedi Remus. Gözleri yeniden yoldaydı. “Fakat eski sevgilim olduğuna göre, Benjy’nin liginde olan kişi benmişim demek ki ve bundan gocunmuyorum. Güzel zaman geçirdik.”
“Remus bunun farkında değilsin galiba ama sen Benjy’nin liginde falan değilsin.”
Remus kaşlarını çattı ama gözlerini yoldan ayırmamıştı. “Liginde olmasam neden onunla sevgili olayım?”
“Muhtemelen hayrına.”
“Ne?”
Remus kafa karışıklığıyla yüzüne bakarken Sirius gayet rahat bir tavırla dışarıyı izledi. Saçlarını gelişigüzel şekilde yandan ayırmıştı ama harika görünüyordu. Üstelik siyah boğazlı kazağı ve siyah kumaş pantolonuyla beraber bu harikalık o kadar aşırı hale gelmişti ki, Remus boğuluyordu. Bu yüzden gözlerini üzerinden çekti.
“Ne, ne? Sen Benjy’nin değil, benim ligimdesin. Muhtemelen zavallı Benjy ara ara Remus Lupin’le sevgili oldum farkındalığı yaşayıp buga giriyordur.”
Remus kulaklarına inanamıyordu. “Sirius…” dedi ciddi bir sesle. “Sen bana mı yürüyorsun?”
Sirius gayet havalı bir şekilde Remus’a doğru dönüp uzandı ve yanağından makas aldı. “Kocam değil misin? Yürüsem ne olur?”
Remus şok olmuş bir halde Sirius’a baktı. Yanağından makas alması bir yana, bu “kocanım” muhabbetine gün geçtikçe daha da alışıyor gibi görünüyordu ve bu Remus’u korkutmaya başlamıştı.
Hâlâ araba kullandığı gerçeğine tutunup kendisini toparlasa da aklında bin tane şey dönüyordu. “Kocanın olması fikrine ne kadar çabuk alıştın böyle. Utanmadan bana yürüyorsun bir de.”
Sirius omuz silkti. “Annenlere gidiyoruz, bu tip şeylere alışmamız gerekmiyor mu? Aksi takdirde anneni nasıl kandırmayı planlıyorsun?”
Kırmızı ışıkta durduklarında Remus iç çekip kafa salladı. “Doğru…”
“Annenle Benjy’i tanıştırdın mı?”
“Neden konu sürekli Benjy’e geliyor?”
“Çünkü inanamıyorum,” dedi Sirius. “Fark etmedim bile, nasıl etmem? Hiç aynı masada oturmadık mı?”
Yeşil yandığında Remus gaza bastı ve gözlerini devirdi. “Senle ben ne zaman aynı masada oturduk ki?”
“Tamam!” diye hafifçe sesini yükseltti Sirius. Sanki bu konu hakkında konuşmak istemiyordu. “Öyleyse aynı ortamda bulunduk mu?”
Remus biraz düşündü ve ardından hafifçe kafasını salladı. “Geçen sene Mary’nin düzenlediği yılbaşı partisinde sen de vardın, değil mi?”
Sirius kafasını salladı. “Orada mıydınız?”
“Evet, beraber katılmıştık.”
Sirius kendi kendine “Sizi nasıl fark etmemiş olabilirim?” diye söylenirken Remus iç çekti.
“O gece yanlış hatırlamıyorsam en az dört kadın ve bir de erkekle flörtleşiyordun Sirius. Yani fark etmemen çok doğal.”
Sirius’un dudaklarında şeytani bir sırıtış belirdi ve Remus artık her ne söyleyecekse bunun iyi bir şey olmadığını biliyordu.
“Anlaşılan benim aksime sen o gece neler oluyor iyice gözlemlemişsin. Oh… belki de sadece beni gözlemlemişsindir?”
Remus sağa doğru sinyal verip direksiyonu çevirirken iç çekti. “James’le iddiaya girmiştik, oradan biliyorum.”
Sirius dondu. “Ne iddiası?”
“O gece boyunca kaç kişiyle flört edeceksin iddiası.”
Sirius kaşlarını kaldırdı. “Kim kazandı?”
Remus arabayı büyük, bahçeli bir evin önüne çekerken kocaman gülümsedi. “Ben.”
