
Dolunaydan bir sonraki geceydi.
Remus tüm günü arkadaşlarının yardımıyla atlatabilmiş olsa da kurt bu sefer fazla agresifti, bedenindeki yaralar sızlıyordu. Kumral çocuk uzun geçen günün ardından kendisini yatağa bıraktığında fark etmişti ne kadar yıprandığını.
Madam Pomfrey’in mucizevi iksirleri yardımcı olmuştu, Remus onlar olmadan herhangi bir dolunaydan nasıl toparlanabileceğini bilemiyordu. Yine de iksirler de bir yere kadar işe yarıyordu. Kurdun sebep olduğu yaralar sihirliydi ve her seferinde bir iz bırakırdı.
Bu seferki iz göğsündeydi ve derindi.
Remus yatağında fazla kıpırdanmamaya çalıştı. Kasları sızlıyordu ve yaraları hala kendisini belli edercesine karıncalanıyordu. Yine de herkes uyumuştu, arkadaşlarını rahatsız etmek istemezdi.
“Aylak, uyudun mu?”
Yan yataktan gelen sesle Remus gözlerini araladı ve aynı tonda fısıldadı. “Hayır,” dedi nefesini pes edercesine bırakarak. “Sen?” Canının acıdığını Sirius’a söylemeyi reddetti. Uzun saçlı çocuğun ne kadar üstüne düştüğünü biliyordu ve gecenin bir yarısı onu endişeden çıldırtmak gibi bir düşüncesi yoktu.
“Uyumadım.” Sirius onu cevapladı. Tabiki de uyumamıştı, Remus bu saçma sohbete gülmek istedi. “Yanına gelmemi ister misin?”
“Eğer istiyorsan,” diye cevapladı Remus onu.
Oh, nasıl da istiyordu oysa ki.
“Bekle.” Remus birkaç hışırtı duydu, birkaç saniye sonra yatağının perdeleri açıldı ve Sirius içeri sızarak perdeleri ardından kapattı. Kumral saçlı çocuk zorlansa da yana kaymayı başararak Sirius’a yer açtı. “Nasılsın?” Sirius mavi gözlerini merakla çocuğun üstünde dolaştırdı. “Bir yerin acıyor mu?”
“Geçer.” Dedi Remus her zamanki gibi. Sirius’a yalan söylemeyi beceremiyordu, bir şekilde her zaman yalan söylediğini anlıyordu uzun saçlı çocuk.
“Hepsi Snape yüzünden!” Sirius ses tonuna hakim olamadı, sinirlendiğinde her zaman sesi yükselirdi. “Onun yüzünden cezaya kaldık ve yanında olamadık!” Remus doğrulup elini Sirius’un dudaklarına bastırırken gözlerini büyültmüştü.
“Sessiz ol!” Diye fısıldadı panikle. “Diğerlerini uyandıracaksın…”
“Pardon.” Sirius utanarak gözlerini kaçırdı, ardından asasını kaldırarak bir sessizlik büyüsü yaptı, ardından, “Lumos,” diye mırıldandı. Minik bir ışık süzmesi asadan yayıldığında iki oğlan da birbirini tamamen görebiliyordu artık.
“Şimdi daha iyi,” dedi Remus utanıp geri çekilirken. Fark etmeden fazla yakınlaşmışlardı ve Remus yine kalp atışlarının hızını hissedebiliyordu. Daha da fenası, Sirius’unkileri de duyuyordu.
Benimki gibi, diye geçirdi içinden heyecanla. Benimki kadar hızlı.
“Neresi acıyor?” Dedi Sirius sakince.
“Her yerim?” Dedi Remus gülümseyerek. Artık acıya alışmıştı, şikayet bile edemiyordu.
“Bir fikrim var.” Sirius sırıttı. Yatağın perdelerini açıp çıkarken Remus anlamayarak onu izliyordu. Bir anda aklına ne gelmiş olabileceğini merak etse de izlemeye devam etti. Uzun saçlı çocuk elinde iki farklı renkte kalemle geri döndüğünde ise hâla anlayamamıştı.
“Onlarla ne yapacaksın?”
“Yaranı aç.” Dedi Sirius sorusunu umursamadan. Remus ona boş boş bakmaya devam ettiğinde itiraz istemeyen bir bakış gözlerine yerleşti. “Aylak, bana yaranı göster.”
