
Chapter 10
Song - Taylor Swift = Don't Blame Me
"Ve bazen kader öyle oyuncudur ki, doğru bildiğiniz her şeyi yanlış çıkarır. Suçlu olan suçsuz, kötü olanlar ise sadece kurbanlardır."
///---///
Acheron'ın öfkeli adımları boş koridorlarda yankılanırken birkaç tablo uykusundan uyanıp kızgınca homurdandı.
O pisliğin Severus'a yakın olması kanını kaynatıyor ve endişelenmesini sağlıyordu. Tek yaptığı Severus'a zarar vermekti ve şimdi Severus'un onu ofisine rahatça alması kanını kaynatmıştı. Slytherin izin vermezse onu koruyamazdı!
Belki biraz yürümek kızgınlığını azaltırdı...
Son köşeyi de dönerken duyduğu seslerle kaşları çatıldı. Adımları dururken sesin kaynağını arayan gözleri hızlıca etrafta gezindi.
"Bırak beni dedim sana!" diye bağırdı kulağına tanıdık ama bir o kadar da yabancı gelen ses. "Barty hemen bırak bileğimi!"
"Kapa çeneni! Onunla ne işin vardı bu saatte?!"
Acheron bunun iki sevgili arasında olan bir kavga olduğunu fark edince gözlerini devirip sesin tersi yöne birkaç adım attı.
"Sadece İksir notlarını geri verdim! Bırak beni!"
Acheron bu sefer korkuyla titreyen sesle durup yumruklarını sıktı. Tereddüt ediyordu ama tereddütünü silen şey sert bir tokatın sesiydi.
Öncekinden on kat daha öfkeli bir şekilde geriye dönüp hızlı adımlarla sese ilerledi ve gördüğü şeyle gözleri kocaman açıldı.
Regulus Black, yüzünde hayal kırıklığı ve acıyla dolu bir ifadeyle yanağını tutmuş, dolu gözlerle yere bakıyordu...
"Be-ben özür d-dileri-" Acheron o iğrenç pisliğin cümlesini bitirmesine izin vermeden yakasından tutup çekti ve tüm öfkesiyle bir yumruk attı.
Az önce Regulus'a vuran piç kurusu yere düşüp kalkamayınca hızını alamayıp bir de sağlam bir tekme savurdu.
"Bana bak! Seni bir daha onun yakınlarında görürsem öldürürüm! Duydun mu beni?! Sihir Bakanı olan işe yaramaz baban da alamaz seni elimden!" dedi yakasından tutup sarsarken. Sonra bir çöpü fırlatır gibi yere atıp yaşlarla parlayan gri gözlere baktı.
"Ağlama."
Regulus hızlıca yüzünü elleriyle kurularken ince bileklerindeki morluklar açığa çıktı.
O kadar beyaz tenliydi ki, on dakikaya kalmaz neredeyse siyah olacak şekilde moraracaktı.
Uzanıp nazikçe dirseğinden tuttu ve merdivenlere yürüttü.
Sessizlik içinde bahçeye çıktıklarında Acheron her duyduğu iç çekişinde kanını kaynatan bir öfke hissediyor, gidip bunu yapan herifi tekrar tekrar yumruklamak istiyordu ama kendini tuttu.
"İyi misin?" dedi merdivenlere çöküp öylece bahçeye bakan küçük Slytherin'e.
"İyiyim," dedi kendinden emin bir sesle ama alışkın olduğu safkan duvarları bile titreyen omuzlarını durduramamıştı.
Acheron yanına oturup yüzüne bakmasından rahatsız olacağını düşünerek yıldızlara baktı.
"Neden vurdu sana?" diye sordu on beş dakikanın ardından.
Regulus ilk başta konuşmadı, derin bir nefes alıp akmak üzere olan gözyaşlarını ellerinin tersiyle sildi.
"Ben... Şey-" diye mırıldandı ve uzunca sustu. Ne diyeceğini bilememiş gibiydi.
"En baştan başla, anlatmak iyi gelebilir." dedi Hufflepuff boynundaki sarı-siyah kravatı gevşetirken. Regulus birkaç saniye tereddüt etti. Acheron onu anlıyordu. Genel olarak her Slytherin ve safkanın ilk içgüdüsü, olan kötü şeyleri saklamak, zayıf yönlerini kimseye göstermemekti.
"Peki... Geçen yılın sonlarında sevgili olduk. Ona çok aşıktım," diyip duraksadı ve sanki söyleyeceği şey onu zorluyormuş gibi devam etti.