Ardından başka bir şey söylemeden emniyet kemerini çıkarmış, arabadan inmişti. Sirius da aynısını yapıp arabadan indi. “Demek beni bu kadar iyi tanıyorsun.”
“Senin aksine,” deyip güldü Remus. Gözleri evin camlarında geziniyordu. “Uzun süre beraber yaşadık. Seninle ilgili çoğu şeyi istemsiz öğrendim.”
“Oy oy oy,” dedi Sirius uzanıp Remus’un yanağını sıkarken. “Nasıl da iyi bir kocasın böyle.”
Remus güldü ama Sirius’un iki günde bağışıklık kazandığı korkunç gülüşündendi bu. Bu yüzden “Yapma şunu,” dedi Sirius. “Saçlarım bile diken diken oluyor.”
“İyi,” dedi Remus. “Eğer ailemin evine gelmemiş olsaydık diken diken bile olacak saçın kalmazdı.”
Remus eve doğru yürürken “Doğru söyle,” dedi ona. “Sen kavga ederken direkt saça saldıran o tiplerdensin değil mi?”
Remus hafifçe güldü. “Eğer bir gün kavga edersek bunun cevabını deneyimleyerek alırsın.”
Sirius tatsız bir şekilde gülümsedi. “Umarım cevabı hiç almam öyleyse.”
Birlikte huzurlu bir sessizlik içinde düzenli bahçeyi geçip kapıya ulaştıklarında Remus, Sirius’a döndü. “Annemin inanmasını istiyorum.”
Sirius’un kaşlarını kaldırmış bir şekilde kendisine baktığını gördüğünde ise devam etti. “Evlendik ve kocamsın diye dalga geçiyorsun günlerdir ama şu an ciddi ve bu konuda samimi olmanı istesem çok olur muyum?”
Sirius, Remus’un gözlerine bakıp sertçe yutkundu. Ne söyleyeceğini bilemediğinden ise yalnızca kafasını iki yana sallayıp uzanmış ve Remus’un omzunu hafifçe sıkmıştı.
Remus ise buna karşılık olarak gülümsedi. İnsanın içini ısıtan sıcacık ve samimi bir gülümsemeydi ve Sirius bu gülümsemeyi daha sık görmek istiyordu.
Remus kapıyı çalmak için önüne döndüğünde bile Sirius ona bakıyordu ve kapı açılana kadar da bakmaya devam etmişti.
“Rem!”
“Anne.”
Remus uzun boyu yüzünden komik bir şekilde eğilerek annesine sarıldı. Sirius ise bu görüntüye yabancıydı. En son annesine ne zaman sarıldı ya da annesine hiç sarıldı mı hatırlamıyordu bile.
“Nasılsın oğlum?” diye sordu kadın. Elleri Remus’un yanaklarını sevecenlikle tutuyordu.
“İyiyim annem, sen nasılsın asıl?”
“Ben de iyiyim, seni gördüm daha iyi oldum.”
Sirius önündeki görüntüyü izlerken sertçe yutkundu. Euphemia ve James’i de çok kez bu şekilde görmüş olmasına rağmen annelerin çocuklarına gösterdiği sevgi ve şefkati her zaman biraz yabancı bulmuştu.
“Ve bu genç adam…?”
Sirius konuştukları çoğu şeyi düşüncelere daldığından kaçırmış olsa da, Hope Lupin’in kendisine baktığını görünce silkelenip, “Sirius Black,” dedi ve öne doğru hafifçe eğilerek kadının elini nazikçe tutmuş, üzerine hafif bir öpücük kondurmuştu.
“Ah, Sirius” dedi kadın. Sesi o kadar neşeliydi ki, Sirius hafifçe gülümsedi. “Sonunda tanışabildik. Yüzünü televizyondan birkaç kez gördüm elbette ama yine de şaşkınım. Ne kadar yakışıklı bir adammışsın.”
“Teşekkür ederim Bayan Lupin, siz de çok güzelsiniz.”
Yalan da değildi. Hope Lupin ellili yaşlarının sonlarında olmasına rağmen çok dinç ve genç görünen sarı saçlı, çok da uzun olmayan ince vücutlu bir kadındı. Remus’unki gibi bal rengi gözleri vardı ve insana bakarken sıcacık hissettiriyordu. Sirius, Remus’un babasını da tanıyordu ve artık emindi. Remus en çok annesine benziyordu.
