
Gri Leydi’nin İlk Hatası
1943, Hogwarts
Haftalık buluşmaların bir diğerinde, Gri Leydi beni her zamankinden daha düşünceli karşıladı. Benim ayaklarım yere basarken ve o havada süzülürken, sessizce birbirimize baktık.
Sonunda, "Beni saklandığım ormana kadar takip etti. Onunla geri dönmeyi reddettiğimde öfkelendi. Baron her zaman çabuk öfkelenen bir adamdı."dedi. Bana daha önce anlattığı o hikayeyi neden tekrar anlatmaya başladığını anlamaya çalışıyordum. "Reddedilmesine öfkeliydi, özgürlüğümü kıskandı, beni hançerle öldürdü ... Ne yaptığını gördüğünde, hançeri alıp kendini de öldürdü. "
Çınlayan sesindeki öfke yüzüne de yansıyordu. Biraz daha yükselip bana tepeden, kirpiklerinin arasından baktı.
"Bütün bu zamandan sonra bile, hala orada bir yerlerde. Slytherin'in kanlı hayaleti, hak ettiği gibi sıkışıp kaldı."dedi, tükürür gibi.
"Bunları zaten biliyorum, Helena."dedim ama cümlem biter bitmez yüzünde öyle bir ifade belirdi ki, hiç konuşmamış olmam gerektiğini hemen anladım.
"Peki neden, o öğrencilerle görüşmeye devam ediyorsun?"
Gerginlikle koridoru inceledim. Yatakhaneye çekilmiş öğrencilerden ötürü burada bizden başka kimse yoktu. Meşale ışığında, koridorda yakalanmaktan korkarak söyleyecek uygun ve kısa bir şey aradım.
"Slytherin öğrencileriyle görüşmüyorum."dedim. "Benimle arkadaş olmak istediler ama onları reddettim."
"Yapman gereken de bu."dedi. "Belki hepsi aynı değil ama o evden uzak durmalısın. Bir Ravenclaw gibi davranmalısın. Ailene uyacak şekilde hareket etmelisin."
"Öyle yaptım."dedim, titremeye başlayan sesimle. "Yemin ederim, o insanlarla hiçbir alakam yok."
"Olmasa iyi olur."dedi. "O halde neden seninle arkadaş olmak istesinler?"
"Bilmiyorum,"dedim, bu kelimeden ne kadar nefret ettiğimi fark ederek. "Bir süredir böyle ama beni unutmaya başladıklarından eminim."
Bir süre daha yüzüme baktı. Güzel çehresinde hiçbir duygunun izi yoktu. Sonunda bana sırtını döndü, süzülerek uzaklaşmaya başladı. Onu hayal kırıklığına uğrattığımı bildiğime, bu yükün altında ezildiğime emin olmak istiyor gibiydi.
"Helena!"dedim, söyleyebilecek tatmin edici bir şey arayarak. "Sana yemin ederim, Dippet ve Dumbledore hariç, hiçkimse sırrımızı bilmiyor."
"Senin sırrını,"diye düzeltti ama onu duymamış gibi konuşmaya devam ettim.
"Kimseye söylemedim ve asla da söylemeyeceğim. İlgilerini neden çektiğimi bile bilmiyorum. Çok az insanla konuştuğumu biliyorsun, onlara hiçbir şey söylemeyeceğimi de biliyorsun. Sen ne istiyorsan sadece onu yapıyorum."
Olduğu yerde durdu. Bana omzunun üzerinden baktığında, gözlerindeki garip ifadeyi ayrımsayıp bir adım geriledim.
"Bana söylemek istediğin bir şey mi var?"
"Hayır."dedi, bana bakmayı keserek. "Birkaç gün buraya gelme. Halletmem gereken başka şeyler var."
"Tamam."dedim. "Seni yüzüstü bıraktığımı düşünme yeter."
"Sen de."dedi, uzaklaşırken. "Sen de düşünme. Lütfen."
...
Sabahın en erken saatlerinde, bir grup Ravenclaw öğrencisinin peşine takılmış, kahvaltı etmek için Büyük Salon'a doğru ilerliyordum. Uyandığım andan beri şakaklarımdan başlayıp alnıma yayılan korkunç bir baş ağrım vardı ve adımlarım alabildiğine dengesizdi. Basamakları inerken tırabzanları sıkı sıkı tutmazsam dengemi kaybedip düşecekmiş gibi hissediyordum.
"Bu gün iyi görünmüyorsun."dedi Sadie McClaw.
