Lost Memories

Harry Potter - J. K. Rowling
G
Lost Memories
Summary
Zamanda geri gitme hakkı kazanan 20 yaşındaki Draco Malfoy, 9 yıl önceki geçmişe yolculuk yaparken geleceğin akışını yavaş yavaş değiştirecektir.Eksik bölümler eklendi. Kazayla 31 Temmuz adlı 5nci bölümü yüklemeye unutmuşum yükledim.
Note
Uyarı: Hikayenin bazı bölümleri yetişkinlere yönelik olabilir. Daha karar vermedim ama böyle olacağını düşünüyorum.
All Chapters

Chapter 47

 

Zaman ne kadar değişebilirdi ki? Kelebek etkisi olarak bilinen olgunun tanımlamasına göre geçmişte en ufak hareketin bile gelecekte büyük şeylere yol açacağı söyleniliyordu. Eğer en ufak bir şey bile geleceği alt üst etmeye yetiyorsa...Draco'nun geleceği niye hala aynıydı?

Yaptıklarına rağmen niye Potter ve çetesi ondan nefret ediyordu. Aynı zamanda niye insanların çoğu onu öldürmek ya da zarar vermek istiyordu.

Daphne Greengrass.

Sarı saçlı 'Buz cadısı' lakaplı mavi gözlü safkan kızının adını bile hatırlamak ona acı veriyordu. Yaptığı dövü sırasında aldığı hasar kızın ismini her düşündüğü anda tekrar tekrar sızlıyordu. Herkesin sorunu ne?

Draco gri gözlerini açmadan önce bunları düşündü. 20 yaşındaki seherbaz Draco Malfoy gri gözleirni açtığında kendisini St. Mungo'nun beyaz tavanını bakarken buluvermişti. Anlaşılan kurtulmuştu.

Biri onu kurtarıp hastaneye getirmişti.

Peki ama kim?

Kafasını yastıktan kaldırıp elini yatağa yaslayıp kendisini dengeledikten sonra Draco nihayet yatış pozisyonundan oturma pozisyonuna gelmişti. Vücudunun üzerinde sanki ağır bir yük varmış gibi hissediyordu.

Muggle'lar ne diyordu şu tarz durumlara üzerimden kamyon düşmüş müydü?

Vücudunun yorgunluğuna rağmen içinden kendisine espri yapamadan edemiyordu. Etrafını yavaşça incelemek amacıyla kafasını çevirdi. Gri gözleriyle bomboş odayı dönüp dolaşmıştı. Kimseler yoktu. Ağır sessizliğin yayıldığı odada yalnız başınaydı.

Draco iç çekti.

Kimsenin olmaması rahatlacıydı. Kafasını az da olsa geçmişte yaşadığı olaylara yani rüya olarak gördüğünü umut ettiği olaylar hakkında yorabilirdi.

Rodolphus Lestrange.

Draco hala her gözlerini kapattığında Rodolphus'un kimera tarafından yenilmeden önce göz yaşları içerisinde 'Yardım et.' diye ona elini uzattığını hatırlayabiliyordu. Ölmüştü. Hatta Kimera'nın dişleri arasında kafası parçalandığı zaman kanı korkmuş yüzüyle beraber Draco'nun suratına gelmişti.

Draco, yalnızca Rodolphus'un kanıyla kirletilmiş yüzüyle kimeranın onu neredeyse öldürmesini seyretmekten başka hiçbir şey yapamamıştı.

Seherbaz olması gerekmiyor muydu?

Ama onun yerine yaptığı tek şey korkak gibi durup Harry Potter'ın Hermione Granger ile Ron Weasley birlikte onu kurtarmasını izlemek olmuştu. Ne zamandan beri böyle beceriksizdi.

Draco kafasını iki yana salladı.

Rodolphus'un her yüzü aklına geldiğinde elinden geldiğince kendisini 'Neville'nin ailesine işkence eden psikopatın teki.' cümlesiyle teselli etmeye denedi. Kendisini o cümleyi düşünerek teselli etmeye denese de başarılı olamıyordu.

Hala Neville'nin bile Rodolphus'un ölümünden dolayı yaşadığı korkuyu görebiliyordu. Neville bile böyle hislere sahip ise kendisinin şimdi yaşadığı hisleri normal olduğu anlamına gelmiyor muydu?