“Çok kibarsın canım,” dedi kadın. Gülümsüyordu. “Hadi geçin, kahvaltı edelim beraber. Sabah arayıp önemli bir mesele için konuşmaya geleceğim dediğinde endişelenmiştim ama Sirius’u yanında görünce rahatladım.”
Remus annesine sıcacık bir şekilde gülümserken omuzlarını kaldırıp indirdi. “Artık tanışma vaktiniz gelmişti ve aslında önemli mesele Sirius’u da kapsıyor, bundan dolayı sizinle birlikte konuşmak istedik. Babam nerede?”
“Çalışma odasındaydı.” Sağa doğru dönüp, “Hannah,” dedi. “Lyall’a Remus’un geldiğini bildirir misin?”
“Elbette efendim.”
Kısa, siyah saçlı kadın çevik bir şekilde merdivenlerde kaybolduğunda Hope Lupin yeniden Remus ve Sirius’a döndü. Gözleri hafif bir endişeyle parlıyordu.
Remus yatıştırmak için samimi bir şekilde gülümserken, “Öyle bakma anne,” dedi. “Konuyu duyunca böyle endişelenecek bir şey olmadığını anlayacaksın.”
Kadının gözleri tereddütle Sirius’a döndüğünde, Sirius ikisinin evlenmesinin Hope Lupin’i endişelendirip endişelendirmeyeceğinden emin olmasa da Remus’a katılıyormuş gibi hafifçe gülümsedi.
Lyall Lupin aşağı inene kadar geçen sürede Remus ve annesi tatlı bir şekilde sohbet etseler de, babası masaya gelip baş köşeye oturduğu an bir sessizlik olmuştu.
“Sirius Black?” dedi Lyall Lupin. Şaşkınlığı sesinden okunuyordu. Sonra gözleri Remus’a döndü. “Neler oluyor?”
“Baba,” diye başladı Remus. “Bana Marlene ile bir evlilik ayarladığını biliyorum ama-“
“Ah, evet,” diye sözünü kesti Lyall. “Ben de bu mesele hakkında seninle konuşmak istiyordum. Basın toplantısı için ayarlamalar yapıldı. Bu akşam altıda Marlene ile evliliğini duyuracağız.”
Remus dişlerini sıktı. “Duyuracağız?”
“Yani sen duyuracaksın.”
Remus beş saniye kadar babasına boş boş baksa da, hemen ardından kafa salladı. “Pekala.” Sirius’un kafasını hızlıca kendisine doğru çevirdiğini fark etse de ona dönmemiş, düz bir şekilde Lyall Lupin’e bakmaya devam etmişti. “Basına, açıklanacak şey hakkında önceden bilgi verildi mi?”
“Hayır. Sadece mühim bir mesele açıklanacağını bildirdik.”
Remus hafifçe gülümseyip kafasını salladı. “Harika.”
Lyall Lupin’in beklediği tepki bu olmadığından herhalde, şaşkın fakat oldukça mutlu bir halde oğluna baktı. “Öyle mi?”
“Elbette,” diye şakıdı Remus. “Bu meseleyi hallettiğin için sağ ol baba. Bugün için üzerime düşen görevin sadece meseleyi aktarmak olması rahatlatıcı.”
Lyall Lupin, oğlunun nihayet hizaya gelmiş olmasından oldukça memnun olmalı ki kendini beğenmiş bir şekilde gülümsedi. O kadar kördü ki, Remus’ta bir şeylerin yanlış olduğunu fark etmiyordu bile fakat Hope Lupin, kocasının aksine oğlunu çok iyi tanıyordu ve endişesi Remus’un yüzüne bakarken katlanarak artmıştı.
“Emin misin oğlum?” diye sordu kadın. “Marlene ile evlenmek seni mutlu edemez. Babanın, şirketin çıkarlarını senin mutluluğunun önüne koymasına razı değilim. Evlenmek istemiyorsan söylemen yeterli.”
Remus, babasının nefesini tutarak kendisine baktığının farkındaydı çünkü bu evde son söz her zaman Hope Lupin’e aitti. Eğer Hope Lupin bu evlilik gerçekleşmeyecek diyorsa, o evlilik gerçekleşmezdi ve bahsi geçen evliliğin akibeti ise Remus’un kararına bağlıydı.
Üzerinde üç çift gözü hissederken kendi gözleri sadece annesine bakıyordu. “Anne, seninle iki dakika özel konuşabilir miyim?”