“Yaram yok, kaslarım ağrıyor sadece…”
“Yalancı.” Sirius hafifçe gülümsedi. “Sabaha kadar burada durur ve seni sinir edebilirim.”
“Panikten çıldırmayacağına söz ver.” Diye tembihledi Remus onu. “Kurt bu sefer kızgındı sadece.”
“Köpek sözü.” Dedi Sirius gülümsemesi genişlerken. Yine de Remus onun içinde endişeden patlamak üzere olduğunun farkındaydı.
Yutkunarak oturduğu yerde dikleşti ve tişörtünün uçlarından tutup çıkartmaya yeltendi. Bir yanı Sirius’un yanında yarı çıplak duracağı için utançla dolsa da diğer yanı çocuğun kafasındaki fikri öğrenmek için can atıyordu.
Tişörtünü başından geçirip yatağın kenarına koyduğunda meraklı bakışları Sirius’un yüzüne kitlendi. Uzun saçlı çocuğun gözlerinden geçen üzüntüyü okuyabiliyordu, birkaç saniye sonra ise üzüntünün yerini şefkat duygusu aldı. Remus’un kalbi heyecanla çarparken çıplak sırtını yastığına yasladı ve uzanır bir vaziyette Sirius’a bir kez daha baktı. “Çok mu kötüyüm?”
“Çok güzelsin.” Dedi Sirius hiç düşünmeden. Bu cümle ikisinin de utançla bakışlarını kaçırmasına sebep olsa da Remus’un içi içine sığmıyordu.
Çok güzelsin.
Çok güzelsin.
Lanet olsun, böyle şeyler söyleyerek ne yapmaya çalışıyordu?
“Uzan hadi,” dedi Sirius hızlıca. Remus ona denileni yaptı fakat hâla Sirius’a bakamıyordu. Birkaç saniye sonra uzun saçlı çocuğun dokunuşunu göğsünde hissettiğinde nefesini tuttu.
“Sirius,” panikleyerek ona baktığında Sirius’un zaten ona baktığını fark etmişti, mavi gözleri ışıldıyordu ve Merlin aşkına, her zamanki gibi yine mükemmeldi.
Remus susarak onu izledi.
Bakışlarını yarasında dolaştırmasını, parmaklarınından yayılan sıcaklığı ve yumuşak dokunuşlarını.
Sonsuza kadar bu şekilde kalabilirim, diye düşündü. Sadece bize ait olan bu anda, sonsuza kadar kalabilirim ve bundan bir saniye bile pişmanlık duymam.
Sirius siyah uçlu keçeli kalemi Remus’un tenine değdirirken hiç olmadığı kadar dikkatli davranıyordu. Remus az önce sızlayan yaradan, acıdan başka her duyguyu hissedebiliyor oluşuna hayret ederek başını tavana çevirdi ve titrek bir nefes aldı.
“Ne yapıyorsun?” Dedi sabırsız bir sesle, tavanı izlerken.
“Canını acıtmıyorum ya?” Sirius yine sorusunu görmezden geldi.
“Acıtmıyorsun.” Dedi Remus kısaca. Aksine, her ne yapıyorsa mümkün olduğunca oyalanmasını istiyordu. Bu dokunuşlardan vazgeçmeye hiç hazır değildi.
Aradan dakikalar geçti, Remus ne zaman Sirius’a baksa uzun saçlı çocuğun tamamen odaklanmış bir şekilde, sanki bir sanat eserini izliyormuş gibi yara izine baktığını görüyor ve utanarak tekrar tavana odaklanıyordu.
“Kalbin çok hızlı atıyor.” Diye fısıldadı Sirius yavaşça. Remus o an uzun saçlı çocuğun elinin durduğu yeri fark etti ve nefesini tuttu.
“Ö-öyle mi?” Dedi yerinde kıpırdanarak, Sirius elini hâla çekmemişti. “Hiç farkında değildim.” Ardından boğazını temizleyip doğrulmaya başladı. “İşin bitti mi? Artık kalkmak istiyorum.”