O zaman büyücü dünyasının kahramanının problemi neydi?

Niye öyle garip ifadeyle bakıp tüyler ürpertici sesiyle onunla konuştu.

Draco, Harry Potter ile konuştuğu anı düşünmek dahi istemiyordu. Hala bütün vücudu konuşmalarını hatırladığında titriyordu. Derin nefes alıp verdikten sonra Draco bütün dikkatini odanın kapısını açılmasıyla beraber gelen gürültüye verdi.

Draco başını kaldırdığı vakit karşılaştığı ilk yüz göz yaşlarına boğulmuş 45 yaşlarındaki sarışın kadının yüzüydü. Draco gri gözlerini ona odaklandığı an nazik mavi gözler onun suratından bütün vücudunu baştan aşağı süzecek derecede gezindi.

"Merhaba anne."

Annesini görünce buruk gülümsemesini göstermeden edememişti. İşte o zaman "Benim minik ejderim!" sözleriyle annesi ona koşup sımsıkı sarıldı. Her daim soğukluğuyla ve duygusuzluğuyla bilinen Narcissa Malfoy, hıçkırarak ağlarken yalnızca oğlunun ismini sesleniyordu.

Alnını nazikçe öpüp sıcacık hissettiren ellerini 20 yaşındaki genç yetişkinin soluk yanaklarında gezdirince ağlamaklı şekilde gülümsedi. Draco, onun ağlamasına karşılık vermeden duramamıştı.

"Draco."

Birisi ona seslenmişti. Peki ama kimdi? Anne oğulun tatlı sarılmalarının ardından gelen titrek sesin sahibini görmek için Draco kendisini annesinden  uzaklaştırdı ve ismini söyleyen kişiye  baktı.

"Baba..."

Draco zorda olsa adama karşılık vermeden duramadı. Kendisine sarılıp "İyi misin?" sorusunu sorduğunda yalnızca başını sallayıp onaylamakla yetindi.

2 yıl geçmişti.

Ailesiyle görüşmeyeli tam tamına 2 yıl geçmişti. Uzun zaman sonra ilk defa ailesiyle görüşmekten duygulanmıştı. Yüz yüze görüşmek mektuplarla yazışıp konuşmaktan tamamen farklıydı sonuçta. 

Sessizliğini ta ki "DRACO!" adını haykıran iki çocuğun gelişine dek koruyabilmişti. Ebeveynleri baş ucundayken Blaise ile Pansy koşarak onun yanına koştular. Blaise ona nazik gözüken ama alaycılık akan sırıtışıyla "Günaydın uyuyan güzel." muggle esprisini yaparken şifacı olan Pansy elleriyle bütün vücuduna dokunup sorun olup olmadığını anlamaya deniyordu.

Sertçe kendisini sarsa ellere Draco "İyiyim Pansy." diyerek kurtulmaya denedi. En sonunda kız bunu duymuştu ve 1 dakikanın ardından sakinleşmişti. Draco nazik tonda kızın adını çağırdı. Omuzunu sıkıca tutan eller titremeye başlamıştı.

Kız eğdiği başını onun yüzüne kaldırdığı vakit titreyen dudakları gözükmüştü.

"Ne kadar endişelendiğimizin farkında mısın?"

"Üzgünüm."

2 haftadır bilinçsizdin Draco."

"Evet...Bekle ne?"

İki hafta boyunca bilinçsiz miydi? Draco öncekine benzer şekilde yalnızca normal uyku saati boyunca en fazla 2 ile 3 gün baygın olduğunu düşünüyordu.

Ama 2 hafta mı...Beklediğinden fazlaydı.

"Nasıl kafede yaşadığımız o saldırıdan sonra tek başına sana saldıran kişiye kapışırsın! YARDIM İSTEMEN GEREKİYORDU!"

"Pansy sakinleş."

Neyse ki Blaise yanındaki Pansy'i sakinleştirmek için elinden geleni yapıyordu. Ya da Draco kısa süreliğine öyle düşünmüştü. Blaise'in yüzündeki kırgın ifade Pansy'nin ifadesiyle aynı olduğunu fark edince Draco iki yakın arkadaşının fikirlerinin ortak olduğunu çözdü.

"Ben bir seherbazım Pansy...Ne yapacağım bir seherbaz olan ben başka seherbaz mı çağıracağım sorunlarımı çözmesi için yardım mı isteyeceğim?"