“Elbette oğlum.” Hope Lupin çoktan ayağa kalkmıştı bile. “Gel.”
Remus, kafası karışmış bir şekilde kendisine bakan Sirius’a yaklaşıp, “Babama evliliğimiz hakkında bir şey söyleme,” diye fısıldadı. “Birazdan geliyorum.”
Sirius hafifçe gözlerini kıssa da, Remus’a güvenmeyi seçmiş olmalı ki hafifçe baş salladı.
Remus içi rahatlamış bir halde ayağa kalkıp hâlâ kendisine bakan babasını göz ardı etmiş, annesinin ardından doğruca üst kata çıkmıştı. Nereye gittiklerini biliyordu. Sahip olduğu kitap aşkının ilk tohumlarının atıldığı yere doğru yürürken, o odanın içinde annesinin de olduğunu bilmek içini rahatlatıyordu.
İçeri girer girmez, “Sorun ne oğlum?” diyen annesine bakmadan, duvarları kaplayan kütüphanede gözlerini gezdirdi. Sıcacık görüntüsü bir yana, odanın kokusu bile annesini hatırlatıyordu.
“Anne, söyleyeceğim bu şeyi en azından akşama kadar babamdan gizlemeni istesem yapabilir misin?”
Hope Lupin kaşlarını çattı. “Neler oluyor Remus?”
Remus derin bir nefes aldı. Annesine yalan söyleyeceği için kendisini kötü hissetse de, içinde olduğu bu durumda yapabileceği başka bir şey yoktu. Bu yüzden lafı uzatmadan konuya girmek adına, “Anne,” dedi. “Ben evlendim.”
Hope Lupin dondu. “Ne demek ben evlendim?”
Remus sertçe yutkunup sol elini kaldırdı. “Evlendim.”
“Remus!” diye bağırdı kadın oğlunun eline uzanırken. “Bu da ne demek? Kiminle evlendin? Ne zaman oldu bu?”
“Dün oldu, anne. Sirius ile.”
Hope Lupin yüzüğe bakarken eğdiği kafasını duyduğu isimle anında kaldırdı. “Sirius ile?”
Remus hafifçe yutkundu, işte rol yapmaya başlaması gereken kısım buydu. Hope Lupin’in, babasının kendisi için hazırladığı anlaşmalı evlilikten kurtulmak için bu yolu seçtim dese yine de anlayışla karşılayacağını biliyordu fakat çok büyük bir ihtimal bu, annesi ve babasının şu sıralar zaten çok iyi olmayan ilişkisini daha da zedelerdi. Remus 32 yıllık hayatında henüz bilmediği daha birçok şey olduğunun farkındaydı fakat bir şeyden çok emindi. Eğer annesi sırf kendisine ayarlanan evlilikten kaçınmak için yine sevmediği başka biriyle evlendiğini duyarsa, sonuçları çok ağır olurdu.
Bu yüzden Remus rol yapmayı seçti.
“Evet, şey” deyip boğazını temizledi. “Ben… Sirius’u seviyorum.”
“Sen?” Hope Lupin gözlerini kırpıştırdı. “Neden daha önce söylemedin! Üstelik ona da evlilik ayarlamışlardı, ah canım benim…”
Remus, annesi onu şefkatli kollarının arasına aldığında büyük bir suçluluk hissetti. Hikayede tonla açık olmasına rağmen kadın oğlunun “seviyorum” demesine inanıp hiçbir şey sormadan onu kollarının arasına almıştı ve Remus kötü hissediyordu işte. Suçluluk duymuştu.
“Nasıl oldu peki? Nerede yaşıyorsunuz? Sirius’un ailesine söylediniz mi?” Sonra duraksadı. “İyi karşılandınız mı?”
Remus, gözlerinden bin bir duygu geçerken kendisine bakan annesinin yüzünü izledi. Zaten birçok yalan söyleyecekti, bu yüzden bu konuda dürüst olmayı seçerek kafasını hafifçe iki yana salladı. “Ama sorun yok. Sirius iyi, hallettik bu meseleyi.”
Hope Lupin birazcık rahatlasa da hâlâ kayda değer bir şekilde gergin görünüyordu. Fakat yine de oğlunun yanaklarını avuç içlerine almış, sevgiyle okşarken gülümsemişti. “Demek benim minik Rem’im evlendi?”