"Hâlâ da aşığım. Barty iyi biri, gerçekten. Ama çok kıskanç. Başta Severus'un yanında bile olmamı istemiyordu ama zamanla alıştı. Son zamanlarda İksir'den hiçbir şey anlamıyorum, Severus var evet ama o da çok yoğun. Rahatsız etmek istemedim. Sonra üst sınıftan bir Ravenclaw geldi yanıma, yardım edebilirmiş ama belli bir ücret istiyormuş. Buldum tabii öğretecek birini, geri çevirir miyim hiç? Kabul ettim ama ilk derste Barty buldu bizi. Kıyameti koparttı, sanki onu aldatıyormuşum gibi davrandı. Birkaç gün onunla konuşmadım ama ne yaptı etti yine affettirdi kendini." dedi ve duraksadı. Sonra acı acı güldü.
"Yaptığı her şeye rağmen onu affetmek o kadar aşağılayıcı ki! Yine de seviyorum işte."
Acheron onun ilk defa düşen omuzlarına baktı. Gri gözleri ay ışığının altında yaşlarla parlıyordu ama ağlamamaya yemin etmiş gibi kendini sıkıyordu. Genç Hufflepuff bu görüntü karşısında tekrar öfkelendi. Crouch piçi kesinlikle onun sevgisini hak etmiyordu.
"Şimdi neden kavga ettiniz?"
"Julian, yani şu Ravenclaw olan çocuğun bende notları kalmıştı, gündüz veremedim ama onun da bu akşam ders çalışması gerekiyormuş. Yarın derste yapılacak iksirin notlarına göz gezdirecekmiş, her neyse. Bu yüzden geç de olsa getir sen dedi öğle arası, bende tamam dedim. Bir saat önce notları ona verip kısa bir sohbet ettim, o da nezaketen yani. Barty bizi görünce gizli gizli buluşuyoruz sanmış, yine çok kızdı ama ilk defa bu kadar ileri gitti."
Hayal kırıklığı dolu sesiyle anlatıp muhtemelen hâlâ sızlayan patlamış dudağına dokundu. Acheron sinir kontrolünde ciddi sıkıntılar yaşayan bir genç olarak pek çok kez kavga etmiş, karşısındaki kişiyi ölümün eşiğine getirdiği son seferin ardından ise kendini insanlardan soyutlamıştı.
Ne kadar az insan olursa etrafında, o kadar az sinirlenirdi çünkü.
Ama şimdi Black onu sinirlendirse ve bir krize sebep olsa, ona vurmazdı.
Teni, bedeni çok narin görünüyordu. Hatta Severus'tan bile ufaktı. Yanlış anlaşılmasın onun güçsüz olduğunu düşünmüyordu. Regulus Black gerçekten güçlü, hafife alınamayacak kadar güçlü bir büyücüydü ve zekiydi de. Sadece bedeni biraz fazla küçük duruyordu.
Üflesem uçar dedikleri türdendi.
Crouch'ın nasıl sevgilisine kıyıp da vurabildiğine şaşırıyordu.
Onu daha da şaşırtan şey ise kesinlikle her şeye rağmen Regulus'un onu sevmesiydi. O pislik böyle bir sevgiye layık değildi.
"Şimdi ne yapacaksın?" dedi sessizce kehribar gözlü olan.
"Bilmiyorum. Onu affetmek istemiyorum ama biliyorum ki yan yana olduğumuz ilk an bir şekilde affettirecek kendisini!" dedi sitem ederek. Kendine mi yoksa Crouch'a mı kızgındı anlayamadı Acheron.
"Öyleyse baş başa kalmayın," dedi zekice bir çözüm sunarak.
Regulus iç çekti, "Denerim." Sesi kırgın ve kesinlikle pes etmiş gibi geliyordu.
Acheron derin bir nefes alıp bakışlarını ay ışığına çevirirken Regulus ayaklandı. "Yarın ilk dersim Biçim Değiştirme. Eğer uyanamayıp geç kalırsam McGonagall beni Astronomi Kulesinden sarkıtır," diye hızlıca boş bir açıklamada bulundu. Sonra utanmış gibi yere bakarken ensesini kaşıdı.
"Senin de başını ağrıttım, kusura bakma." Acheron önemli değil der gibi ufak bir tebessüm ederek omuz silkti.
"Ve teşekkür ederim. Her şey için."
"Gerçekten önemli değil. Gidip uyu hadi."