Pansy'nin kırık sesiyle  "Evet!" kelimesini bağırması Draco'nun onaylamazcasına başını sallayıp ciklemesini sağlamıştı.

"Pansy benim görevim insanları korumak. Kötü büyücüleri yenmek."

Tıpkı muggle'ların 'Polis' diye çağırdıkları mesleğe benziyordu. Yani kendisi  bir nevi büyü polisiydi.

O sırada Pansy stresle alt dudağını ısırdı  söyleyecek kelimeler bulamıyordu Draco tam Pansy'e başka şeyler söyleyecekti Blaise eliyle onun konuşmasını engelleyip ağzını açtı.

"Eğer kendini koruyamıyorsan Draco başkalarını nasıl koruyacaksın?"

Sorumsu gözüken bir cümleydi. Kesinlikle Draco'ya dersini vermek amacıyla soru şeklinde söylenilmiş cümleydi. Bütün suratlar yoğun ciddiyetle onu izliyordu. Draco ne derse desin onları ikna edemeyeceğini biliyordu.

Derin sessizlikten  dakika sonra annesi ile babası yani Narcissa Black Malfoy ile Lucius Malfoy odadan  Draco'dan sorumlu şifacıyı bulmak amacıyla ayrıldılar. Pansy, kendisinden sorumlu olmadığından dolayı diğer şifacıya danışmadan herhangi harekette bulunamıyordu.

Sırf bu nedenle biraz somurtuyordu.

Nihayet odadan yalnız kaldıklarında Draco dudaklarını konuşmak üzere araladı.

"Buraya kadar."

Draco'nun zorda olsa yorgunlukla nefes verdiği ağzından dökülen son kelimelerdi. Draco, tam kırık penceresinin camının altında bayılmış olan siyah kıyafetler içerisindeki büyücünün maskesini açtı.

Nereden bilebilirdi ki maskenin çıkartılması onu bu derece de şaşırtacağını.

Draco'nun titreyen dudakları arasından o anda tek bir isim dökülmüştü.

"Greengrass idi."

Blaise kaşlarını merakla çatıp "Hangisi?" sorusunu sormadan edemedi. Draco bir süre gerginlikle ellerini sarı saçlarını düzeltmek amacıyla kaldırmasının ardından soruyu "Daphne Greengrass." ismini hafif kısık tonda söyleyerek koyu tenli gencin merakını giderdi.

"Ne?!"

Pansy şaşkınlığını çığlık atarak gösterdi. Kimse Greengrass'ın kendisini öldürmeye denemesini beklemiyordu buna Draco Malfoy'un kendisi de dahildi.

Pansy ile Blaise'in suçlunun kim olduğunu bilmemesi tek anlama geliyordu.

Greengrass yakalanmadı.

"Hala dışarıda bir yerde olmalı."

Draco hala güvende değildi. İşin kötü yanı Draco hala nedenini bilmiyordu. Kendisi bilinçsiz haldeyken niye Greengrass kaçmak yerine onu öldürmemişti. Zaten onu öldürmeye amaçlamıyor muydu?

O zaman niye kimseler yokken ona zarar vermişti.

Zarar vermedi değilde zarar veremedi mi?

Ani farkındalıkla Draco'nun gözleri kocaman açılıverdi. Dudakları Blaise ve Pansy'e soracağı sorunun yanında büzülmüştü.

Draco stresten ağrıyan burun ile başının ortasındaki kemiğe masaj yaparken tek bir soru sordu.

"Beni kurtaran kimdi?"

İkilinin birbirlerine attığı gergin bakışlardan ve yüzlerden Draco asla istemediği kişinin onu kurtardığını anlamıştı. 

"Seni kurtaran kişi..."

"Oydu değil mi?"

Sahtekar.

Şu lanet olası 'Sahtekar' lakabını kendisine takan kişi onu kurtarmıştı. Draco acı duruma yakışır acı kahkahasını atmasını engelleyemedi. İki genç yalnızca endişeyle onu çağırırken Draco, kıkırdamaya devam etti.

Kelebek etkisi, kader, zaman hepsi yalandı. Güya geçmişe gitmişti ama hala her şey aynıydı.

Hiçbir şey değişmedi.

Hatta aksine Draco adına her şey daha da kötüleşmişti.

...

 

Sign in to leave a review.