Bunun üstüne Sirius heyecanla, “Son bir şey kaldı.” Diye mırıldandı ve göğsünde duran elini kullanarak Remus’u yeniden yatağa ittirdi. Bu sefer lacivert renkli kalemi açtı ve göğsüne yaklaşarak bir şeyler karaladı. Ardından geri çekildi ve bir süre gururla Remus’un bedeninde bıraktığı çizimi inceledi. “İşte şimdi bitti.”
“Bakıyorum?” Remus doğrularken onaylamasını istercesine Sirius’a baktı, uzun saçlı çocuk kafasını salladığında ise yataktan kalkarak ortak lavabolara yürüdü. Işığı açtıktan sonra aynanın karşısına geçti ve yansımasını izledi.
Nefesini tuttu.
Göğsündeki derin yara izinden eser yoktu. Onun yerinde büyük köpek takımyıldızı adeta parlıyordu.
Remus kirpiklerini kırpıştırarak farklı renkteki tek yıldıza baktı.
Sirius yıldızı.
Gökyüzündeki en parlak yıldız.
‘O sensin, bak! Gökyüzündeki en parlak yıldız.’
‘Yıldızları sevdiğini bilmiyordum, Lupin.’
‘Geceleri gökyüzünü izleyen bir tek sen değilsin, Black.’
“Olmuş mu?” Sirius’un çekingen ses tonu kumral çocuğun kulaklarına ulaştığında Remus arkasını dönerek ona baktı.
“Olmuş mu?” Diye sorusunu yineledi. “Sirius, bu…” Sözlerin boğazında dizildiğini hissedebiliyordu, bu yüzden sustu ve karşısındaki çocuğun parlak mavi gözlerine bakarken sadece anlamasını umdu.
“Yara izlerinin geçmeyeceğini biliyorum.” Dedi Sirius gergince. “Ve o izleri görmenin seni ne kadar üzdüğünü de…” boğazını temizleyip devam etti. “Düşündüm ki… Hepsini yıldızlara dönüştürebilirim ve- bilmiyorum. Hoşuna gitti mi?” Beklentiyle Remus’a baktığı an kumral çocuk daha fazla dayanamayacağını hissetti.
Büyük bir adım atıp uzun saçlı çocuğu duvara yasladı ve dudaklarını onunkilerin üstüne örttü.
Evet.
Evet.
Evet.
Kollarının arasındaki çocuk dudaklarını aralayıp ona karşılık verdiğinde ise her şey çok daha bambaşka bir boyuta atlamıştı. Yıllardır içinde taşıdığı o boşluk hissinin aniden silikleşerek kaybolduğunu hissetti. Aylardır rüyalarına giren çocuk şimdi kollarının arasındaydı ve göğsünde onun izini taşıyordu. Günlerdir yapmak istediği tek şey onu öpmekti ve şimdi Sirius ona karşılık verirken ne yapacağını şaşırmış vaziyetteydi, neredeyse aklını yitirecekti.
Nefes nefese geri çekildiklerinde Sirius alnını kumral çocuğunkine yaslayıp bir süre soluklandı. “Sonunda bir hamle yaptın, Aylak.”
Remus şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı. “Sonunda mı?”
“Aylardır bunu bekliyordum.” Sirius öne atılıp onu tekrar öptü. Remus sanki bunu defalarca kez yapmışlarcasına zorlanmadan karşılık verirken elleri çocuğun belinde sıkılaşmıştı. Sirius ellerini kumral çocuğun ensesine koyup onu daha çok kendisine çektiğinde ise her şey dehşet verici bir şekilde mükemmeldi. Remus’un kafasından sadece tek bir şey geçiyordu.
Evet.
Evet.
Evet.
“Anlamadığını.” Sirius öpücükler arasında konuştu. Remus bu ses tonunu sonsuza kadar, bıkmadan dinleyebileceğine emindi. “Sakın.” Boğuk ve cezbediciydi. “Söyleme.” Uzun saçlı çocuk Remus’un ensesindeki saçları parmakları arasında sıkıştırdı ve geri çekilmesini sağladı. Nefes nefese gözlerini açtığında ise Remus çocuğun gözlerinin koyulaştığını fark etmişti.
“Neyi?” Dedi Remus titrekçe nefesini verirken.
“Senden hoşlandığımı, aptal.” Sirius güldü. “Nasıl anlamazsın?”