Regulus'un gri gözleri parladı ve gülümseyerek arkasına döndü. Sadece iki adım atmıştı ki geri dönüp utangaç bir ifade ile baktı.
"Bugün olanları kimseye anlatmazsan gerçekten çok sevinirim," dedi zorlanarak. Bu durumda olmayı yediremiyor olmalıydı.
Klasik Slytherin gururu.
"Tek kelime etmeyeceğim," dedi Acheron içini rahatlatmak için. Gerçekten de söylemeye niyeti yoktu zaten.
"Teşekkürler," diye küçük Slytherin arkasını dönüp koşarak okula girdi.
Acheron da ayaklanıp yavaş adımlarla okula girerken aklında Barty piçi ve Regulus vardı. Severus ve Potter mevzusuna sonra sinirlenecek ve neler döndüğünü öğrenecekti.
///---///
Severus nefes nefese kendini yere attı.
"Ah! Yeter artık ölüyorum!"
Dizlerini ve ellerini çimene yaslarken nefes almak için kalp atışlarını yavaşlatmaya çalıştı.
Yorgunluktan ölünse, tamda o an ölüp giderdi.
"Ne ölmesi? Kalk çabuk, üç tur daha koşacaksın." dedi Darius tepesinde dikilerek. Severus baygın bakan gözlerini ona çevirdi.
Kollarını önünde birleştirmiş, tek kaşını kaldırmış, üstten üstten bakıyordu.
"Adım atacak halim yok."
"İyi tamam, bu seferlik keselim ama bir daha olmaz!"
"Şükürler olsun!" dedi Severus ve okula giren adamın arkasından baktı.
Ucuz yırtmıştı.
Bitkinlikle sırtüstü uzanıp parlak gökyüzüne doğru baktı.
Tam şu an uyuyabilirdi. Sabah beşte kalkmış, iki saat spor yapmıştı. Tahminen 7, 7.30 civarı bir şeydi şu an. Gözleri kapanırken mayışmış bir halde iç çekti ve iyice yayıldı.
Birkaç dakika sonra duyduğu sert adım sesleriyle gözlerini irkilerek açıp asasına uzandı ve etrafa bakındı. Sirius Black...
"Snape!" diye seslendi nefes nefese. Onun yüzündeki dehşet ifadesini gören Severus korkarak ayağa fırladı. Yüz ifadesi öyle kötüydü ki 'Bana Snape deme!' diyerek onu düzeltmedi bile. Kötü bir şey olmuş gibi hissediyordu.
"Buradayım! Ne oldu?"
Elindeki Gryffindor kravatını sıkıca tutan genç adam önünde durup bir elini göğsüne bastırdı ve rahatça nefes almaya çalıştı.
"Ja-James!"
Kaşları çatılan Slytherin ellerini kaldırdı. "Dur bir sakin ol," dedi kontrollü bir sesle.
"Potter'a ne oldu?"
"Acı çekiyor. On dakikadır kıvranıyor, çok kötü. Ne olduğunu anlamadık başta, Madam Pomfrey'i çağırdık. O da anlamadı ama az önce adını sayıklamaya başladı!"
"Nerede o?" dedi Severus telaşla. Ya kalıcı bir hasar falan kalırsa? Ya ölürse?
"Odasında!"
Tüm yorgunluğunu unutup koşmaya başladı. Bacakları korkunç bir şekilde sızlarken o uzun merdivenleri çıkmak bir ölümdü ama sadece iki dakikada hepsini atlatıp odanın önüne geldi. Kapıyı çalmak için bile durmadan sertçe açtı ve yerinde doğrulmaya çalışan Potter'a gözlerini dikti. Yaşlarla dolmuş ela gözleri ve kızarmış yüzüyle acı çeken bir ifadeye sahipti. Severus vakit kaybetmeden yatağa koştu ve bir dizini yatağa koyarak eğildi. Anında sıkı bir şekilde bedenine sarılan kollarla gözlerini yumdu. Ciğerleri oksijen için sızlarken yorgunluktan bitkin düşmüştü.
Potter, nefes nefese başını boynuna gömerken o şekilde durmaktan rahatsız olan Severus zorlukla geriye çekildi ve yanına oturup yerleşti. Hiç vakit kaybetmeyen genç adam yine Severus'u göğsüne çekip sıkıca sarıldı.
"İyi misin?" diye sordu Severus tereddütle.
"Hı-hı," diye mırıldandı Gryffindor. O zaman içi rahatlayan Severus başını kaldırdı ve yabancı iki kişiyle göz göze geldi.