Pek yakın değildik çünkü kimseyle gerekenden fazla yaklaşmamaya özen gösterirdim ama, iyi biri olduğunu biliyordum. Ayrıca beni birkaç defa hiç hoşlanmadığı Slytherin'in gizemli öğrenci grubuyla gördüğü halde, oda arkadaşım olmaktan çekinmiyordu. Sadece kaba öğrencilerle arkadaş olmadığıma emin olmak için benimle konuşmuştu, hepsi bu.
"Biraz başım ağrıyor."dedim. "Kahvaltıdan sonra daha iyi hissederim."
Beni başıyla onayladı. Kahvaltı boyunca benimle ders programı hakkında konuştu ve samimi bir şekilde gülümsemeye de özen gösterdi. Beni uyardığı akşamdan sonra aramızın düzeldiğini, bir çeşit çete üyesi veya kan statüsünden dolayı birilerini aşağılamayı seven biri olmadığıma inanmaya başladığını kanıtlamak ister gibiydi.
Kahvaltıdan sonra da bir Gryffindor öğrencisi olan Rubeus ile birlikte Biçim Değiştirme sınıfına doğru ilerlemeye başladık. Her şey normal seyrindeydi. Sohbetlerine ara sıra katılmaya özen gösteriyordum ama vakti gelip de Rubeus aramızdan ayrılınca, paniklemeye başladığım da her halimden belli olmaya başladı. Dersimiz Slytherin ile ortaktı.
"Sadie?"
"Ethel?"
Sınıfa girmeden önce kapı pervazına yaslanıp, "Yanımda oturursun, değil mi?"diye sordum. "Kabalık ediyorsam ve seni başka biriyle oturmaktan alıkoyuyorsam özür dilerim."
Kafası karışmış gibi bana bakarken Rubeus'a el sallıyordu.
"Seni endişelendiren bir şey mi var?"dedi, korktuğum gibi.
"Hayır, yok."diye yalan söyledim ama inanmış gibi görünmüyordu. Yine de üstelememesi gerektiğini anlamıştı.
Birlikte sınıfa girdiğimizde, öğrenciler çoktan yerlerini almıştı. Slytherin öğrencileri Sihir Tarihi dersinden çıkmışlardı ve çoğu fena halde uykulu görünüyordu. Dersin bunaltıcılığı hakkında konuşan iki öğrenci dışında epey sessizlerdi.
Riddle ön sıraların birinde oturuyordu ve yüzü, Biçim Değiştirme'ye özgü bir biçimde asıktı. Parmaklarıyla masaya ritim tutuyordu ve yanındaki sıra da boştu, çoğu zaman yalnız ya da Avery ile oturmaktan hoşlandığını herkes biliyordu. Elbette, eğer herhangi biri gidip yanına oturursa, tek kelime etmez ve kibar davranırdı. Ama çok söz hakkı alırdı, her seferinde övgüleri toplardı ve sıra arkadaşı da doğal olarak gölgede kalmak ya da profesörün soracağı bir başka sorunun hedefi olmak gibi riskleri göze almalıydı.
Sadie ile birlikte yerime geçtiğimde, göz ucuyla olduğumuz yere bakıp bakmadığını kontrol ettim. Yüksek ihtimalle yine kuruntu yapıyor, açıklanamaz bir biçimde mantıksız davranıyordum. Diğer Slytherin öğrencileri beni hiç rahatsız etmemişti, Riddle'ın arkadaşları da yalnız dolaştıklarında benimle ilgilenmiyorlardı. Bu durumda Riddle, onun yaşındaki diğer tüm oğlanlar gibi, sadece eğleniyor da olabilirdi. Her şeyi yanlış anladığıma inanmak daha kolaydı.
"Dumbledore birazdan gelir."dedi Sadie. "Kitaplarını çıkarsan iyi olur."
"Efendim?"
"Kitaplar, Ethel."dedi, uyaran bir tonda. "Sanırım biraz yorgunsun."
"Hayır, değilim."dedim, çantamı karıştırırken. "Haklısın, hazırlansam iyi olur."
"Yine başın mı ağrıyor yoksa?"
"Hayır, iyiyim, bir şeyim yok. Gerçekten."
Dumbledore yüzünde ufak bir gülümsemeyle sınıfa gelip hepimize iyi bir sabah dilediğinde, bütün paniğim aniden kayboldu ve tuhaf bir biçimde rahatladım. O buradayken kimsenin zarar görmesi mümkün değildi.
"Tek yapmanız gereken,"diyordu, önümüzde tüy kalemler belirirken. "Bu kalemleri gerçek bir kuşa dönüştürmek."
"Uygulama dersi,"dedi Sadie, hevesle. "Nihayet!"