Remus’un yanakları hafifçe kızarmıştı. “Evet… aslında bugün buraya bunu haber vermek için gelmiştim ama babamı görüyorsun.”
Hope can sıkıntısıyla kafa salladı. “Görüyorum… bu yüzden mi benimle özel olarak konuşmak istedin? Babana söylemememi mi istiyorsun?”
“Evet.” Uzanıp yanaklarında dinlenen annesinin ellerinin üzerine, kendi avuç içlerini kapatmıştı. “Biliyorsun, akşamki basın toplantısında açıklamak istiyor.” Omuzlarını kaldırıp indirdi. “Ben de istediğini yapacağım.”
“Ah, Remus…” deyip güldü kadın. Kehribar gözleri ışıldıyordu. “Babanı zor duruma düşürmez değil mi bu?”
“Merak etme,” dedi Remus. “Bu yüzden öncesinde basın konu hakkında bilgilendirildi mi diye sordum.”
Kadın kıkır kıkır gülerken uzanmış ve oğlunun alnına hafif bir fiske atmıştı. “Sen ve değişik çalışan o aklın.”
Remus gülerken omuz silkti. “Bence bu konuda birbirimize benziyoruz.”
“Belli ki,” diye onayladı kadın. “Sirius’la uygun bir şekilde tanışmak isterdim. Senin kocan olduğunu bilerek.”
“Tanışırsınız Kraliçe Hope. Zamandan daha çok neyimiz var?”
Kadın gülümseyerek kafasını salladı. “Haklısın.” Ardından gözlerinde Remus’un kalbini acıtan bir anlayış ve mutluluk belirmişti. “Tebrik ederim bir tanem. Evliliğinin bu şekilde olacağını hiç düşünmemiş olsam da, nedenlerinizi anlıyorum.”
Remus kafasını salladı. “Böylesi daha iyi oldu. Hem şahitlerimiz James ve Lily’di. Düğünümde sen hariç görmek isteyeceğim herkes vardı. Eğer sen de olsaydın, daha mutlu olurdum elbette.”
Remus sözlerinin yavan olduğunu biliyordu fakat elinden bir şey gelmiyordu ki. Bahsi geçen düğün gerçek bile değildi ve sevdiği biriyle de evlenmemişti. Bu yüzden o gün, hayatının en mutlu günü olmadığından herhangi bir eksiklik hissetmemişti. Hatta o gün için hissettiği tek şey endişeydi. Ki haklıydı da çünkü Sirius Black ile evlenmişti.
“Olsun,” dedi kadın. Oğlunun koluna girmiş, konuşmalarının bittiğine kanaat getirdiğinden odadan çıkmak için kapıya doğru yürümeye başlamıştı. “Belki ikinci bir düğün yaparız, kim bilir?”
Remus’un göğsünde anlık bir panik yükselse de bu konu hakkında daha fazla konuşmak istemediğinden sadece hafifçe gülümseyip, annesini takip etti.
Oturma odasının geniş yemek alanına vardıklarında, Lyall Lupin’i gülmekten kıpkırmızı bir halde buldular. Sirius ise dudaklarındaki ufak gülümsemeyle adama su uzatıyordu.
Lyall uzatılan suyu alıp, “Mizahtan gerçekten anlıyorsun Sirius,” dedi. Yüzünde hâlâ gülümsemesinin izleri vardı.
Sirius, “Elimden geldiğince,” dedi ve Remus şok olmuştu çünkü alçakgönüllü bir Sirius daha önce karşılaştığı bir şey değildi. Sirius Black her zaman ne olduğunu bilen ve alçakgönüllü olmak için uğraşmayan bir insandı.
Hope Lupin, “Bakıyorum da iyi anlaşmışsınız,” diye araya girdiğinde Lyall Lupin karısına, Sirius ise direkt olarak Remus’a bakmıştı.
“Anlaştık, anlaştık. Remus, Sirius’u keşke daha önce getirseydin.”
Remus, gri gözler tarafından hapsedilmiş gözlerini kırpıştırıp babasına döndü. “Bundan sonra daha sık görüşürsünüz muhtemelen, üzülme baba.”
Lyall Lupin bunu duymaktan son derece mutlu olmuş gibi kocaman gülümsediğinde Remus derin bir nefes alıp yeniden Sirius’a döndü. “Kalkalım mı?”