Biri uzun boylu bir adamdı. Yaşlıydı ama ona bakan herkes Potter ile olan benzerliğini görebilirdi. Aynı yüz, aynı renk dağınık saçlar. Endişeli, korkmuş bir ifadesi vardı.
Yanında ağlayan kadın ise yaşına göre epey güzel bir kadındı. Sarı saçları ensesinde topuz yapılmış, koyu mor renk cüppeler giymişti.
Yumuşak yüz hatlarında Severus'a tanıdık gelen tek şey ela gözleriydi.
Bay ve Bayan Potter olmalıydılar. Dün sabah gelmeleri gerekiyordu ama çıkan bir sorun nedeniyle İsveç'ten çıkamamışlardı.
Bugün gelmiş ve böyle bir manzarayla karşılaşmışlardı.
Fark etmeden dalgın dalgın Potter'ın sırtını okşadığını ve hatta ona destek olmak ister gibi sarıldığını fark ettiğinde birkaç saniye donakaldı. Sonra fark etmemiş olmasını umarak ellerini kendine çekip öylece durdu.
Bir süre sonra Potter kendisinden yavaşça ayrıldığında anne babası da endişeli bir şekilde yatağa yaklaştı.
"James, tatlım iyi misin?" dedi kadın sevecen, endişeli bir sesle. Uzanıp oğlunun saçlarını okşadığında Severus gözlerini kaçırıp Potter'dan uzaklaştı ve yataktan kalktı. Yatağın kenarında öylece dikilirken içeri giren Dumbledore'la içi rahatlayarak ona yaklaştı. Önümüzdeki en az 3 yıl her hangi bir zamanda bir anneye yakın olmak istemiyordu.
Kaybettiği şeyler yüzüne vurulunca pek de iyi hissetmiyordu.
"Severus, Bay Potter'ın bu kadar acı çekmesi pek normal değil. Geceyi nerede geçirdin?" dedi Dumbledore düşünceli bir sesle.
Severus kaşlarını kaldırdı. "Hemen yan odadaydım. Odadan gece boyu hiç çıkmadım."
"Ya bu sabah?"
"Sabah erkenden spor yapmak için bahçeye çıktım. Sadece iki saat oldu."
Dumbledore düşünceli bir şekilde odanın içine ilerleyip Potter'lara yaklaştı.
"Albus, bundan nasıl kurtulacağız? Oğlumuz hep böyle acı mı çekecek?" dedi Bay Potter.
Dumbledore iç çekti. "Lütfen benimle birlikte odama gelin, size bildiğimiz her şeyi açıklayacağım." dedi ve arkasına dönüp Severus'a baktı. "Oğlum, sen istersen odana gidip dersler için hazırlan. Kahvaltı bir saate başlayacak. Eminim Bay Potter da bu süre zarfında hazırlanmak isteyecektir."
Severus yan gözle Potter'ın başını salladığını görürken kendisi de başıyla onayladı ve hızlıca yandaki odasına girdi. Kapıyı kilitlerken ne yaşandığını sorguluyordu. Potter yine bağ yüzünden acı çekmiş olmalıydı ama bu mümkün değildi. Gece boyunca yan yanaydılar ve iki saatte bu hale gelmesi imkansızdı.
Düşüncelerle dolu bir zihinle banyoya girip kirli kıyafetlerini çıkarttı ve ılık suyun altında hızlı bir duş aldı. Yüzünde durgun bir ifadeyle banyo kapısını açıp buharın odasına akın etmesini izledi. Yavaş adımlarla dolabına ilerlerken az önceki hızlı duşunun aksine sanki hiç odadan çıkmak istemiyor gibiydi.
Ders arası müdürün onu yanına çağıracağını, Potter'larla konuşmasını sağlayacağını biliyordu.
Ve gitmek istemiyordu..
Potter ve annesinin ilişkisini gördüğünde buna hiç sahip olamadığı ve olamayacağı gerçeğini daha da şiddetli hissetmişti.
Kendi annesi soğuk bir kadındı, halsizdi. Severus'un onu gördüğü neredeyse her zaman ya dayak yüzünden yaralı ya da hastalıkları nedeniyle bitkindi. İyi olduğu zamanlarda da suskunca kendini ev temizliğine verir, eski kıyafetlerdeki sökükleri dikerdi.