Dumbledore bize örnek olması için kendi masasına yöneldi. Asasını kendi tüy kalemini doğrulttuğunda, alacalı bir kuş masanın üzerinde beliriverdi. Havalanıp birkaç tur döndükten sonra, yeniden Dumbledore'un asasının ucuna kondu. Profesör asasını yeniden saladı ve saniyeler sonra, kuşun olması gereken yerde eskisi gibi bir tüy duruyordu.
Nefes alıp vermekten bahsediyormuş gibi, "İşte böyle."dedi.
Göz ucuyla tüye şöyle bir baktı. Tüy saniyeler içinde yeniden bir kuşa dönüştü ve sonra eski formuna geri döndü.
"Endişeye lüzum yok."dedi, gülümseyerek. "Ufak bir gösteriydi sadece. Sizden asasız büyü beklemiyorum."
Zihnimi derse vermeye özen göstererek dönüşümü gerçekleştirdiğimde, Sadie üçüncü denemesindeydi ve o da başarılı olmuştu. Sınıfta birkaç küçük kuş daha vardı ve bir Ravenclaw öğrencisi açık camdan kaçan kuşların arkasından bakıyordu.
"Profesör!"dedi, camdan sarkarken. "Kuşlar kaçıyor, efendim!"
Sadie çoktan havalanmış olan kuşlarımızı -ya da tüy kalemlerimizi- yakalamak için uğraşırken, diğerleriyle birlikte istemeden de olsa gülmeye başladım. Dumbledore da tek kaşını havaya kaldırmıştı ve yüzündeki gülümseme de büyümüştü.
"Slytherin'in Sihir Tarihi'nden çıktığı başka bir gün daha."dedi, kuşunu ilk kaybeden öğrenci.
Başka bir ses öfkeyle, "Bununla ne alakası var?"dedi.
"Eh, pencereyi açık unutan sensin. Hafızan da ancak zekan kadar güçlü herhalde."
"Tamam,"dedi Dumbledore, masamıza yaslanırken. "Sakinleşsek iyi olur."
Önce masamızdaki kuşlara bakıp başını takdirle salladı. Kuşların oraya döndüğünü bile şimdi fark ediyorduk doğrusu. Sonra döndü, hemen yanımızdaki masada duran diğer kuşa baktı. Elini o yöne uzatınca, Riddle'ın kuşu çağırılmış gibi gelip Dumbledore'un bileğine kondu.
"Yorucu bir dersti, efendim."dedi, Riddle. "Ben de bazı sorular sorarak dersi biraz uzattım, sanırım. Düşüncesizlik ettim."
Dumbledore başını hafifçe yana çevirip onunla yüz yüze geldi. Gülümsemesini korurken, sırama yaslı parmakları tıpkı Riddle'ın parmakları gibi masada ufak bir ritim tutuyordu.
Sonunda, "Öğrenmeye yatkın oluşun harika, Tom."dedi.
Riddle onun bir şey söylemesini bekliyormuş gibi, "Hogwarts hakkında bazı şeyler sordum."dedi. "Umarım etrafa sorular savurarak kimseyi rahatsız etmiyorumdur ama, Slytherin hariç başka evlerin tarihine de merak sardım son zamanlarda."
Dumbledore sohbetin nereye gittiğini pek de merak etmiyormuş gibi, "Ne güzel."dedi. Gözleri bileğinde duran gümüş renkli kuşun üzerindeydi. "Öğrenmek isteyen genç öğrenciler bizleri asla rahatsız etmez, Tom, endişen olmasın."
"Bir süredir yaptığım gibi, bu hafta da Ravenclaw hakkında bazı şeyler araştırdım."dedi Riddle, buz kesmemi sağlayarak. "Her şey o kadar belirsiz ki. İki aile üyesi hariç kimsenin tarihte sivrilmemesi çok garip değil mi, efendim?"
"Eh, Biçim Değiştirme dersinde bile bunu sorguladığına göre kafanı epey kurcalayan bir konu olmalı."dedi, Dumbledore. Benim aksime oldukça sakindi.
"Aslında öyle, efendim. Ama bildiğiniz gibi, yeni bilgiye ulaşmak Hogwarts'da hiç de zor değil. Profesör Slughorn, yeterince istersek öğrenmek için hep başka bir kaynak olduğunu söylüyor." Bakışlarını aşağıya indirip bana doğru baktıktan sonra, yeniden Dumbledore'a döndü. "Öğrendiklerimi teyit etmeyi çok isterim. Bir çok farklı kaynaktan araştırmaya devam etsem iyi olur, siz de hep öyle yapmamızı önerirsiniz."