Sirius kaybolmuş görünüyordu. Buraya evliliklerini açıklamak için geldiklerini sandığından, hiçbir şey de açıklamadıklarından yüzündeki kafa karışıklığı normaldi. Fakat buna rağmen Remus’a güvenmeyi seçerek, ki bu önemli bir ilerlemeydi, yalnızca kafasını sallamış ve nazikçe ayağa kalkmıştı.
“Sizinle tanışmak zevkti efendim,” dedi Lyall Lupin’e ve birlikte dış kapıya doğru yürüyüp çıkmadan önce elini uzattı. İkisi tokalaştıktan sonra ise Hope Lupin’e dönmüştü. “Sizinle de öyle.”
Kadının elinin üzerini öpmek için tıpkı eve ilk geldiğindeki gibi tekrar eline uzansa da, aldığı karşılık tamamen başkaydı. Hope Lupin, bir saniye bile tereddüt etmeden Sirius Black’i kollarının arasına almış, şefkatle sırtını sıvazlarken Sirius’un donmasını sağlamıştı.
Sirius ancak kulağına “Umarım çok mutlu olursunuz,” diye fısıldandığında durumu anlayarak kadının sarılışına karşılık verebilmişti fakat o da yarım yamalaktı. Euphemia’dan çok kez aldığı sarılmalar dahi, başka bir annenin kendisine gösterdiği sevgiye nasıl karşılık vereceğini Sirius’a öğretememişti. Elinde de değildi, istemsiz bocalıyordu.
Sirius kendisini oyuna kaptırıp abartılı söylemler vermek istemedi. Mutlu olacağız, emin olabilirsiniz diyebilirdi ama onları bekleyen gelecek gözlerinin önündeyken kadına neden bu şekilde yalan söylesindi ki?
Bu yüzden hafifçe geri çekildiğinde sadece gülümsemiş ve kafasını sallamıştı.
Remus da annesi ve babasıyla vedalaştıktan sonra, ikili evden ayrıldı. Gelirken uzayan yol, dönerken bir anda kısalmıştı.
“Annene evlendiğimizi mi söyledin?” diye sordu Sirius. Yolcu koltuğunda rahat bir şekilde otururken Remus’a bakıyordu.
“Evet.”
“Babana neden söylemedin? Oraya bunu söylemek için gittiğimizi sanıyordum?”
Remus omuz silkti. “Sen de gördün. Babam basın toplantısı düzenlemiş.”
Sirius kaşlarını çatmıştı. “Yani?”
“Yani, onun istediğini yapacağım. Evliliğimizi basına duyururken öğrenecek.”
Sirius bir hayret nidası bırakmış, ardından da kahkahalara boğulmuştu. “İnanamıyorum,” diyordu nefes nefese. “Ne kadar kötüsün.”
Remus kaşlarını çattı. “Kötü falan değilim, ayrıca seni de sevmiş. Eminim bu haberden mutlu olacaktır.”
“Muhtemelen,” diye onayladı Sirius. “Ta ki biz boşanana kadar.”
“Onu da o zaman düşünürüz.”
Remus daha her şeyin başında oldukları için zamanı belirsiz bir geleceği şimdiden düşünmek istemiyordu. Sonuçta bundan bir hafta önce Sirius’la evleneceksin deseler kahkahayla güler, bunun ihtimalinin uzayda bile olmadığını söylerdi. Ancak işte buradalardı. Birkaç saate evliliklerini herkese duyuracaklardı.
Bu düşünce yüzünden parmak uçları hafifçe uyuşmaya başladığından kafasını dağıtmak adına Sirius’a döndü. “Seni şirkete bırakayım mı?”
Sirius kafasını sallarken onaylamayla mırıldandı. “Babam aradı.”
“Ne zaman?”
“Sen annenle konuşmak için gittiğinde. Acilen görüşmek istediğini söyledi.”
Remus gözlerini kırpıştırdı. “Neden hemen söylemedin? Telefonum yanımdaydı. Mesaj atsaydın görüp çabucak aşağı inerdim.”
Sirius gri gözlerini bir süre boyunca Remus’un üzerinde gezdirmiş, ardından hafifçe omuz silkmişti. “Sorun yok, şimdi gidiyorum işte.”
Remus, Sirius’tan daha panik görünüyordu. “Muhtemelen evliliğimiz hakkında konuşacak. Seninle gelmemi ister misin?”