Severus annesinin kollarında büyüyen bir çocuk olmamıştı. Hayatının ilk yılları sıradan bir çocuğunki gibi güzelken sonradan mahvolmuştu. O zamanlardan sonra annesine ne kadar ihtiyaç duysa da kadın bunca şeye dayanamayıp her şeyden kendini biraz çekmişti.
Bu, Severus'u sevmiyor demek değildi. Tobias'ı kızdırmadan yapabildiği her seferde Severus'la ilgilendi, ona sarıldı, saçlarından öptü...
Sadece büyüyünce Severus ondan uzaklaştı. Hâlâ annesi en değerli varlığıydı, hâlâ onu seviyor ve ona ihtiyaç duyuyordu ama artık kızgındı. Onları bu hayattan, Tobias'tan kurtarmadığı, hastalıklı bir aşka sarılıp kendinin ve oğlunun hayatını mahvettiği için...
Severus az yalvarmamıştı annesine kaçıp gitmek için.
Ölümüne yakın annesiyle arası çok daha iyiydi. Noel'de eve dönmüş, annesiyle ilk defa huzurlu bir Noel geçirmişti. Sonra babasının baykuşu görüp delirmesine rağmen sık sık mektuplaşmışlardı.
Belki de bu Tobias'ı kışkırtmış, annesinin ölümüne sebep olmuştu...
Severus başını iki yana sallayıp düşüncelerinden arındı ve dolap kapağına uzandı. Bornozun kolları geriye çekilirken silikleşmiş, sadece dikkatli bakılırsa görülebilen izler ortaya çıktı. Obsidyen gözler iki bileğinde de bulunan izlere kayarken iç çekti.
İntihara meyilli değildi ama şu anki hayatından daha huzurlu bir yere gitme hayalinin cazibesine kapılıp, artık dayanamayacağını hissederek teslim olma düşüncesiyle hareket ettiği birkaç sefer olmuştu.
Tam üç kez ama uzun zaman önceydi.
Aceleyle dolabı açıp uyuşukluğundan kurtuldu ve asistan formasını giyerek aynanın önüne geçti. Kravatını hızlı ve düzgünce bağlayıp siyah ayakkabılarını da giyerek son kez kendine baktı.
Hafifçe kabarmış saçlarına kaşlarını çatarak çantasını tek omzuna astı ve odadan çıktı.
Hızlı adımlarla uzun merdivenleri inerken bir yandan da saçlarını düzeltmeye çalışıyordu.
Aceleci adımlarla koridoru dönüp gidecekken karşıdan gelen Acheron'ı görüp duraksadı. Dün öğlen, onunla yemek yiyeceğini söyleyip unuttuğu gerçeği bir anda aklına gelirken nefesini tuttu. Çok mahçup hissediyordu. Halbuki Rodolphus'la karşılaşmadan önce onun yanına gidiyordu.
Yüzünde mahçup bir ifadeyle Hufflepuff'a yaklaştı.
"Günaydın Acheron," diye mırıldandı.
"Günaydın Severus."
Onun soğuk sesiye alt dudağını ısırdı kısa olan. "Acheron... Dün için özür dilerim. Gerçekten yanına gelecektim ben ama sonra bir arkadaşımın yanında olmam gerekti. Yani o üzgündü ve onu dinleyip destek olmam gerekiyordu. Ben gerçekten çok üzgü-"
"Hey, hey tamam. Yavaşla. Sadece beni unuttuğun için biraz üzülmüş olabilirim ama sorun değil. Geçerli bir sebebin var." dedi Acheron gülümseyerek. Severus da içi rahatlayarak gülümsedi.
"O zaman bunu kahvaltıyı birlikte yaparak telafi edebilir miyim?" dedi gülümseyerek.
Acheron sırıttı.
"Tabii güzellik, hadi gidelim."
"Bana bir daha güzellik dersen seni-"
"Tamam, tamam. Mesajı aldım!"
///---///
Darius Vale, elindeki fotoğrafa uzun uzun baktı. İçindeki özlem ve umut gözlerini yaşartırken dikkatle fotoğrafi inceledi. Dimdik duran omuzlar, rüzgarda dağılmış siyah saçlar...
Kendi gözleri çocukluğundan aşina olduğu siyah gözlerde gezindi.
Dudakları kıvrılırken nazikçe fotoğrafı okşadı.
"Seni bulacağım abi, çok yaklaştım. Ve seni kurtarana kadar küçük kopyana ben göz kulak olacağım. Söz veriyorum, onu güvende tutacağım." diye mırıldandı ve fotoğrafı tekrar cüzdanına yerleştirdi.
///---///