Remus, Black Entertainment’ın olduğu caddeye döndü ve kontrollü bir şekilde yavaşlayarak şirketin bahçesine girdi. Arabayı park etmek için yer aramış, bulmuş ve motoru kapattığında ancak Sirius’a dönmüştü.
Sirius ise zaten ona bakıyordu.
“Ne?”
“Remus,” dedi Sirius neşeyle. “Sen bana aşık oluyorsun bak demedi deme.”
Remus bu duyduğu en saçma şeymiş gibi bir an kalakalsa da, ardından gürültüyle kahkaha attı. “Yine ne saçmalıyorsun?”
“Yanımdan ayrılmak istemiyorsun baksana.”
Sirius kendisine flörtöz bir şekilde bakarken Remus gözlerini devirdi. “Sadece destek olmaya çalışıyordum.”
“Destek olmaya çalışıyorsun çünkü bana aşıksın.”
“Sen yine mide bulandırıcı şekilde konuşmaya başladın Sirius. İn hadi, gelmiyorum seninle.”
Sirius şirin bir şekilde gülümseyerek emniyet kemerinden kurtulmuş, bir saniye içinde Remus’a doğru uzanmıştı. “Öp bakayım kocanı bir tane.”
Remus’un şok olmaya vakti bile yoktu. Avucunu Sirius’un yüzüne yaslamış ve geriye doğru itmişti. “Saçımı tut kusacağım gerçekten.”
Sirius bir süre daha çabalasa da Remus’un kendisine yaklaştırmayacağını fark edip en sonunda “Of iyi ya,” diyerek geri çekildi. “İyi şanslar öpücüğü ne demek onu bile bilmiyorsun. Benjy’le çıktığına şaşmamalı.”
“Yahu konu nasıl yine Benjy’e geldi?!”
Sirius kapıyı açmış, dışarı çıktıktan sonra ise arabanın önünden dolaşıp sürücü tarafına geçerek cama tıktıklamıştı.
Remus sabır dilenir gibi iç çekse de, camı indirdi. “Ne oldu?”
“Öpücük ver.”
“Sirius, ne saçmalıyorsun?”
Sirius ciddiyetle yüzüne bakarken hafifçe eğildi. “Öpücük ver. Babamın yardımcısı izliyor.”
Remus dikkat çekmeden şirketin girişine baktı. Sahiden de bir adam orada dikilmiş, direkt olarak onlara bakıyordu. Üzerinde bir dakika bile düşünmeden kapıya doğru yaslanarak yanağını Sirius’a doğru uzattı.
Sirius ise beklediği bu değilmiş gibi tatsız bir şekilde iç çekti. “Amatör.”
Buna rağmen yine de eğilmiş ve Remus’un yanağından gereksiz büyüklükte bir öpücük çalmıştı. Arabanın içinde “cuuk” diye bir ses yankılanır yankılanmaz ise geri çekildi.
“Akşam görüşürüz Remuscuğum. Basın toplantısına ben de geleceğim.”
Remus ise şoktaydı. Parmak uçları demin Sirius’un dudaklarının değdiği yerde dolaşırken boş boş karşıya bakıyordu.
Sirius’un, “Görüyorsun, yanağından öpmem bile seni ne hale getirdi. Şimdi Benjy düşünsün,” demesiyle girdiği şoktan çıkıp çabucak Sirius’a uzanmıştı fakat çok geçti. Sirius kocaman gülümserken çoktan geri çekilmişti.
“Konuyu Benjy’e getirmekten vazgeç!”
Sirius omuzlarını kaldırıp indirdi. “İstemiyorum. Ne zaman Benjy desem yüzün çok komik oluyor, eğleniyorum.”
“Siktir git Sirius.”
“Oh,” dedi Sirius. “Seve seve Remuscuğum, seve seve.”
Remus daha fazla katlanamadı. Arabasını kızgın bir şekilde park ettiği yerden çıkarıp, çıkışa doğru dönmeden önce Sirius’a orta parmağını gösterse de, yanaklarının üzerindeki kızarıklık çok şey söylüyordu ve Sirius buna bayılmıştı.
Şirkete girip babasıyla yüzleşmeden önce bunu aklına not etti. Bundan sonra Remus’un yanaklarını öyle görmek için elinden gelen her şeyi yapacaktı.